Yıllarca yazdık ve konuştuk, "AB'ye girmek bağımsızlıktan vazgeçmektir" diye. Bazıları, bu kesin hükmümüzü ve keskin söylemimizi abartılı buldular. "Öyle şey olur mu? Oraya girmek isteyenler hain mi?" deyip geçtiler. Şimdi bıçak kemiğe dayandı. Bir başka deyişle, yol ayırımına geldik. Artık egemenliğin devri açık açık tartışılıyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Türkiye'nin AB'ye katılıma hazır hale gelebilmesi için başta 'egemenliğin kayıtsız şartsız millete aittir' hükmü olmak üzere, Anayasa'nın bazı maddelerinin değişeceğini söylüyor. TBMM Başkanı Bülent Arınç da "egemenliğin devri, ne ayıptır, ne de günah" diyor.
Bu anlayışa sahip kişiler, kalkıyor 2005 yılını "milli egemenlik yılı" olarak ilan ediyorlar. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, konu ile ilgili şöyle diyor: "Hem egemen olduğunuzu dünyaya ilan edeceksiniz, hem de egemenliğinizi AB'ye devredeceksiniz. Böyle tenakuz olmaz". Gerçekten olmaz. Ama gel gör ki, AKP bunu yapıyor. Millet, bunları yutuyor mu? Onu da seçim gösterecektir.
"AB'ye girelim, ama bağımsızlıktan da taviz vermeyelim" diyenler hâlâ var. Bu kişilere, 21 Nisan 2005 tarihli Akşam Gazetesi'nde Engin Ardıç şöyle sesleniyor: "İşte AB üyeliği budur beyler! Tam bağımsızlık yok, 'kısmi' bağımsızlık var; bağımsızlığın bir kısmından 'feragat etmek' var".
AB'cilerin bazısı sözünü eğip bükmeden açık ve net olarak söylüyor. Hatta bağımlı devlet istediklerini bile. Sloganları da belli :"Bağımlı devlet, bağımsız birey". Diyorlar ki: "Devlet ne kadar bağımlı olursa, birey de o kadar bağımsız olur". Peki, devlet kime bağımlı olacak? Bağımlı devletin bireyinin bağımsızlığı nasıl korunacaktır? AB'ciler, bu ve buna benzer sorulara tek bir cevap veriyorlar: "AB'ye üye olunca, her şey tamamdır, güllük gülistanlıktır".
AKP iktidarına, AB için fikri destek sağlayanlardan biri olan Prof. Dr. Eser Karakaş, 2002 tarihinde Trabzon'da katıldığı "AB Sürecinde Siyaset ve Vesayet" başlıklı panelde, üniversiteli bir gencin sorusuna verdiği cevapta şöyle diyordu: "Atatürk ve milli politika ile ilgili sorulardan hoşlanmadığımı itiraf edeyim. 2000'li yılların sorunlarına Atatürk referansıyla yaklaşmak gerçekten bize yakışmıyor. Şu anda Kopenhag Kriterleri'ni bütünüyle oylayın, hepsine hayır çıkacaktır. Ben burada imzamı atarım. O halde ben bunu biliyorsam, doğrudur bu. O halde uluslararası vesayetten yanayım. Kopenhag Kriterleri'ni uluslararası vesayet Türkiye'ye dayatacaksa, bir biçimde, ben de bundan yanayım". Bizim anlatmak istediğimiz de işte budur. Yani AB'ciler, demokrat değiller, ama demokrasiyi kullanıyorlar. Demokrat olsalar, halkın iradesine boyun eğerler. Bunlar işlerine geldiği yerde, işlerine geldiği kadar demokrasiyi savunurlar.
Bağımsızlık, uğruna milyonlarca can verdiğimiz değerlerimizin başında yer almaktadır. Ne hale geldik veya getirildik ki, onun devredilmesinin tartışıldığı bir ortamda sessiz sedasız durabiliyoruz. İstiklal Savaşı vererek kazandığımız bağımsızlığımızı, aynı milletlere devretmemizi istiyorlar. İşin garip tarafı, bunun Atatürkçülük adına yapılmasıdır. Bir bunlara, bir de Atatürk'e bakınız. Atatürk, 27 Ocak 1923 yılında İzmir'de annesinin mezarını ziyarete gider ve mezar başında şunları söyler: " Annemin mezarının önünde ve Allah'ın huzurunda and içiyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse canımı feda etmek vicdan ve namus borcum olsun". (Atatürk,Din ve Din Adamları, Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, s. 14).
Bir yandan "milli egemenlik yılı" ilan eden, öte yandan milli egemenliği devretmek için çalışan TBMM'nin bu tutumunu anlamak ve izah etmek gerçekten zor. Ama bütün bunları, şimdilik bir kenara koyuyor ve şu soruyu soruyoruz. Sahi, TBMM'nin egemenliği devretme hakkı ve yetkisi var mı?
Bu anlayışa sahip kişiler, kalkıyor 2005 yılını "milli egemenlik yılı" olarak ilan ediyorlar. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, konu ile ilgili şöyle diyor: "Hem egemen olduğunuzu dünyaya ilan edeceksiniz, hem de egemenliğinizi AB'ye devredeceksiniz. Böyle tenakuz olmaz". Gerçekten olmaz. Ama gel gör ki, AKP bunu yapıyor. Millet, bunları yutuyor mu? Onu da seçim gösterecektir.
"AB'ye girelim, ama bağımsızlıktan da taviz vermeyelim" diyenler hâlâ var. Bu kişilere, 21 Nisan 2005 tarihli Akşam Gazetesi'nde Engin Ardıç şöyle sesleniyor: "İşte AB üyeliği budur beyler! Tam bağımsızlık yok, 'kısmi' bağımsızlık var; bağımsızlığın bir kısmından 'feragat etmek' var".
AB'cilerin bazısı sözünü eğip bükmeden açık ve net olarak söylüyor. Hatta bağımlı devlet istediklerini bile. Sloganları da belli :"Bağımlı devlet, bağımsız birey". Diyorlar ki: "Devlet ne kadar bağımlı olursa, birey de o kadar bağımsız olur". Peki, devlet kime bağımlı olacak? Bağımlı devletin bireyinin bağımsızlığı nasıl korunacaktır? AB'ciler, bu ve buna benzer sorulara tek bir cevap veriyorlar: "AB'ye üye olunca, her şey tamamdır, güllük gülistanlıktır".
AKP iktidarına, AB için fikri destek sağlayanlardan biri olan Prof. Dr. Eser Karakaş, 2002 tarihinde Trabzon'da katıldığı "AB Sürecinde Siyaset ve Vesayet" başlıklı panelde, üniversiteli bir gencin sorusuna verdiği cevapta şöyle diyordu: "Atatürk ve milli politika ile ilgili sorulardan hoşlanmadığımı itiraf edeyim. 2000'li yılların sorunlarına Atatürk referansıyla yaklaşmak gerçekten bize yakışmıyor. Şu anda Kopenhag Kriterleri'ni bütünüyle oylayın, hepsine hayır çıkacaktır. Ben burada imzamı atarım. O halde ben bunu biliyorsam, doğrudur bu. O halde uluslararası vesayetten yanayım. Kopenhag Kriterleri'ni uluslararası vesayet Türkiye'ye dayatacaksa, bir biçimde, ben de bundan yanayım". Bizim anlatmak istediğimiz de işte budur. Yani AB'ciler, demokrat değiller, ama demokrasiyi kullanıyorlar. Demokrat olsalar, halkın iradesine boyun eğerler. Bunlar işlerine geldiği yerde, işlerine geldiği kadar demokrasiyi savunurlar.
Bağımsızlık, uğruna milyonlarca can verdiğimiz değerlerimizin başında yer almaktadır. Ne hale geldik veya getirildik ki, onun devredilmesinin tartışıldığı bir ortamda sessiz sedasız durabiliyoruz. İstiklal Savaşı vererek kazandığımız bağımsızlığımızı, aynı milletlere devretmemizi istiyorlar. İşin garip tarafı, bunun Atatürkçülük adına yapılmasıdır. Bir bunlara, bir de Atatürk'e bakınız. Atatürk, 27 Ocak 1923 yılında İzmir'de annesinin mezarını ziyarete gider ve mezar başında şunları söyler: " Annemin mezarının önünde ve Allah'ın huzurunda and içiyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse canımı feda etmek vicdan ve namus borcum olsun". (Atatürk,Din ve Din Adamları, Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, s. 14).
Bir yandan "milli egemenlik yılı" ilan eden, öte yandan milli egemenliği devretmek için çalışan TBMM'nin bu tutumunu anlamak ve izah etmek gerçekten zor. Ama bütün bunları, şimdilik bir kenara koyuyor ve şu soruyu soruyoruz. Sahi, TBMM'nin egemenliği devretme hakkı ve yetkisi var mı?
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018