Hacı Arif Bey
Türk musikisinin "Fuzulî"si!.. Fuzulî, şiirde, nasıl ince, nasıl usta, nasıl yürekli, nasıl âşıksa, Hacı Hacı Arif Bey de Türk musikisinde öyle ince, öyle yürekli, öyle usta, öyle âşıktır. Fuzulî, nasıl gazel formunda en yüksek eserlerini vermişse, Arif Bey de "şarkı" formunda en ulaşılmaz eserlerini verdi. Biri Osmanlı İmparatorluğu'nun haşmet devrinde, biri, gevşeyip dağılma döneminde, sanatın erişilmez zirvelerine ulaştılar! Hacı Arif Bey'in, kendisini bunca hatırlatan Fuzulî'den bir gazel olsun bestelememiş oluşu, şaşılacak işlerden biridir!.
1831 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmet Arif, babası, Şer'i Mahkeme Kâtibi Ebubekir Efendi'dir. İlkokul çağında, sesinin güzelliği ile dikkati çekmiş, okulun, "İlâhici Başısı" olmuştur. Hoş bir rastlantı, Bestekâr Eyüplü Mehmet Bey, komşuları idi. Bu yetenekli genci hemen fark etti. Mehmet Arif'e ders verdi, yetiştirdi, sanat çevrelerine sokup tanıttı. "Mızıka-i Humayun"a girdiği zaman, sadece 13 yaşındaydı. Eyüplü Mehmet Bey, bu komşu çocuğunun yeteneğine ve geleceğine inanmıştı. Onu, İsmail Dede Efendi'nin konağına götürdü ve sesini dinletti. İsmail Dede, Mehmet Arif'in icrasına hayran olmuştu. Hocasını tebrik etti ve yetişmesine özen gösterilmesini salık verdi.
Mehmet Arif, hocasından 30 fasıl, yani 120 beste ve semaî öğrendikten sonra, zama-nın diğer bir ünlü hocası, Haşim Bey'den ders almaya başladı. Artık bestelerinde yeni melodiler, icrasında yeni bir üslûp gelişiyordu. Tutucu çevreler, bundan hoşlanmadı. Onlara göre, Türk sanat musikisi, tantanasını ve ağırbaşlılığını yitiriyor, bu Mehmet Arif denen gencin besteleri ve icrası, musikiyi ayağa düşürüyordu.
Bu dönemde, genç bestekârı, Padişah Abdülmecit arkaladı. Abdülmecit de, babası 2. Mahmut gibi, musikimizi seviyor ve yaratmak istediği yeni çağın, yeni bir sanat anlayışı temellerine oturmasını hevesle karşılıyordu. Arif Bey, böylece, tutucuların yaratmak istediği çemberi kırdı ve eserlerini birbiri ardından vermeye devam etti. Padişah da şiir yazıyor, musiki seviyor ve Arif Bey'i beğeniyordu. Bestekârı, Saraya Mabeyinci olarak aldı.
Şöhretin bu merdivenlerine ulaştığı zaman Arif Bey, sadece 20 yaşındaydı. Gençti, uzunca boylu idi, güzel bir yüzü, kibar tavırları vardı. Zekâsı ve ender rastlanan hafızası ile herkesin saygısını kazanıyordu. Kendisine pek yakışan bir sakal koyuvermiş ve "Bey" unvanını almıştı. Kolay beste yapıyor, Padişah Abdülaziz'in kendisine verdiği şiirleri, bazen yedi ayrı makamdan besteleyecek kadar ustalık ve ilham bolluğu gösteriyordu. Hele, Davudi sesiyle şarkılarını söylemeye başladığı zaman, hayran olmayan yoktu.
Türk musikisinin "Fuzulî"si!.. Fuzulî, şiirde, nasıl ince, nasıl usta, nasıl yürekli, nasıl âşıksa, Hacı Hacı Arif Bey de Türk musikisinde öyle ince, öyle yürekli, öyle usta, öyle âşıktır. Fuzulî, nasıl gazel formunda en yüksek eserlerini vermişse, Arif Bey de "şarkı" formunda en ulaşılmaz eserlerini verdi. Biri Osmanlı İmparatorluğu'nun haşmet devrinde, biri, gevşeyip dağılma döneminde, sanatın erişilmez zirvelerine ulaştılar! Hacı Arif Bey'in, kendisini bunca hatırlatan Fuzulî'den bir gazel olsun bestelememiş oluşu, şaşılacak işlerden biridir!.
1831 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmet Arif, babası, Şer'i Mahkeme Kâtibi Ebubekir Efendi'dir. İlkokul çağında, sesinin güzelliği ile dikkati çekmiş, okulun, "İlâhici Başısı" olmuştur. Hoş bir rastlantı, Bestekâr Eyüplü Mehmet Bey, komşuları idi. Bu yetenekli genci hemen fark etti. Mehmet Arif'e ders verdi, yetiştirdi, sanat çevrelerine sokup tanıttı. "Mızıka-i Humayun"a girdiği zaman, sadece 13 yaşındaydı. Eyüplü Mehmet Bey, bu komşu çocuğunun yeteneğine ve geleceğine inanmıştı. Onu, İsmail Dede Efendi'nin konağına götürdü ve sesini dinletti. İsmail Dede, Mehmet Arif'in icrasına hayran olmuştu. Hocasını tebrik etti ve yetişmesine özen gösterilmesini salık verdi.
Mehmet Arif, hocasından 30 fasıl, yani 120 beste ve semaî öğrendikten sonra, zama-nın diğer bir ünlü hocası, Haşim Bey'den ders almaya başladı. Artık bestelerinde yeni melodiler, icrasında yeni bir üslûp gelişiyordu. Tutucu çevreler, bundan hoşlanmadı. Onlara göre, Türk sanat musikisi, tantanasını ve ağırbaşlılığını yitiriyor, bu Mehmet Arif denen gencin besteleri ve icrası, musikiyi ayağa düşürüyordu.
Bu dönemde, genç bestekârı, Padişah Abdülmecit arkaladı. Abdülmecit de, babası 2. Mahmut gibi, musikimizi seviyor ve yaratmak istediği yeni çağın, yeni bir sanat anlayışı temellerine oturmasını hevesle karşılıyordu. Arif Bey, böylece, tutucuların yaratmak istediği çemberi kırdı ve eserlerini birbiri ardından vermeye devam etti. Padişah da şiir yazıyor, musiki seviyor ve Arif Bey'i beğeniyordu. Bestekârı, Saraya Mabeyinci olarak aldı.
Şöhretin bu merdivenlerine ulaştığı zaman Arif Bey, sadece 20 yaşındaydı. Gençti, uzunca boylu idi, güzel bir yüzü, kibar tavırları vardı. Zekâsı ve ender rastlanan hafızası ile herkesin saygısını kazanıyordu. Kendisine pek yakışan bir sakal koyuvermiş ve "Bey" unvanını almıştı. Kolay beste yapıyor, Padişah Abdülaziz'in kendisine verdiği şiirleri, bazen yedi ayrı makamdan besteleyecek kadar ustalık ve ilham bolluğu gösteriyordu. Hele, Davudi sesiyle şarkılarını söylemeye başladığı zaman, hayran olmayan yoktu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.