Bireyler gibi milletler de bir araya gelerek kader birliği kurabilirler. Tarihi olaylar, coğrafi konum ve kültürel yakınlık, böyle bir birliğin kurulmasında aktif rol oynar. Bazen de ortak düşman, her yönüyle farklı olan milletlerin bir araya gelmesine vesile olabilir. Üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyası, sözünü ettiğimiz kader birliğini kurmayı şart koşar. Bundan dolayıdır ki, atalarımız, "Anadolu'nun omuzları Kafkaslar ve Balkanlar, göğsü de Ortadoğu'dur" demişlerdir. Demek ki, Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu olmazsa, Anadolu kolsuz ve kanatsız kalır. Bir başka deyişle, Anadolu'nun coğrafi sınırlarının dışında, bir de güvenlik sınırları vardır. Bu tarihi gerçeği gözardı edenler, Anadolu'da yaşayamazlar. Sancak Müslüman Milli Konseyi Başkanı Dr. Süleyman Uglanin, Bosna direnişi döneminde şöyle demişti: "Biz, burada İstanbul'un savunmasını yapıyoruz. Eğer Bosna giderse, sıra İstanbul'a gelir". Osmanlı coğrafyasında yaşayan bütün Müslümanlar, bu anlayışa sahipti. Ahıska, 1828 yılında Ruslar tarafından işgal edilince, Ahıskalı bir halk şairi bu işgalin anlamını şu dizilerle dile getirmişti: "Ahıska gül gibi gitti/ Bir ehli dil idi gitti/ Söyleyin Sultan Mahmud'a/ İstanbul'un kilidi gitti".Ne yazık ki, AKP hükümeti, bütün bu tarihi gerçekleri görmezlikten geliyor ve Ortadoğu'ya çıkmamak üzere yerleşmek isteyen ABD tarafında yer alıyor. Halbuki İslâm ülkeleri, ya birlikte var olacaklar, ya da birlikte yok olacaklardır. Afganistan ve Irak'ı işgal eden, İran ve Suriye'ye tehditler savuran ABD, Türkiye'yi niye sevsin, niye korusun? Bunun mantıklı bir izahı yapılabilir mi? Prof. Dr. Kemal Karpat, 'Ortadoğu'da Osmanlı Mirası ve Ulusçuluk" adlı kitabında şöyle diyor: "Türkiye kendi ulusal bağımsızlığının siyasal geleneklerine sadık kalarak Ortadoğu politikasında bir rol oynayacaksa, bölgedeki ve genel olarak Üçüncü dünyadaki çıkarlarını harekete geçirecekse, Arap devletlerine karşı daha dostça bir siyaseti benimsemek zorunda olduğu apaçık ortadadır. Olayların ve tarihin mantığı, Türkiye'nin kaprisli denizaşırı müttefiklere dayanmak yerine, kendi yakın bölgesinde dostlar ve güvenlik aramasını önermektedir" (s.196).
Aslında, Türkiye'nin dost aramasına gerek yok. Çünkü, Ortadoğu ülkeleri, - İsrail hariç- hepsi Türkiye'nin dostudur. Dahası, bu dostluğu birliğe dönüştürme teklifi de yine onlardan gelmektedir. Burada Türkiye'nin yapacağı, sadece bu tekliflere "evet" demektir. Örnek, Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika'nın teklifidir. Buteflika, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e, 'Osmanlı Milletler Topluluğu' kurulmasını teklif etti ve şöyle dedi: "İngiltere bu topluluğu eski sömürgeleriyle yaptı. Ama biz Osmanlı'yı hiçbir zaman sömürgeci olarak görmedik. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzeni günümüz dünyasına uygulanamaz mı, ona bakmalıyız. Biz Osmanlı'nın bir parçasıyız. Osmanlı'yı biz davet ettik ve gitmesini hiç istemedik". İslâm ülkelerinin hepsinin Türkiye'ye bakışı bu yöndedir. Türkiye'yi yönetenler ise, gözlerini ABD, AB ve İsrail şeytan üçgenine mıhlamış durumda. Milletleri bir arada tutan bağlardan biri de istikbaldir. Sadece bu bağ bile, İslâm ülkelerinin bir araya gelmelerini, ortak politika üretmeleri zorunlu kılar. Çünkü, istikbalimiz aynıdır. Birinin ezildiği ve öldüğü yerde, diğerinin yaşama şansı yoktur. Afganistan ve Irak'taki zulmün, ancak binde biri bize yansıyor.Yarın öbür gün aynı zulmün, başka bir İslâm ülkesinde yaşanmayacağını kim garanti edebilir? Afganistan işgaline ses çıkarmamak, Irak işgaline destek vermek, İran ve Suriye'ye yapılan haksızlığı desteklemek, Türkiye'ye yakışır bir tavır değildir. Halbuki Türkiye, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra, bölgesel değil, küresel bir aktör konumuna gelmişti. Ama maalesef, bu rolünü oynamadı. AKP hükümeti ise, küresel güçlerin verdiği rolü oynamaktan başka bir şey düşünmüyor. Peki, küresel güçlerin verdiği rol nedir? Tabii ki, taşeronluk. Türk milleti, başkalarının verdiği role, hele böylesi bir role, asla razı olamaz. Kim ne yaparsa yapsın, Türk milleti, tarihin kendisine verdiği rolü, tekrar oynayacak ve yanlış yapanlara bunun hesabını mutlaka soracaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018