İnsanlığa hizmet eden herkesin insanlık üzerinde hakları vardır. İlim, sanat, keşif, buluş, hikmet, felsefe, edep, ahlak hangi yolla hizmet etmiş olursa olsunlar, hizmet edenler insanlık üzerinde hak sahibidirler. Fakat yine de bu kimselerin insanlık üzerinde şehitler kadar hakları yoktur. Bundan dolayıdır ki insanların şehitler hakkındaki duygusal tepkisi en üst seviyededir. Çünkü insandaki özgürlük ve adalet duygusu, ciğerin teneffüs etmesi için gerekli olan hava gibidir. Onsuz hayatın devam etmesi mümkün olamaz. Nitekim İslam Peygamberi şöyle buyuruyor: "Yönetim, küfürle ayakta kalır ama zulümle ayakta kalamaz." Dolayısıyla âlimler elde ettikleri ilimde, kâşifler keşiflerinde, hâkim ve filozoflar kazandıkları hikmet ve felsefede şehitlere borçludurlar. Fakat şehitler kendi işlerinde kimseye borçlu değildirler. Çünkü şehitler, insanlar içlerindeki fikir cevherlerini özgür bir ortamda açığa çıkarabilsinler diye kendilerini feda etmişlerdir. Netice itibariyle diyebiliriz ki şehitler insanlık âleminin mumu gibidirler. Yanarlar ve insanlık âlemini aydınlatırlar.
"Ey Peygamber! Gerçekten Biz Seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı, korkutucu olarak gönderdik. Nur saçan bir çerağ olarak gönderdik." (Ahzab: 45,46).
Nur saçan çerağ tabirinden maksat Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ortaya çıkardığı bölgeyi aydınlatmasını beyan etmektedir. Eğer halkın rüştü olursa, bölge karanlık değildir ve çerağa da ihtiyaç yoktur.
İşte Yezid böyle bir ortamda iş başına gelmişti. Medine valisine şöyle yazmıştı: "Hüseyin'den sıkı bir şekilde biat al."
Yezid, biatten başka bir şeye razı olmuyordu. Bu durumda da İmam Hüseyin (a.s.) üç şeyden birini yapmak zorunda kalacaktı. Ya biat edip teslim olacaktı, ya bir dereye ya da dağın eteğine sığınacaktı ve aynen korkuyla şecaati bir arada yaşayan eşkıya gibi yaşayacak veya ölünceye dek direnecekti.
İmam Hüseyin (a.s.) gibi bir şahsiyet bu üç yoldan birincisi olan biat işini yapamazdı. Nitekim o işle ilgili şöyle buyurmuştur: "Bu işi ne Allah, ne Peygamberi ve ne de mü'minler kabul eder. Ve ne de pak ve temiz olan kucaklar ve izzet-i nefsi olan kimseler bunu kabul etmez." İkinci yol olan, dağ ve derelere sığınmayı da kabul etmezdi. Nitekim bu teklifte bulunanlara da, "Allah'a and olsun ki Allah'ın dediği olana kadar ondan vazgeçmeyeceğim. Ne size zillet eli veririm ne de kölenin ikrarı gibi ikrar ederim" buyurdu. Nitekim babası Ali (a.s.) da şöyle buyurmuştu: "Allah'a and olsun ki, eğer benimle savaşmak için Arap arka arkaya verse dahi onlardan yüz çevirmem. Ve eğer fırsat olursa ona doğru koşarım." Üçüncü yol ise kendisinin seçmiş olduğu şehadet yoluydu.
İmam Hüseyin (a.s.) 'Seyyid-i Şüheda'dır. İlk önceleri "şehitlerin efendisi" anlamına gelen seyyid-i şüheda lakabı Hz. Peygamber'in amcası Hz. Hamza'ya verilmişti. Sonra İmam Hüseyin'e de verildi. İmam'ın şehadeti diğerlerini unutturdu. İmam'ın ashabının durumu da kendilerinden önceki tüm şehitlerin önüne geçecek nitelikteydi. Nitekim kendisi şöyle buyuruyor: "Ben kendi ashabımdan daha hayırlı ve daha vefalı ve Ehl-i Beyt'imden de daha sadık ve vefalı bir Ehl-i Beyt tanımıyorum."
İmam Hüseyin (a.s.)'ın ashabı hem dost tarafından serbesttiler ve hem de düşman tarafından. İmam'ın kendisi bile ashabına şöyle söyledi: "Onlar sadece beni istiyorlar diğerleriyle bir işi olamaz. Gecenin karanlığından yararlanarak kendi şehir ve memleketinize doğru çekip gidin." Bu sözleri söylerken de göz göze gelip utanmasınlar diye kafasını öne eğerek sözlerini söyledi.
İmam Hüseyin (a.s.)'ın Aşura günü karşı karşıya bulunduğu o korkunç ve vefasız ortamda, Kûfelilerin kendisine karşı sergilemiş oldukları alçaklık, edepsizlik, vahşilik ve uygunsuz sözler karşısında tek teselli bulduğu şey, ashabının ve Ehl-i Beyt'inin kendisine karşı göstermiş olduğu vefa, canlarından vazgeçmeleri, İmam'a hizmette kusursuzlukları ve onunla olan dert ortaklıklarıydı.
Allah'ın selamı tümünün ve tüm şehitlerin üzerine olsun.
"Ey Peygamber! Gerçekten Biz Seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı, korkutucu olarak gönderdik. Nur saçan bir çerağ olarak gönderdik." (Ahzab: 45,46).
Nur saçan çerağ tabirinden maksat Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ortaya çıkardığı bölgeyi aydınlatmasını beyan etmektedir. Eğer halkın rüştü olursa, bölge karanlık değildir ve çerağa da ihtiyaç yoktur.
İşte Yezid böyle bir ortamda iş başına gelmişti. Medine valisine şöyle yazmıştı: "Hüseyin'den sıkı bir şekilde biat al."
Yezid, biatten başka bir şeye razı olmuyordu. Bu durumda da İmam Hüseyin (a.s.) üç şeyden birini yapmak zorunda kalacaktı. Ya biat edip teslim olacaktı, ya bir dereye ya da dağın eteğine sığınacaktı ve aynen korkuyla şecaati bir arada yaşayan eşkıya gibi yaşayacak veya ölünceye dek direnecekti.
İmam Hüseyin (a.s.) gibi bir şahsiyet bu üç yoldan birincisi olan biat işini yapamazdı. Nitekim o işle ilgili şöyle buyurmuştur: "Bu işi ne Allah, ne Peygamberi ve ne de mü'minler kabul eder. Ve ne de pak ve temiz olan kucaklar ve izzet-i nefsi olan kimseler bunu kabul etmez." İkinci yol olan, dağ ve derelere sığınmayı da kabul etmezdi. Nitekim bu teklifte bulunanlara da, "Allah'a and olsun ki Allah'ın dediği olana kadar ondan vazgeçmeyeceğim. Ne size zillet eli veririm ne de kölenin ikrarı gibi ikrar ederim" buyurdu. Nitekim babası Ali (a.s.) da şöyle buyurmuştu: "Allah'a and olsun ki, eğer benimle savaşmak için Arap arka arkaya verse dahi onlardan yüz çevirmem. Ve eğer fırsat olursa ona doğru koşarım." Üçüncü yol ise kendisinin seçmiş olduğu şehadet yoluydu.
İmam Hüseyin (a.s.) 'Seyyid-i Şüheda'dır. İlk önceleri "şehitlerin efendisi" anlamına gelen seyyid-i şüheda lakabı Hz. Peygamber'in amcası Hz. Hamza'ya verilmişti. Sonra İmam Hüseyin'e de verildi. İmam'ın şehadeti diğerlerini unutturdu. İmam'ın ashabının durumu da kendilerinden önceki tüm şehitlerin önüne geçecek nitelikteydi. Nitekim kendisi şöyle buyuruyor: "Ben kendi ashabımdan daha hayırlı ve daha vefalı ve Ehl-i Beyt'imden de daha sadık ve vefalı bir Ehl-i Beyt tanımıyorum."
İmam Hüseyin (a.s.)'ın ashabı hem dost tarafından serbesttiler ve hem de düşman tarafından. İmam'ın kendisi bile ashabına şöyle söyledi: "Onlar sadece beni istiyorlar diğerleriyle bir işi olamaz. Gecenin karanlığından yararlanarak kendi şehir ve memleketinize doğru çekip gidin." Bu sözleri söylerken de göz göze gelip utanmasınlar diye kafasını öne eğerek sözlerini söyledi.
İmam Hüseyin (a.s.)'ın Aşura günü karşı karşıya bulunduğu o korkunç ve vefasız ortamda, Kûfelilerin kendisine karşı sergilemiş oldukları alçaklık, edepsizlik, vahşilik ve uygunsuz sözler karşısında tek teselli bulduğu şey, ashabının ve Ehl-i Beyt'inin kendisine karşı göstermiş olduğu vefa, canlarından vazgeçmeleri, İmam'a hizmette kusursuzlukları ve onunla olan dert ortaklıklarıydı.
Allah'ın selamı tümünün ve tüm şehitlerin üzerine olsun.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hasan Kanaatlı / diğer yazıları
- Neden yazıyoruz / 16.01.2018
- Emevi mektebi / 26.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri-2 / 17.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri / 14.11.2017
- Muaviye'nin geçmişine kısa bir bakış / 13.11.2017
- İmam Hüseyin'i (a.s.) tanımak / 09.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi??2 / 08.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi?-1 / 07.11.2017
- Kur'an açısından Allah adına ıslah / 06.11.2017
- İmam Hasan (a.s.)'ın barışının mahiyeti / 05.11.2017
- Emevi mektebi / 26.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri-2 / 17.11.2017
- Ehl-i Beyt mektebinin nitelikleri / 14.11.2017
- Muaviye'nin geçmişine kısa bir bakış / 13.11.2017
- İmam Hüseyin'i (a.s.) tanımak / 09.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi??2 / 08.11.2017
- Şayet Hüseyin (a.s.) biat etseydi?-1 / 07.11.2017
- Kur'an açısından Allah adına ıslah / 06.11.2017
- İmam Hasan (a.s.)'ın barışının mahiyeti / 05.11.2017