Rusya'nın Ukrayna'ya başlattığı askeri operasyon nedeniyle Montrö Boğazlar Sözleşmesi gündeme oturdu.
Ukrayna, Türkiye'den, Montrö Sözleşmesi'nin uygulanarak, Boğazlar'dan geçişin yasaklanmasını istedi.
Bu istemi uluslararası hukuka ve sözleşme hukukuna yatıralım;
Lozan'da 24 Temmuz 1923'de imzalanmış Boğazlar Rejimine ilişkin Sözleşme'nin yerine geçmek üzere, 22 Haziran 1936 Pazartesi günü saat 16.00'da Montrö Palas'ta (İsviçre) toplanan Konferans, halkın da davet edildiği, 18'inci son oturumda imza aşamasına geldi. Ve resmi senetlerin imzalanmasıyla Montrö Boğazlar Sözleşmesi uluslararası hukukta yerini aldı.
Lozan'daki sözleşmeyi hatırlarsak; Boğazlar askersizleştiriliyor ve yönetimi uluslararası bir komisyona bırakılıyordu. Amaç, Milletler Cemiyeti'nin (Bugünkü Birleşmiş Milletler) öngördüğü kolektif güvenlik sisteminin işleyeceği ve uluslararası alandaki silahsızlanma çabalarının olumlu bir sonuç vereceğine olan inançtı.
Oysa, 1936 yılına gelindiğinde bu beklentinin gerçekleşmeyeceği anlaşılmıştı. Milletler Cemiyeti'nin kolektif güvenlik sistemi çökmüştü. Japonya'nın Mançurya'yı işgali karşısında Milletler Cemiyeti hareketsiz kalmıştı. İtalya'nın Habeşistan'ı işgali nedeniyle Milletler Cemiyeti'nin uyguladığı yaptırımlar etkili olamamış, üstelik İtalya'nın yaptırımlara katılan devletlere sert bir tepki göstererek savaşla tehdit etmesine yol açmıştı. Bu devletler arasında Türkiye de vardı.
Silahsızlanma çabalarıysa bir sonuç vermemişti. Deniz ve kara silahlarında yarış yeniden başlamış, Hitler Almanya'sı Milletler Cemiyeti çerçevesinde kurulan Silahsızlanma Komisyonu'ndan çekilmişti.
Bunlardan da anlaşılacağı gibi, 1936 Avrupa'sında, 1923 Lozan Konferansı'nın toplandığı yıllardan çok farklı bir siyasal ortam vardı. Bu siyasal ortam Türkiye'de güvenlik açısından haklı kaygılar doğuruyordu. Bu durumda Türkiye, uluslararası alanda güvenlik kaygılarını dile getiren bir dizi girişimde bulundu. Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nde egemenliğine getirilen sınırlamaların kaldırılmasını istedi.
Bu bağlamda 10 Nisan 1936 tarihinde, Türkiye, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'ne taraf devletlere gönderdiği notada, değişen uluslararası koşullar çerçevesinde Boğazlar'da yeni bir düzenleme yapılması amacıyla bir konferans toplanmasını önerdi.
Notada, değişen uluslararası koşullar ve Türkiye'nin güvenlik kaygıları dile getirildikten sonra Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin hükümlerinin işlevsizleştiği belirtilmekte, bir uluslararası konferans toplanarak Boğazlar için yeni bir rejimin saptanması öngörülmekteydi.
Türkiye'nin notasında dikkati çeken bir husus, "pek yakın bir savaş tehdidi altında, savaş ve barış dışında bağımsız bir statüye yer verilmiş olmasıdır. Türkiye'nin notasında, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin sadece barış ve savaş durumunda uygulanabilecek hükümler içerdiği, oysa "haliharp (savaş hali) ansızın ve hiçbir formalitesiz vukua gelebileceğinden," yeni Boğazlar Sözleşmesi'nin bu duruma ilişkin hükümler de içermesi gerektiği belirtilmektedir. Böylelikle Türkiye'ye bu durumda da yasal savunma (meşru müdafaa) hakkı tanınmış olacaktır. Bu öneri ile Türkiye, yasal savunma hakkının sınırlarını bir saldırı olmadan da, savaş tehdidini kapsayacak şekilde genişletmektedir. 1936'da öne sürülen ve Montrö Konferansı'nda tartışmalara yol açtıktan sonra sözleşmeye giren Türk tezi Mustafa Kemal Atatürk'ün dehasını ve görüş ufkunun genişliğini göstermektedir. Hem Lozan Barış Sözleşmesi hem de Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgeleridir.
Boğazlar üzerinde egemenlik hakkı tamamen Türkiye'ye aittir.
Montrö Sözleşmesi, Türkiye'nin ve Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin güvenliği ile Karadeniz'de kıyısı olmayan devletlerin çıkarları arasında kurulan hassas bir üçlü dengeye dayanır.
Rusya, Ukrayna'ya karşı savaş ilan etmemiş olsa da ortada bir savaş durumu var. Türkiye savaşan taraf olmasa bile Sözleşme'nin 21. maddesine göre savaş tehdidi altında sayılabilir. Bu maddeye dayanarak Boğazlar'dan geçişi yasaklayabilir. Ancak, Rusya, NATO ve ABD üçgeninde denge politikasını becerebilecek miyiz? Atatürk ve Cumhuriyet değerlerini törpüleyen kesimden umudumuz yoksa da, sağduyu sahiplerinin devlet aklı kıskacında sıkışıp kalanlara yol gösterme olasılığı gönlümüze biraz su serpiyor.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023