Toplumları değiştirmenin, yönlendirmenin yolu, onların dini akidesini değiştirmekten geçer. Dini akidesi değişince, toplum adeta yok olur, yerini başka bir toplum alır. Tabiri caizse, eski toplumdan eser kalmaz. Onun içindir ki, dini akideyi korumak, toplumu korumakla eşanlamlıdır. Geçmişte İngilizler, Müslümanların dini akidesini bozmak ve değiştirmek için bin bir türlü hile, desise ve entrikaya başvurdular. Bunun için Sömürgeler Bakanlığı, binlerce ajan, misyoner ve oryantalistleri, İslâm dünyasında görevlendirdi. Bunların, üzerinde en çok çalıştıkları konu, Sünni–Şii çatışması çıkarmaktı.
Meşhur İngiliz ajanı Humpher, Sömürgeler Bakan Yardımcısının kendisine şöyle dediğini nakleder: “Senin en önemli görevin Müslümanlar arasındaki ihtilâfların boyutlarını belirlemektir. Ayrılık ateşini patlayıncaya kadar körüklemenin yollarını arayıp bulmalısın... Eğer başarabilirsen bazı İslâm topraklarında Sünni–Şii savaşı başlar. Bunu başarabilirsen Büyük Britanya’ya en büyük hizmeti yapmış olursun… Biz İngilizler, sömürülen ülkelerde ayrılık tohumlarını ekmedikçe ve ayrılık ateşini tutuşturmadıkça rahat ve müreffeh yaşayamayacağız.” (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş, Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, s. 154)
Günümüzde aynı oyunu, yani Sünni–Şii çatışmasını, İngilizlerin rolünü üstlenen ABD oynuyor. Aslında, İslâm dünyasında Sünni–Şii ayrılığı asırlardan beri vardır, fakat hiçbir zaman çatışma nedeni olmamıştır. Siyasetçilerin bu ayrılığı kullanarak, siyasi çıkar elde etmek istemeleri hariç tutulursa, Sünni ve Şiiler kardeşçe yaşamışlardır. Bir başka deyişle, bu ayrılıktan dolayı dini bir çatışma asla olmamıştır. Nasıl olsun ki! Dini akidede hiçbir ayrılık ve farklılık yoktur. Ayetullah Şeyh Muhammed Salih Hairi–yi Mazenderani Sünni–Şii ihtilafı için şöyle der: “İmamet ve hilâfet ihtilafı temel olsaydı, bu yolda savaşlar ortaya çıkardı”. Hâlbuki tarihin hiçbir döneminde, bu ihtilâftan dolayı bir savaş olmamıştır.
Ne hazindir ki, Amerikan muhipleri, İngiliz ajanlarının kurdurduğu Vehhabiliğe hoşgörü ile bakıyor, tam aksine İslâm’da bir dayanağı ve tarihi olan Şiiliği ise, en büyük tehlike olarak gösteriyorlar. Vehhabiliği destekleyen ABD, ona alternatif olarak ‘ılımlı İslâm’ projesini sunuyor. Amaç, bu iki görüşü çatıştırarak, gerçek İslâm’ı unutturmak, gerçek Müslümanları da gözden uzak tutmaktır.
ABD, kurduğu “Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi” vasıtasıyla, başta İslâm dini olmak üzere bütün dinleri, sömürüsüne engel olmayacak bir şekle sokmaya çalışıyor. Bu komitenin temelleri, Soğuk Savaş döneminde “komünizme karşı dinlerin ortak mücadelesi” anlayışıyla atıldı. Söz konusu anlayış, bugüne ‘dinlerarası diyalog’ olarak intikal etti. Bu ve buna benzer fikirler, düşünceler, ülkemizde de hızla ilerledi. “Tehlike kapıya dayandı” cümlesi, içerisinde bulunduğumuz hali, tam olarak ifade etmiyor. Bunu anlamak mı istiyorsunuz? 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner’in şu sözlerine kulak veriniz: “Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır, üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selâmete de erdirebilir, belki cennete de koyabilir. Şii ise sapkınlık var orada, dini bozmaya çalışmak var”. Bu sözleri, bilim adamı, aydın, kimliğinde biri söylüyor. Buna, Hıristiyan safında Şii Müslümanlara karşı savaşmanın caiz olduğuna dair fetvayı da ekleyin ve bu anlayışın toplumda karşılık bulduğunu düşünün. Allah korusun, halimiz nice olur? Hâsılı, büyük bir kuşatma altındayız. Dini akidemizi koruyabilirsek, bu kuşatmaya yarmak işten bile değildir. Aksi halde toplum olarak savrulmamız kaçınılmazdır.
Meşhur İngiliz ajanı Humpher, Sömürgeler Bakan Yardımcısının kendisine şöyle dediğini nakleder: “Senin en önemli görevin Müslümanlar arasındaki ihtilâfların boyutlarını belirlemektir. Ayrılık ateşini patlayıncaya kadar körüklemenin yollarını arayıp bulmalısın... Eğer başarabilirsen bazı İslâm topraklarında Sünni–Şii savaşı başlar. Bunu başarabilirsen Büyük Britanya’ya en büyük hizmeti yapmış olursun… Biz İngilizler, sömürülen ülkelerde ayrılık tohumlarını ekmedikçe ve ayrılık ateşini tutuşturmadıkça rahat ve müreffeh yaşayamayacağız.” (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş, Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, s. 154)
Günümüzde aynı oyunu, yani Sünni–Şii çatışmasını, İngilizlerin rolünü üstlenen ABD oynuyor. Aslında, İslâm dünyasında Sünni–Şii ayrılığı asırlardan beri vardır, fakat hiçbir zaman çatışma nedeni olmamıştır. Siyasetçilerin bu ayrılığı kullanarak, siyasi çıkar elde etmek istemeleri hariç tutulursa, Sünni ve Şiiler kardeşçe yaşamışlardır. Bir başka deyişle, bu ayrılıktan dolayı dini bir çatışma asla olmamıştır. Nasıl olsun ki! Dini akidede hiçbir ayrılık ve farklılık yoktur. Ayetullah Şeyh Muhammed Salih Hairi–yi Mazenderani Sünni–Şii ihtilafı için şöyle der: “İmamet ve hilâfet ihtilafı temel olsaydı, bu yolda savaşlar ortaya çıkardı”. Hâlbuki tarihin hiçbir döneminde, bu ihtilâftan dolayı bir savaş olmamıştır.
Ne hazindir ki, Amerikan muhipleri, İngiliz ajanlarının kurdurduğu Vehhabiliğe hoşgörü ile bakıyor, tam aksine İslâm’da bir dayanağı ve tarihi olan Şiiliği ise, en büyük tehlike olarak gösteriyorlar. Vehhabiliği destekleyen ABD, ona alternatif olarak ‘ılımlı İslâm’ projesini sunuyor. Amaç, bu iki görüşü çatıştırarak, gerçek İslâm’ı unutturmak, gerçek Müslümanları da gözden uzak tutmaktır.
ABD, kurduğu “Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi” vasıtasıyla, başta İslâm dini olmak üzere bütün dinleri, sömürüsüne engel olmayacak bir şekle sokmaya çalışıyor. Bu komitenin temelleri, Soğuk Savaş döneminde “komünizme karşı dinlerin ortak mücadelesi” anlayışıyla atıldı. Söz konusu anlayış, bugüne ‘dinlerarası diyalog’ olarak intikal etti. Bu ve buna benzer fikirler, düşünceler, ülkemizde de hızla ilerledi. “Tehlike kapıya dayandı” cümlesi, içerisinde bulunduğumuz hali, tam olarak ifade etmiyor. Bunu anlamak mı istiyorsunuz? 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner’in şu sözlerine kulak veriniz: “Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır, üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selâmete de erdirebilir, belki cennete de koyabilir. Şii ise sapkınlık var orada, dini bozmaya çalışmak var”. Bu sözleri, bilim adamı, aydın, kimliğinde biri söylüyor. Buna, Hıristiyan safında Şii Müslümanlara karşı savaşmanın caiz olduğuna dair fetvayı da ekleyin ve bu anlayışın toplumda karşılık bulduğunu düşünün. Allah korusun, halimiz nice olur? Hâsılı, büyük bir kuşatma altındayız. Dini akidemizi koruyabilirsek, bu kuşatmaya yarmak işten bile değildir. Aksi halde toplum olarak savrulmamız kaçınılmazdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018