İktidar ortağı 2 partinin nasıl kabul ettiklerini halen anlamadıkları "erken seçim" kararı için meclis çalışmaları start aldı.
Komisyona havale edilen karar, eğer "olur" alabilirse, mecliste oylamaya sunulacak.
Hükümetin MHP dışındaki 2 kanadı bu süreçte, bir yandan seçim tarihini erteletmenin yollarını ararken; diğer taraftan da siyasi kariyerlerini tamamıyla bağladıkları AB'ye uyum yasalarının çıkartılmasına uğraşacaklar.
Ana dilde yayın, ana dilde eğitim, idamın kaldırılması, cemaatlerin vakıf arazisi satın almaları konuları tartışmalı olan 14 maddelik paket, bu haliyle onaylanırsa, bizi almayacaklarını açıkça ifade eden bu topluluk uğruna devletimizin içerdeki birliğini bozacaktır.
Kardeşi kardeşe kırdırmaktan başka bir netice veremez.
Zira, vatan sathında yaşayan Türk, Laz, Çerkez, Kürt tüm vatandaşlarımız, ben Türk'üm der ve kardeştir.
Bu tür bir ayrımcılığı yasa halinde kabul, 21 ayrı kültürün bir arada yaşadığı Türkiye'de; 21 ayrı bölge 21 ayrı hak iddia eden, isteyen grup demektir.
Olayın taşınacağı nokta ise, Prof. Dr. Haydar Baş'ın söylediği gibi "AB'nin maksadı Türkiye'yi Yugoslavya gibi bölüp parçalara ayırmaktır".
AB'nin ve Avrupa Parlamentosu'nun bugüne kadar Türkiye ve Türkler hakkında aldığı hayırlı bir karar olmadığı gibi; Batı zihniyetinin de kendi menfaatine uymayan bir hadiseye "olur" demesi imkansızdır.
Özellikle ABD'ye karşı büyük bir Birleşik Avrupa Devleti olma yolunda ilerleyen AB'nin Laz'a, Çerkez'e, Kürt'e, Boşnak'a hak tanıyacağını, bu toplulukların bağımsız devletler olarak varlıklarını sürdürebilmelerine müsaade edeceğini kimse iddia edemez.
Yugoslavya örneği ortadadır. Parçalandıktan sonra 5 ayrı bölgeye ayrılan bu yerlerde ne istikrar, ne refah, ne de huzur vardır, olması da mümkün değildir.
Eskinin emperyalist devletleri bugün küresel bir mantıkla hareket etmekte, böl-parçala-yut- taktiğiyle dünya hakimiyetine oynamaktadırlar.
Sahip olduğu kaynaklar, bulunduğu coğrafi konumun stratejik önemi ve tarihten gelen misyonuyla bölgesinde lider bir Türkiye bu küresel güçlerin işine elbette gelmemektedir.
AB'nin daha adaylığa kabul sürecinde hükümetin önüne koyduğu ağır tavizlerin esas gayesi de budur.
Bizim topraklarımızda "ben Türk'üm" diyerek bir arada yaşayan etnik grupların ana dilde yayın, eğitim vs. konularında bugüne kadar bir sıkıntısı olmamıştır.
Bu mevzular batının Türkiye üzerindeki hesaplarını gerçekleştirebilmesi için uyguladığı senaryonun parçalarıdır.
Oysa, topraklarımızı, ekmeğimizi paylaştığımız bu kardeşlerimizin, böyle sinsi projelere kulak asmayacağı açıktır. Etle kemik olduğumuz bu coğrafyada birlik ve bütünlüğümüzü tehlikeye sokacak dış destekli her türlü tahrike rağmen oyunlara gelmedikleri bilinen bir gerçektir.
Şimdi bütünlüğümüzü garanti altına almak sırası siyasi iradenindir.
Bu hayati konularda ciddi tehlikeler oluşturabilecek bir düzenlemeyle dış mihrakların önü açılmamalıdır.
AB'ye yaranma uğruna bu yasaların değil mecliste kabulü; görüşülmesi dahi tehlikelidir.
Erken seçim telaşesi içerisinde, belki de hiç incelenmeden kabul görecek bu maddeler, yetkilileri millet ve tarih önünde vebal altına sokacak; devletimizi geriye dönüşü zor belki de imkansız neticelerle karşı karşıya bırakacaktır.
Meclisimiz hayatî bir karar arefesindedir. Bu süreçte AB üyelerinin ve Avrupa Parlamentosu'nun bize karşı tutumlarını gözler önüne seren, hakkımızda aldıkları kararlardan birkaçını vekillerimizin dikkatine sunmak istiyoruz:
1. AB'nin önemli üyelerinden Almanya'nın Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher 1992 yılında Stüddeutsche Zeitung'a verdiği demeçte, "Biz Yugoslavya'da yeni bir model oluşturduk, Türkler de buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdır" diyor.
2. "Aday ülke, kendisinden AB'nin istediği tüm istekleri yerine getirmiş olsa bile, adayın AB içine alınması AB içinde sorun yaratıyorsa, aday AB'ye alınmaz".
3. 20 Aralık 1999 günü bir açıklama yapan AB'nin şimdiki Konvansiyon Başkanı Giscard d'Estaing Türkiye'nin "aday ülke" durumunu açıklayarak:
"Türkiye'ye gerçek durum söylenmiyor. Türkiye'nin adaylığını kabul edelim diyenlerin gerçek eğilimi, Türkiye'nin AB'ye asla üye olamayacağı yönündedir".
4. "Türkiye Kıbrıs topraklarının % 37'sini yasadışı bir yolla işgal etmiştir". (10 Şubat tarihli AP kararı).
5. "AP özellikle Türk hükümetinden işgalci askeri güçlerini geri çekmesini ve Kıbrıs sorununa adil ve uygulanabilir bir çözüm getirmesini..." (19 Eylül 1996 tarihli AP kararı).
Dahil edilmeyeceğimizi açıkça ifadeden çekinmeyen bu birliğin Kıbrıs, Ege, Patrikhane, Güneydoğu meseleleriyle alakalı ve tamamında bizi suçlu addeden kararları da mevcuttur.
İçişlerimize müdahaleden başka bir anlamı olmayan bu tutuma karşı milletin vekilleri, artık milli menfaatlerimiz doğrultusunda tavır almalıdır.
Beklenilen budur...
Komisyona havale edilen karar, eğer "olur" alabilirse, mecliste oylamaya sunulacak.
Hükümetin MHP dışındaki 2 kanadı bu süreçte, bir yandan seçim tarihini erteletmenin yollarını ararken; diğer taraftan da siyasi kariyerlerini tamamıyla bağladıkları AB'ye uyum yasalarının çıkartılmasına uğraşacaklar.
Ana dilde yayın, ana dilde eğitim, idamın kaldırılması, cemaatlerin vakıf arazisi satın almaları konuları tartışmalı olan 14 maddelik paket, bu haliyle onaylanırsa, bizi almayacaklarını açıkça ifade eden bu topluluk uğruna devletimizin içerdeki birliğini bozacaktır.
Kardeşi kardeşe kırdırmaktan başka bir netice veremez.
Zira, vatan sathında yaşayan Türk, Laz, Çerkez, Kürt tüm vatandaşlarımız, ben Türk'üm der ve kardeştir.
Bu tür bir ayrımcılığı yasa halinde kabul, 21 ayrı kültürün bir arada yaşadığı Türkiye'de; 21 ayrı bölge 21 ayrı hak iddia eden, isteyen grup demektir.
Olayın taşınacağı nokta ise, Prof. Dr. Haydar Baş'ın söylediği gibi "AB'nin maksadı Türkiye'yi Yugoslavya gibi bölüp parçalara ayırmaktır".
AB'nin ve Avrupa Parlamentosu'nun bugüne kadar Türkiye ve Türkler hakkında aldığı hayırlı bir karar olmadığı gibi; Batı zihniyetinin de kendi menfaatine uymayan bir hadiseye "olur" demesi imkansızdır.
Özellikle ABD'ye karşı büyük bir Birleşik Avrupa Devleti olma yolunda ilerleyen AB'nin Laz'a, Çerkez'e, Kürt'e, Boşnak'a hak tanıyacağını, bu toplulukların bağımsız devletler olarak varlıklarını sürdürebilmelerine müsaade edeceğini kimse iddia edemez.
Yugoslavya örneği ortadadır. Parçalandıktan sonra 5 ayrı bölgeye ayrılan bu yerlerde ne istikrar, ne refah, ne de huzur vardır, olması da mümkün değildir.
Eskinin emperyalist devletleri bugün küresel bir mantıkla hareket etmekte, böl-parçala-yut- taktiğiyle dünya hakimiyetine oynamaktadırlar.
Sahip olduğu kaynaklar, bulunduğu coğrafi konumun stratejik önemi ve tarihten gelen misyonuyla bölgesinde lider bir Türkiye bu küresel güçlerin işine elbette gelmemektedir.
AB'nin daha adaylığa kabul sürecinde hükümetin önüne koyduğu ağır tavizlerin esas gayesi de budur.
Bizim topraklarımızda "ben Türk'üm" diyerek bir arada yaşayan etnik grupların ana dilde yayın, eğitim vs. konularında bugüne kadar bir sıkıntısı olmamıştır.
Bu mevzular batının Türkiye üzerindeki hesaplarını gerçekleştirebilmesi için uyguladığı senaryonun parçalarıdır.
Oysa, topraklarımızı, ekmeğimizi paylaştığımız bu kardeşlerimizin, böyle sinsi projelere kulak asmayacağı açıktır. Etle kemik olduğumuz bu coğrafyada birlik ve bütünlüğümüzü tehlikeye sokacak dış destekli her türlü tahrike rağmen oyunlara gelmedikleri bilinen bir gerçektir.
Şimdi bütünlüğümüzü garanti altına almak sırası siyasi iradenindir.
Bu hayati konularda ciddi tehlikeler oluşturabilecek bir düzenlemeyle dış mihrakların önü açılmamalıdır.
AB'ye yaranma uğruna bu yasaların değil mecliste kabulü; görüşülmesi dahi tehlikelidir.
Erken seçim telaşesi içerisinde, belki de hiç incelenmeden kabul görecek bu maddeler, yetkilileri millet ve tarih önünde vebal altına sokacak; devletimizi geriye dönüşü zor belki de imkansız neticelerle karşı karşıya bırakacaktır.
Meclisimiz hayatî bir karar arefesindedir. Bu süreçte AB üyelerinin ve Avrupa Parlamentosu'nun bize karşı tutumlarını gözler önüne seren, hakkımızda aldıkları kararlardan birkaçını vekillerimizin dikkatine sunmak istiyoruz:
1. AB'nin önemli üyelerinden Almanya'nın Dışişleri Bakanı Hans Dietrich Genscher 1992 yılında Stüddeutsche Zeitung'a verdiği demeçte, "Biz Yugoslavya'da yeni bir model oluşturduk, Türkler de buna benzer bir model üzerinde anlaşmalıdır" diyor.
2. "Aday ülke, kendisinden AB'nin istediği tüm istekleri yerine getirmiş olsa bile, adayın AB içine alınması AB içinde sorun yaratıyorsa, aday AB'ye alınmaz".
3. 20 Aralık 1999 günü bir açıklama yapan AB'nin şimdiki Konvansiyon Başkanı Giscard d'Estaing Türkiye'nin "aday ülke" durumunu açıklayarak:
"Türkiye'ye gerçek durum söylenmiyor. Türkiye'nin adaylığını kabul edelim diyenlerin gerçek eğilimi, Türkiye'nin AB'ye asla üye olamayacağı yönündedir".
4. "Türkiye Kıbrıs topraklarının % 37'sini yasadışı bir yolla işgal etmiştir". (10 Şubat tarihli AP kararı).
5. "AP özellikle Türk hükümetinden işgalci askeri güçlerini geri çekmesini ve Kıbrıs sorununa adil ve uygulanabilir bir çözüm getirmesini..." (19 Eylül 1996 tarihli AP kararı).
Dahil edilmeyeceğimizi açıkça ifadeden çekinmeyen bu birliğin Kıbrıs, Ege, Patrikhane, Güneydoğu meseleleriyle alakalı ve tamamında bizi suçlu addeden kararları da mevcuttur.
İçişlerimize müdahaleden başka bir anlamı olmayan bu tutuma karşı milletin vekilleri, artık milli menfaatlerimiz doğrultusunda tavır almalıdır.
Beklenilen budur...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002