Sünni Arapların yeni lideri İsrail

Sünnilerin lideri Türkiye mi, Suudi Arabistan mı? tartışmaları uzun yıllar boyunca yapıldı. Sünnilere bir türlü baş bulunamıyordu. Bu sıkıntı Trump'ın acar damadı Janer Kushner'in marifetiyle aşılmış gibi görünüyor. ABD Başkanı Jimmy Carter  1979'da Camp David'te yaptığı anlaşma ile Mısır'ın İsrail'i tanımasını sağlamıştı. Bu tarihten sonra ancak 2020 yılında yani 41 yıl sonra BAE ve Bahreyn İsrail'i tanıyan Arap ülkeleri olma şerefine(!) eriştiler. 

Trumph'ın Yahudi asıllı damadı Kushner, Bahreyn Kralı Ali Halife'ye Tevrat hediye edecek kadar işi ileri götürdü. Kushner'in Tevrat vermesi diplomaside sıradan bir hediye vermenin çok ötesinde anlamalar taşımaktadır. Diplomasi bir anlamda sembollerin diliyle konuşur. Kushner, asıl halifenin kim olduğunu Ali Halife'ye bildiriyor. Kushner, İmam Ali'nin eliyle fethedilen Hayber'in ve Yahudilerin Arap yarımadasından kovulmalarının rövanşını almanın güçlü sinyallerini veriyor. Diğer taraftan Kushner'in Bahreyn Kralına muharref Tevrat vermesi meselenin sadece İsrail-Bahreyn siyasi normalleşmenin çok ötesinde teopolitik şifreler barındırıyor. 

Bahreyn-İsrail yakınlaşması 13-14 Şubat 2019'da Varşova'da, Ortadoğu'da Barış ve Güvenlik Konferansı'nda aleniyet  kazanmıştı. Konferansın düzenleyicisi olan Pompeo, amaçlarının  İsrail ile müttefik Sünni NATO cephesini güçlendirmek ve İran karşısında güçlü bir blok oluşturmak olduğunu açıklamıştı. Bahreyn Dışişleri Bakanı Halid bin Ahmed Al Halife ise işi daha da ileri götürerek, İran'ın öncelendiğini ve Filistin meselesinin öneminin kalmadığını söylemişti. Jared Kushner  ise nihai hedeflerinin İsrail'in liderliğinde Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt, BAE ve Mısır'ın İran'a karşı bir blok oluşturması gerektiğini ve bunu gerçekleştirmede kararlı olduklarını dile getirmişti. 

ABD-İsrail ikilisi çok hızlı mesafe alarak İsrail'in arkasına bütün Sünni Arap ülkelerini takmayı başardı. Trump önceki gün 5 veya 6 Arap ülkesinin daha İsrail ile normalleşmek için  sırada beklediğini açıkladı. Normalleşmeden kasıt, İsrail'in kurduğu pakta üye olmaktır. Jared Kushner'den Tevrat almayı kabul etmek aynı zamanda İsrail'in ve Yahudiliğin üstünlüğünü kabul etmek anlamına geliyor. Yani Bahreyn Kralı Ali Halife, kendisine verilen Tevrat'ı kabul ederek İsrail'in maddi manevi liderliğini de peşinen kabul etmiş oluyor. 

ABD'nin Ortadoğu politikasının olmazsa olmaz önceliği İsrail'in güvenliğidir. İsrail 1948, 1967 ve 1973 yılarında Araplarla savaştı ve kazandı. Yaşanan mağlubiyetler Arap siyasetini İsrail'e karşı çok hassas bir duruma geldi. Birbirleriyle kanlı bıçaklı Arap ülkeleri bile konu İsrail olunca bir araya gelmekte tereddüt etmiyorlardı. Bu durum İsrail'e maliyetli ve ölümcül bir süreci yaşatıyordu.  

1973 yılından beri Araplarla topyekûn bir savaşa girmeye cesaret edemeyen İsrail, 2006 Temmuz savaşında Hizbullah'a yenilince Oded Yinon Planı'nın ve BOP'la soslanmış Arap Baharı dışında bir çözümün olmadığını pahalı bir tecrübeyle anlamış oldu. İsrail'de şahinler çekilerek, güvercin görünümlü akbabalar sahneye sürüldü. 

Arap-İsrail çatışmasının Arap-Acem (İran) çatışmasına evrilmesi İsrail siyasetinin en büyük başarısı, Müslümanların da en büyük zilleti oldu. İsrail, Batı'nın yüzyıllık Şii-Sünni çatışması projesi sayesinde Sünni Müslümanların liderliğini ele geçirdi.  Diğer taraftan ABD tam 41 yıl boyunca Sünnileri Şiilerle korkutarak kullanamayacakları trilyon dolarlık silah satmayı başardı. Karşılıklı gerilimler sonucu oluşturulan Şii Hilali bahanesi ile Sünni Araplar İsrail'e iyice yanaştırıldı. Eğer önlem alınmazsa  tarafları oluşturulan ve fragmanı 1980-88 yılları arasında 8 yıl süren İran-Irak Savaşı'nda Müslümanlara  izletilen kapsamlı Şii-Sünni savaşı ile beraber İsrail, tek kuruş harcamadan ve tek bir mermi dahi atmadan İslam dünyasının kendisini yok etmesini çekirdek çitleyerek seyrediyor olacak. 

Bu lanetli süreci durdurmanın tek yolu Ehl-i Beyt anlayışının benimsenmesinden geçmektedir. Bize din üzerinden oynanan oyunu ancak dinimizi daha iyi anlayarak bozabiliriz. Prof. Dr. Haydar Baş, Ehl-i Beyt Külliyatı'nın sahibi olarak Atatürk ilkelerine göre şekillenmiş demokratik, laik hukuk devleti vurgusunu her konuşmasında yapardı. Ona göre Batılıların eseri olan ve bize ait olmayan  mezhepçi ve etnik siyaset anlayışı İslam dünyasını bölük pörçük etti. Sayın Baş, İslam dünyasına kurulan bu tuzakları yıllar önce engin ferasetiyle tespit ederek çözüm yollarını gösterdi. Meselenin teopolitik yönü kadar ekonomik, sosyal, tarihi ve siyasi taraflarına dikkat çekerek Bağımsız Türkiye Partisi'ni kurdu. Şii-Sünni çatışmasını engellemek adına elini taşın altına koyarak inanılmaz riskler alan Prof. Dr. Haydar Baş'a özlemin şiddeti artarken fikirlerine olan ihtiyaç daha da tavan yapmaktadır.