Sosyal olayları yanlış isimlendirmek, yanlış teşhis etmek kadar tehlikelidir. Böyle davranışlar, yanlış tartışmalara ve karışıklıklara sebep olur, toplumlara büyük zarar verir. Her millet, sosyal olayları isimlendirmede, tanımlamada, kendi medeniyetinin terminolojisini kullanmalıdır. Maalesef, ülkemizde, bu şekilde hareket edilmiyor. Sosyolojik ve psikolojik savaşın silâhı olarak üretilip ihraç edilen kelimeler ve kavramlar, en yetkililer tarafından, hiç düşünülmeden, tereddüt edilmeden kullanılıyor. Bunlardan biri ‘etnik’ kelimesidir. Başbakanımız çıkıyor, “Türkiye’de 36 etnik grup var” diyor. Bir diğeri, bu sayıya itiraz ediyor. Ama kimse, “etnik grup ne demektir medeniyetimizde karşılığı var mı, varsa nedir?” diye sormuyor.
İsterseniz, gelin, etnik kelimesini biraz irdeleyelim.
Etnik kelimesi, Yunanca, kabile ve ırk anlamına gelen ‘ethnos’ kelimesinden türemiştir. Çok kere, ırk ve etnik kelimeleri birbirinin yerine kullanılmaktadır. Hal böyle iken, zaman zaman etnik kelimesine sosyolojik bir anlam yüklenmekte, fakat o anlam üzerinde de kesin bir ittifak sağlanamamaktadır.
En çok mutabık kalınan anlam ise şudur: “Önemli farklılıklara sahip topluluk”.
Tabii olarak, en önemli farklılık da din farklılığıdır. Medeniyetimize göre, bir grubun etnik grup sayılması için dininin farklı olması gerekir. Daha açık bir biçimde ifade edersek, dili ve ırkı ayrı olanlar değil, dini ayrı olanlar etnik grupturlar.
Etnik grubun, literatürümüzdeki karşılığı ‘azınlık’tır. İslâm hukukuna göre de, İslâm toplumunda, ırkı ve dili ne olursa olsun, hiçbir Müslüman, azınlık kabul edilmez. Lozan’da tezimiz, bu hüküm üzerine bina edilmiş, Anadolu’da ırkı ve dili ayrı olan bütün Müslüman topluluklara azınlık değil, hükümranlık hakkı verilmiştir.
Anadolu’da yaşayan topluluklar, bin yıldır beraber aynı devlet altında yaşamış, aynı millettir. Birlikte savaşılmış, birlikte Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur. Bu millet, Cumhuriyet kurulurken bir araya gelmiş değildir. O bakımdan, bir grup çıkıp “bizi kurucu unsur yapmadınız” diyemez. Çünkü bu devlet, ırk temeli üzerine kurulmadı, Osmanlı’nın bakiyesi olarak kuruldu, millet de Osmanlı’dan kalan millettir. Osmanlı Devleti, bir ırkın, yani sadece Türklerin devletin değildi, bütün Müslümanların devleti idi. Halkın çoğunluğunun ve padişahın Türk olması bu gerçeği değiştirmez.
Günümüze gelir ve özetlersek, deriz ki: “Ülkemizde, Batılıların dayattığı, yetkililerimizin de bilerek veya bilmeyerek ifade ettiği anlamda, bir etnik grup ve etnik sorun yoktur.” Suni olarak böyle bir sorun çıkartılmaya çalışılıyor. Anadolu’yu gezin, dolaşın, hiçbir yerde sosyolojik bir ayırım göremezsiniz. Bazı ülkelerde etnik grupların eşitliği ile ilgili kanun çıkartılmasına rağmen, halk arasında sosyolojik ayırım önlenemiyor. Hıristiyan ülkelerde, farklı dil ve ırka mensup olanlar, Hıristiyan olsalar bile, sosyolojik ayırımcılıktan kurtulamıyor. Müslüman toplumlar da öyle mi? Hayır, Müslümanlar birbirini kardeş görmektedirler.
Dönelim, bir başka gerçeğe…
Her dili ve ırkı ayrı olanların, ayrı devlet kurması, faydalı değildir. Tam aksine zararlıdır. Bölünmenin hiçbir tarafa fayda sağlamadığı tecrübeyle sabittir. Asırlarca beraber yaşamış toplulukların bölünmesi durumunda, nüfus ve yer değişimi yapılır ki, bölünmenin en acıklı yanı da budur.
Ülkemizde, suni de olsa, etnik bir sorun çıkarmak için, içte ve dışta yoğun gayretler sarf edilmektedir. İstenilen sonuç alınamıyor, ama zarar verildiği de bir gerçektir. Bunu kökünden çözmenin yolu, İstiklâl Mücadelesi’ni yaptığımız ve devletimizi kurduğumuz anlayışa dönmekten geçer.
İsterseniz, gelin, etnik kelimesini biraz irdeleyelim.
Etnik kelimesi, Yunanca, kabile ve ırk anlamına gelen ‘ethnos’ kelimesinden türemiştir. Çok kere, ırk ve etnik kelimeleri birbirinin yerine kullanılmaktadır. Hal böyle iken, zaman zaman etnik kelimesine sosyolojik bir anlam yüklenmekte, fakat o anlam üzerinde de kesin bir ittifak sağlanamamaktadır.
En çok mutabık kalınan anlam ise şudur: “Önemli farklılıklara sahip topluluk”.
Tabii olarak, en önemli farklılık da din farklılığıdır. Medeniyetimize göre, bir grubun etnik grup sayılması için dininin farklı olması gerekir. Daha açık bir biçimde ifade edersek, dili ve ırkı ayrı olanlar değil, dini ayrı olanlar etnik grupturlar.
Etnik grubun, literatürümüzdeki karşılığı ‘azınlık’tır. İslâm hukukuna göre de, İslâm toplumunda, ırkı ve dili ne olursa olsun, hiçbir Müslüman, azınlık kabul edilmez. Lozan’da tezimiz, bu hüküm üzerine bina edilmiş, Anadolu’da ırkı ve dili ayrı olan bütün Müslüman topluluklara azınlık değil, hükümranlık hakkı verilmiştir.
Anadolu’da yaşayan topluluklar, bin yıldır beraber aynı devlet altında yaşamış, aynı millettir. Birlikte savaşılmış, birlikte Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur. Bu millet, Cumhuriyet kurulurken bir araya gelmiş değildir. O bakımdan, bir grup çıkıp “bizi kurucu unsur yapmadınız” diyemez. Çünkü bu devlet, ırk temeli üzerine kurulmadı, Osmanlı’nın bakiyesi olarak kuruldu, millet de Osmanlı’dan kalan millettir. Osmanlı Devleti, bir ırkın, yani sadece Türklerin devletin değildi, bütün Müslümanların devleti idi. Halkın çoğunluğunun ve padişahın Türk olması bu gerçeği değiştirmez.
Günümüze gelir ve özetlersek, deriz ki: “Ülkemizde, Batılıların dayattığı, yetkililerimizin de bilerek veya bilmeyerek ifade ettiği anlamda, bir etnik grup ve etnik sorun yoktur.” Suni olarak böyle bir sorun çıkartılmaya çalışılıyor. Anadolu’yu gezin, dolaşın, hiçbir yerde sosyolojik bir ayırım göremezsiniz. Bazı ülkelerde etnik grupların eşitliği ile ilgili kanun çıkartılmasına rağmen, halk arasında sosyolojik ayırım önlenemiyor. Hıristiyan ülkelerde, farklı dil ve ırka mensup olanlar, Hıristiyan olsalar bile, sosyolojik ayırımcılıktan kurtulamıyor. Müslüman toplumlar da öyle mi? Hayır, Müslümanlar birbirini kardeş görmektedirler.
Dönelim, bir başka gerçeğe…
Her dili ve ırkı ayrı olanların, ayrı devlet kurması, faydalı değildir. Tam aksine zararlıdır. Bölünmenin hiçbir tarafa fayda sağlamadığı tecrübeyle sabittir. Asırlarca beraber yaşamış toplulukların bölünmesi durumunda, nüfus ve yer değişimi yapılır ki, bölünmenin en acıklı yanı da budur.
Ülkemizde, suni de olsa, etnik bir sorun çıkarmak için, içte ve dışta yoğun gayretler sarf edilmektedir. İstenilen sonuç alınamıyor, ama zarar verildiği de bir gerçektir. Bunu kökünden çözmenin yolu, İstiklâl Mücadelesi’ni yaptığımız ve devletimizi kurduğumuz anlayışa dönmekten geçer.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018