Bir ülkede hukuk çok konuşuluyor ise onun eksikliği var demektir. Hukuk, soluduğumuz havaya benzer; yokluğunda nefes alamaz, boğulursunuz. Onu göremez veyahut dokunamazsınız ama hayatınızın her tarafında vardır. Sizi kuşatmıştır ve yaşarsınız. Biz niye hukuku çok konuşuyoruz? Bir yerde havadan veya havadaki oksijen oranından çok bahsediliyor ise ciddi bir havasızlık ve kirlilik var demektir.
Türkiye de maalesef yıllardır hukuk devleti olmaktan hızlı adımlarla uzaklaşıyor. Özellikle 2010 Anayasa değişikliğinden sonra...
Bu nedenle olacak ki sürekli hukuku ve Anayasa değişikliklerini konuşuyoruz.
Bu tartışmalar o kadar mecrasından çıktı ki, Anayasaya "Devletin dini İslam'dır" yazılsın diye teklifte bulunanlar bile var. Sanki ahirette devlet tüzelkişiliğine, "Dinin ne? Kitabın ne?" diye sorulacak! Veya şöyle soralım: Anayasada "Devletin dini İslam'dır" ibaresi olunca, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları topyekûn cennete mi girecek?!
Üstat Haydar Baş, bu tipleri gördükçe, "Biz bu insanlara dinin vicdan olduğunu nasıl anlatacağız" derdi. İslam dağa taşa, kurda kuşa oraya buraya yazılacak bir din değil. İlla bir yere yazacaksan, İslam'ı kendi kalbine yaz ve yaşa.
Konumuza dönecek olursak, sadece Anayasa değişikliği yapmak ile hukuk devleti olunmuyor. Demokratik hiç olunmuyor.
Son 10 yıl içinde iki kez Anayasa değişikliği yapıldı. 2010 ve 2017 yıllarında büyük debdebeler ile anayasa değişiklikleri yaptık. Peki, daha demokratik mi olduk? Keşke ama daha çok kan kaybetmiş gözüküyoruz. 2010 Anayasa değişikliğinde iktidarın tek bir hedefi vardı, 'yargıyı bütünüyle kontrol altına almak.' Dönemin Başbakanı, günümüzün Cumhurbaşkanı 2010 referandumunda açık açık şunu ifade etmişti: "Yargı ayağımıza pranga oluyor, atacağımız adımları engelliyor, bu zincirleri millet kıracak."
Yargının görevi tam olarak da bunu yapmak değil midir! Yargının görevi, hukuka aykırı davranana 'dur' demektir. Vatandaş da yapsa, siyasetçi de yapsa, yürütme organının başındaki kişi de yapsa kendi sınırları içerisinde ona 'dur' diyecek.
Aynı zamanda yargı, zayıfın güçlü karşısında sığınacak son limanıdır. Siz eğer yargıyı güçlünün eline teslim ederseniz artık zayıf olanın, güçlüye muhalefet edenin sığınacak hiçbir limanı kalmaz. Tam tersi sığınılacak bir liman olmaktan çıkar, güçlünün elinde zayıfı ezecek bir sopaya dönüşür. Biz 2010 referandumunda da bunu savunduk ve anlattık.
Siyasal iktidar, yargının kendisine 'dur' diyememesini hedeflemişti ve 10 yıllık tecrübemize baktığımızda bu büyük oranda başarılmış gözüküyor.
2017 Anayasa değişikliği ile yürütme tek kişinin elinde olsun istenmişti. Hatta partili cumhurbaşkanı kavramı ile yasama da yürütmenin kontrolünde olsun istenmişti. Bu da başarılmış gözüküyor.
İki değişiklik ile yasama ve yargı yürütme organın kontrolüne, yürütme de tek bir kişinin emrine verilmiş oldu. Yaptığımız değişikliler yaklaşık 100 yıldır bütün dünyanın ezbere bildiği ve defalarca da deneme yanılma yoluyla tecrübe ettiği kuvvetler ayrılığını zayıflatarak adeta 100 yıl geriye gittik. Şimdi daha antidemokratik bir ortamda, temsilde adaletin olmadığı ve yürütme organının emrine girmiş bir Meclis ile yapılacak Anayasa değişikliği ile ancak daha geriye gideriz.
- Toplumsal barış projesi üzerine bir analiz – 2 / 10.03.2023
- Toplumsal Barış Projesi üzerine bir analiz - 1 / 09.03.2023
- Doğuştan imtiyazlı muhalefet / 14.01.2023
- AKP gömleğini çıkarmamış muhalefet / 13.01.2023
- Paraya hükmetme çağı / 26.07.2022
- Ekonomik kurtuluş savaşı -5- / 10.01.2022
- Ekonomik kurtuluş savaşı -3- / 08.01.2022
- Ekonomik kurtuluş savaşı / 06.01.2022
- Ekonomide ağır faturalar ödemeye hazır mısınız? / 18.11.2021