Nöbet sırası bizde
Doğru yaşamak; hayatı bilinçli yaşamaktır. Aslında insan bilinçli yaşamak zorundadır, başka yolu da yoktur. Kişinin gidişatı fıtrat rayları üzerinde olmalıdır. Fıtrat raylarının bulunduğu bu yol Yüce Allah'ın (cc) koyduğu kurallara uymak, yasaklarından kaçınmaktır. Bu yola aykırı hareket etmek ise insanı bir dolu sıkıntıya sokar. Bu, hayatı iyi yaşama kararlığı; Kur'an Ahlakını (Yaşama Sanatı) öğrenmekte bize yol gösterebilir. Doğru sonuçlara yanlış yol ve yöntemlerle asla ulaşamayız.
Yüce Allah'a ulaşmakta, O'nu iyi tanıyıp, O'na iyi bir kul olmakta kullanacağımız araçları ne yazık ki birer amaç yapmışız. Yani Hakka varmakta aracımız (vesilemiz) olan dünya nimetlerini, kendimize birer hedef ve ulaşılması şart amaçlara çevirmişisiz. Bu nedenle tamamen dünyaya yönelmiş, dünyanın içindeki geçici olan her şeye ulaşabilmek için son derece hırsa kapılmışız. Zamanı sadece maddi kazanç kapısından ibaret görüp, sevgi ve barış ortamından nasibimizi alamaz olmuşuz. Bu hırsla; ruhsal dengelerimizi bozmuş, gergin ve stres dolu insanlar olup, çıkmışız. Bu bedensel gerginlik, kalp ile beynin zorlanmasına, sinirlerin yıpranmasına yol açmış, ruhi ve bedeni bir çok hastalıklara sahip olmuşusuz. Halbuki yarın ahirette yeteri kadarını temin ettikten sonra niçin fazladan evin, araban, yazlığın olmadı diye sorulacağını mı zannetmiştik.
Dünyanın bir tarlaya benzetildiğini, hayır ekildiği zaman hayrın, şer ekildiği zaman şerrin mahsul vereceğini, bu manada dünyaya ekip biçmeye geldiğimizi de duymuştuk ama biz tarlayı ekmek yerine ona sahip olmayı tercih ettik. Bu uğurda belki bir ömür çile çektik, biz koştuk o hep uzaklaştı. Yıllarca akıntıya karşı kürek çekerek saçlarımıza belki aklar düşürdük, gençliğimizi bu yolda yitirdik. Ya elde ne var? Bir depreme direnemeyecek evler, bir kazadan paramparça olabilecek otomobillerden başka...
Nefis aldatmacası içinde fıtratın (yaratılışın) hükümlerine ters hareketlerle, yani akıntılara karşı daha ne kadar, nereye kadar dayanabiliriz? Bir gün musalla taşına yatacağımız, kafalarımızın dank edeceği günü beklemeyelim. Sonu olmayan, ebedi alemde bizleri bekleyen, oraya götürecek bir şey bulamazken; fani dünyada kazanıp edindiklerimize ne kadar da çok seviniyoruz, onlardan hiç ayrı kalmayacakmışcasına. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde "Nerede ne kadar kalacaksanız, oraya o kadar çalışınız" buyurmuştur. Bizler ise her şeyi tersine çevirmiş, konakladığımız dünyaya yapışmış, yıllarımızı heba etmekteyiz.
Belki bir çok kitaplar okuyoruz, ahiretle ilgili konular duyuyoruz, bir yakınımız ölse bir müddet etkileniyoruz ama kendimizi, bizden istenilen seviyeye getirmek için tam manasıyla çalışmıyoruz. Bilgilerimizi, bilince çevirmiyoruz, içlerimize, ruhlarımıza, zerrelerimize işletmiyoruz gerçekleri. Belki şekil ve şemalimizce bir Müslüman'a benzerken ruhumuzla benzemiyoruz. Hz. Ömer ölümü unutmaması, ona ölümü hatırlatması için adam tutmuştu. Yunus Emre şiirler yazmıştı. Ya nöbet sırası gelmiş olan bizler?..
Mezar
Sabah mezarlığa vardım,
Baktım herkes ölmüş yatar,
Her biri çaresiz olup,
Ömrünü yitirmiş yatar.
Kimi yiğit, kimi koca,
Kimi vezir, kimi hoca,
Gündüzleri olmuş gece,
Karanlığa girmiş yatar.
Vardım onların katına,
Baktım ecel heybetine,
Ne yiğitler muradına,
Daha ermemiş yatar.
Nicelerin bağrın deler,
Kurtlar üstünde gezeler,
Gepegencecik tazeler,
Gül gibice solmuş yatar.
Yarı kalmış tüm işleri,
Dökülmüş inci dişleri
Dağılmış sırma saçları
Hep yerlere düşmüş yatar.
Çürüyüp durur tenleri,
Hakka ulaşmış canları,
Görmez misin sen bunları?
Nöbet bize gelmiş yatar.
Yunus Emre
Doğru yaşamak; hayatı bilinçli yaşamaktır. Aslında insan bilinçli yaşamak zorundadır, başka yolu da yoktur. Kişinin gidişatı fıtrat rayları üzerinde olmalıdır. Fıtrat raylarının bulunduğu bu yol Yüce Allah'ın (cc) koyduğu kurallara uymak, yasaklarından kaçınmaktır. Bu yola aykırı hareket etmek ise insanı bir dolu sıkıntıya sokar. Bu, hayatı iyi yaşama kararlığı; Kur'an Ahlakını (Yaşama Sanatı) öğrenmekte bize yol gösterebilir. Doğru sonuçlara yanlış yol ve yöntemlerle asla ulaşamayız.
Yüce Allah'a ulaşmakta, O'nu iyi tanıyıp, O'na iyi bir kul olmakta kullanacağımız araçları ne yazık ki birer amaç yapmışız. Yani Hakka varmakta aracımız (vesilemiz) olan dünya nimetlerini, kendimize birer hedef ve ulaşılması şart amaçlara çevirmişisiz. Bu nedenle tamamen dünyaya yönelmiş, dünyanın içindeki geçici olan her şeye ulaşabilmek için son derece hırsa kapılmışız. Zamanı sadece maddi kazanç kapısından ibaret görüp, sevgi ve barış ortamından nasibimizi alamaz olmuşuz. Bu hırsla; ruhsal dengelerimizi bozmuş, gergin ve stres dolu insanlar olup, çıkmışız. Bu bedensel gerginlik, kalp ile beynin zorlanmasına, sinirlerin yıpranmasına yol açmış, ruhi ve bedeni bir çok hastalıklara sahip olmuşusuz. Halbuki yarın ahirette yeteri kadarını temin ettikten sonra niçin fazladan evin, araban, yazlığın olmadı diye sorulacağını mı zannetmiştik.
Dünyanın bir tarlaya benzetildiğini, hayır ekildiği zaman hayrın, şer ekildiği zaman şerrin mahsul vereceğini, bu manada dünyaya ekip biçmeye geldiğimizi de duymuştuk ama biz tarlayı ekmek yerine ona sahip olmayı tercih ettik. Bu uğurda belki bir ömür çile çektik, biz koştuk o hep uzaklaştı. Yıllarca akıntıya karşı kürek çekerek saçlarımıza belki aklar düşürdük, gençliğimizi bu yolda yitirdik. Ya elde ne var? Bir depreme direnemeyecek evler, bir kazadan paramparça olabilecek otomobillerden başka...
Nefis aldatmacası içinde fıtratın (yaratılışın) hükümlerine ters hareketlerle, yani akıntılara karşı daha ne kadar, nereye kadar dayanabiliriz? Bir gün musalla taşına yatacağımız, kafalarımızın dank edeceği günü beklemeyelim. Sonu olmayan, ebedi alemde bizleri bekleyen, oraya götürecek bir şey bulamazken; fani dünyada kazanıp edindiklerimize ne kadar da çok seviniyoruz, onlardan hiç ayrı kalmayacakmışcasına. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde "Nerede ne kadar kalacaksanız, oraya o kadar çalışınız" buyurmuştur. Bizler ise her şeyi tersine çevirmiş, konakladığımız dünyaya yapışmış, yıllarımızı heba etmekteyiz.
Belki bir çok kitaplar okuyoruz, ahiretle ilgili konular duyuyoruz, bir yakınımız ölse bir müddet etkileniyoruz ama kendimizi, bizden istenilen seviyeye getirmek için tam manasıyla çalışmıyoruz. Bilgilerimizi, bilince çevirmiyoruz, içlerimize, ruhlarımıza, zerrelerimize işletmiyoruz gerçekleri. Belki şekil ve şemalimizce bir Müslüman'a benzerken ruhumuzla benzemiyoruz. Hz. Ömer ölümü unutmaması, ona ölümü hatırlatması için adam tutmuştu. Yunus Emre şiirler yazmıştı. Ya nöbet sırası gelmiş olan bizler?..
Mezar
Sabah mezarlığa vardım,
Baktım herkes ölmüş yatar,
Her biri çaresiz olup,
Ömrünü yitirmiş yatar.
Kimi yiğit, kimi koca,
Kimi vezir, kimi hoca,
Gündüzleri olmuş gece,
Karanlığa girmiş yatar.
Vardım onların katına,
Baktım ecel heybetine,
Ne yiğitler muradına,
Daha ermemiş yatar.
Nicelerin bağrın deler,
Kurtlar üstünde gezeler,
Gepegencecik tazeler,
Gül gibice solmuş yatar.
Yarı kalmış tüm işleri,
Dökülmüş inci dişleri
Dağılmış sırma saçları
Hep yerlere düşmüş yatar.
Çürüyüp durur tenleri,
Hakka ulaşmış canları,
Görmez misin sen bunları?
Nöbet bize gelmiş yatar.
Yunus Emre
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.