Ülkemizde 'çiftçi' ile 'köylünün' ayırımı yapılmadı. Köyde yaşayan herkes çiftçi kabul edildi. Halbuki çiftçilik bir meslektir ve köyde yaşayanların hepsi çiftçi değildir. Ama yine de köylerde genelde eken biçin insanlar, yani çiftçiler yaşardı. Son yıllarda bu durum, çiftçilerin aleyhine değişti. Çiftçiler köyleri terk etti. Köyler yaşlı, hasta, emekli, şehirde yaşamaktan bıkan kişilere kaldı. Mübalağa etmiyoruz, gezenler-görenler biliyor, gerçekten köyler boşaldı. Tarımın temeli olan köylü tarımcılığı çöktü. Köylerin eski halini bilenler, bu manzarayı görünce şaşırıyor, tehlikenin boyutunu kavrıyor.Evet, büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Bunu anlamak için çok şey bilmeye, araştırma ve inceleme yapmaya gerek yok. Tehlike bütün çıplaklığı ile görülüyor. Köylerin boşalması, şehirleri de yaşanmaz hale getirdi. Maalesef AB'ciler, bu tehlikeyi olumlu bir gelişme olarak algılıyor ve takdim ediyorlar. Diyorlar ki: "AB nüfusunun yüzde 6'sı, Türkiye'de ise yüzde 34'ü tarımla iştigal ediyor. Bunun mutlaka azaltılması gerekir. Aksi halde AB'ye giremeyiz". Bu düşünce kendilerinin değil, AB'nin dayatmasıdır. Malum, AB çalınca, yerli AB'ciler hemen oynamaya başlıyor.Ülkenin ekonomik gelişme düzeyi yükseldikçe, çalışan nüfus tarımdan sanayiye, sanayiden hizmet sektörüne transfer olur. Bu, tabii bir gelişmedir. Ama Türkiye'de ise tam tersi oluyor. Tarımdaki nüfus, daha iyi bir kazanç, daha mutlu bir hayat için sanayi ve hizmet sektörüne transfer olmuyor. Aç kaldığı için çare arıyor ve aklına ilk gelen iş de, şehre göç etmek oluyor. Şehre göç ediyor da, iş bulabiliyor mu? Hayır, sadece işsizler ordusunun sayısını artırıyor. Hadi, tarımın ekonomik boyutundan vazgeçtik, peki, bu sosyal boyutunu nasıl gözardı edebiliriz? Sanayileşmiş ülkeler bile, buna dikkat ettiği halde, bize ne oluyor?Dahasını söyleyelim. Tarım, sanayileşmiş ülkelerde de, ana sektör olma özelliğini sürdürmektedir. Tecrübeler gösteriyor ki, ne kadar sanayileşme olursa olsun, tarım sektörü hiçbir zaman önemini yitirmeyecektir.Esasen, bir ülkenin tarımı giderse, bağımsızlığı da gider. Tarım, bu kadar mühimdir. Çünkü tarımsız kalmak, aç kalmak demektir. Bundan dolayı, bazı ekonomistler şöyle derler: "Tarımsız kalmak, borçlu olmaktan daha kötüdür. Zira bir ülke, ne kadar borçlu düşerse düşsün, tamamen imkânsız kalmaz. Yine önünde pekçok seçenek bulunur. Fakat insanları aç kalmış ülkelerin, yapabileceği tek şey teslim olmaktır". Günümüzde, bu gerçeği gören ve onun için tarım sektörünü 'stratejik sektör" ilân eden, tek lider BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş olmuştur. O, 'Milli Ekonomi Modeli' kitabında şöyle demektedir: "....Küresel güçlerin uyguladığı tarım politikaları sebebiyle, azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin besin kaynaklarından çok az pay aldığını görmekteyiz. Hatta bazı ülkeler açlık sınırına kadar yaklaşmışlardır. Hiç şüphesiz tarım, bir milletin besin ihtiyacını karşılayabilmesi için en stratejik sektördür". (s. 287). Bu sebepten her ülke, tarımını dış rekabete karşı korur. Bir başka deyişle, ekonomide millilik tarımla başlar. Atatürk, bu gerçeği, 1 Kasım 1937 'de TBMM'in açılışında şöyle dile getirmiştir: "Milli ekonominin temeli ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatta kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır. Fakat bu hayati işi isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce ciddi etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tesbit etmek ve onun için de, her çiftçinin ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lâzımdır". Atatürk, bunu demekle kalmamış, gereğini de yapmış ve en güzel ziraaat rejimini kurmuştur. O'nun kurduğu bu rejime, en son ve en ağır darbeyi vurun AKP hükümeti olmuştur. AKP hükümeti, sağında solunda yapılanlardan örnek bile almıyor. Meselâ hükümetin, ekonomisi Türkiye'ninkine benzeyen Brezilya'ya bakması gerekmez mi? Brezilya, hem tarım ürünlerini, hem de tarım ürünlerinin katma değerini artıracak imalat sanayini destekledi ve bu sayede cari denge fazlası verir konuma yükseldi.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018