Nasp edilmiş imamların sekizincisi İmam Rıza'dır.
Babası İmam Musa Kazım'ın Bağdat zindanında şehit edilmesinin ardından imamet vazifesini üstlenmiş ve 20 yıl bu vazifeyi devam ettirmiştir.
Tarihçi Heysemi, eserinde O'nu anlatırken, "?çağının en çok ibadet edeni, en âlimi ve en cömerdiydi" demiştir. İmam Rıza, Me'munun veliahtlık teklifini kabule mecbur kalmıştır.
İmam'a, "Ey Resulullah'ın oğlu, neden veliahtlık teklifini kabul ettin?" diye sorulduğunda, buyurdu ki, "Dedem Emir'ül Mü'minin Ali'yi şuraya katılmaya zorlayan nedenlerden dolayı" şeklinde cevap vermişti.
Me'mun, İmam Rıza'ya, "Ben kendimi halifelikten azlederek onu sana teslim edip sonra da sana biat etmeyi düşünüyorum" demişti.
İmam, "Eğer bu hilafet senin hakkınsa ve Allah-u Teala (cc) onu sana layık görmüşse, Allah'ın sana giydirdiği hilafet elbisesini çıkarıp başkasına giydirmen caiz değildir. Ama eğer hilafet senin hakkın değilse, kendine ait olmayan bir hakkı bana verme yetkisine de sahip değilsin" şeklindeki tarihi cevabıyla, imametin Ehl-i Beyt'e ait olduğunu ifade etmiştir.
Me'mun'un bir vali atanması konusunu İmam'a bırakmasında İmam Rıza'nın verdiği şu cevap, imametin Ehl-i Beyt soyuna Allah'ın emriyle verildiğini gösterir: "Allah'a yemin ederim ki, hiçbir şekilde halifeliği içimden geçirmedim. Medineliler ve yabancılar bana ihtiyaçlarını sunarlar, ben de onları karşılardım. Benim yazdığım mektuplar her tarafta itibar görür, yazdıklarım uygulanırdı. Rabbimin bana bahşettiği nimete ek bir nimet Bana vermiş değilsin."
İmam'ın veliaht olduktan sonra şöyle dediği nakledilir: "Allah'ım! Sana ayan olduğu üzere Abdullah Me'mun veliahtlığı kabul etmezsem beni öldüreceğini söyleyerek istemediğim halde beni veliahtlığı kabule zorladı?"
İmam, elbette ölümden korkarak bu işi kabul etmedi. Bu sayede sünnetin ihyası sağlanmış; bidatleri yok etme, Ehl-i Beyt sevenlerinin gücünü arttırma ve onların katlinin önüne geçme ortamı doğmuştur.
Pek çok hikmetler barındıran bu kabulden sonra, halife tarafından Ehl-i Beyt'in faziletleri ve değeri sarayda konuşulmaya başlanmış; Emeviler ve Abbasiler döneminde çok büyük eziyetlere maruz kalan Ehl-i Beyt sevdalıları biraz nefes almıştır.
Me'mun, Ehl-i Beyt ayaklanmalarının önderlerinin tümüne af çıkarmıştır. Af edilenler arasında İmam'ın kardeşi Zeyd ve İbrahim ve Muhammed b. Cafer de vardı. Af ile birlikte bazılarını vali olarak da atamıştır.
Me'mun daha da ileri giderek, Haşimoğullarının kendisine yazdığı bir mektuba cevaben şöyle der:
"?muhacirlerin içinde hiç kimse Ali b. Ebu Talib gibi Resulullah'ın yanında durmamıştır. Ali, O'na her bakımdan yardım etmiş ve O'nu canıyla korumuştur. O Gadir?i Hum hadisinde dile getirilen velayetin sahibidir? O Allah'ın ve Resulü'nün en çok sevdiği insandır."
Me'mun devri, İmam Rıza'nın sarayda kendi görüşlerini anlatmasına izin verilen bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Me'mun için İmam'ı kontrol altında tutmanın yolu olan veliahtlık, İmam tarafından esasen Ehl-i Beyt'in anlatıldığı bir ortama dönüştürülmüştür.
Yani İmam Rıza, Ehl-i Beyt'i ve siyasi kanaatlerini serbestçe anlatma fırsatı bulmuştur.
Me'mun'un sarayında, farklı din mensuplarıyla ve diğer Müslüman alimlerle münazaralara katılan İmam, ilmi ile herkesi kendine hayran bırakmış, pek çoğunun da İslam dinine girmesine vesile olmuştur.
Bir seferinde başpiskopos el-Caslik, Yahudi alimi Resu'l Calut, Sabilerin dini liderleri, Mecusilerin soyundan gelen Hinduların büyükleri, Zerdüşt'ün tabileri, Bizans alimleri ve Müslüman kelamcılar da vardı.
İmam Rıza, delileri ile alimlerin iddialarını çürüttü. Tartışmalardan sonra el-Caslik, "doğru görüş seninkidir, la ilahe illallah" demiştir.
Şeyh Saduk'un ifadesiyle, Me'mun'un asıl amacı bu bilginlerden birinin vasıtasıyla İmam'ı susturmak ve kanıtlarını çürütmekti. Yani İmam'ın itibarının zedelenmesi ve ilminin yok sayılmasını arzuluyordu.
Harun Reşid'in dönemi ile oğlu Muhammed'in kardeşi Me'mun tarafından öldürülmesi, yani hicri 183 ve 198 tarihleri arasındaki dönem her alanda ciddi bozulma ve sapmaların yaşandığı bir dönem olmuştur.
Bu dönemde yöneticiler bizzat kendileri bazı görüşler ortaya atıyor ya da herhangi bir fikir ileri sürüyor ve Müslümanları bu görüşler etrafında tartışmaya, münakaşaya tutuşturuyordu. Böylece Müslümanların dikkati yönetimden başka tarafa çevrilmiş oluyordu. Bu konuda en belirgin örnek Harun Reşid'in Kuran'ın kadim olduğu fikrini ortaya atmasıdır. Harun Reşid, bu fikrin benimsenmesini istiyor ve buna karşı çıkanları öldürüyordu. Bir gün huzurunda bir kimseyi öldürmüştü. O'na niçin böyle bir şey yaptığı sorulduğu zaman, "Onu öldürdüm. Çünkü o Kuran mahlûktur dedi" diye cevap verdi.
Oğlu Me'mun'un zamanında ise bu resmi görüş değişti. Me'mun babasının görüşünün aksini savundu. Ve Kuran'ın mahluk olduğu, kadim olmadığı fikrinin kabul edilmesini mecbur kıldı. Bu konuda bazı âlimleri sınavdan geçirdiği bile oluyordu.
Öte yandan bu dönemde Gulat ve Vakifiyye gibi sapık akımlar da görülmüştür.
İmam Rıza dönemi, din dışı akımlarla mücadele edilen bir dönem olmuştur. Bu mücadele elbette Ehl-i Beyt imamlarının birinden diğerine geçen ilimle yapılmıştır.
Bir imamdan diğerine geçen ilim konusunda şöyle buyurmuştur: "...İmam, zamanının tek adamıdır. Hiç kimse O'nun düzeyine erişemez. Hiç bir âlim O'nunla boy ölçüşemez. O'nun alternatifi veya benzeri de olamaz."
Öldüren kişi konusunda farklı rivayetler olsa da zehirlenerek şehit edildiği kesindir. Şehadet anında 55 yaşındaydı. Allah şefaatlerinden ayırmasın.
Babası İmam Musa Kazım'ın Bağdat zindanında şehit edilmesinin ardından imamet vazifesini üstlenmiş ve 20 yıl bu vazifeyi devam ettirmiştir.
Tarihçi Heysemi, eserinde O'nu anlatırken, "?çağının en çok ibadet edeni, en âlimi ve en cömerdiydi" demiştir. İmam Rıza, Me'munun veliahtlık teklifini kabule mecbur kalmıştır.
İmam'a, "Ey Resulullah'ın oğlu, neden veliahtlık teklifini kabul ettin?" diye sorulduğunda, buyurdu ki, "Dedem Emir'ül Mü'minin Ali'yi şuraya katılmaya zorlayan nedenlerden dolayı" şeklinde cevap vermişti.
Me'mun, İmam Rıza'ya, "Ben kendimi halifelikten azlederek onu sana teslim edip sonra da sana biat etmeyi düşünüyorum" demişti.
İmam, "Eğer bu hilafet senin hakkınsa ve Allah-u Teala (cc) onu sana layık görmüşse, Allah'ın sana giydirdiği hilafet elbisesini çıkarıp başkasına giydirmen caiz değildir. Ama eğer hilafet senin hakkın değilse, kendine ait olmayan bir hakkı bana verme yetkisine de sahip değilsin" şeklindeki tarihi cevabıyla, imametin Ehl-i Beyt'e ait olduğunu ifade etmiştir.
Me'mun'un bir vali atanması konusunu İmam'a bırakmasında İmam Rıza'nın verdiği şu cevap, imametin Ehl-i Beyt soyuna Allah'ın emriyle verildiğini gösterir: "Allah'a yemin ederim ki, hiçbir şekilde halifeliği içimden geçirmedim. Medineliler ve yabancılar bana ihtiyaçlarını sunarlar, ben de onları karşılardım. Benim yazdığım mektuplar her tarafta itibar görür, yazdıklarım uygulanırdı. Rabbimin bana bahşettiği nimete ek bir nimet Bana vermiş değilsin."
İmam'ın veliaht olduktan sonra şöyle dediği nakledilir: "Allah'ım! Sana ayan olduğu üzere Abdullah Me'mun veliahtlığı kabul etmezsem beni öldüreceğini söyleyerek istemediğim halde beni veliahtlığı kabule zorladı?"
İmam, elbette ölümden korkarak bu işi kabul etmedi. Bu sayede sünnetin ihyası sağlanmış; bidatleri yok etme, Ehl-i Beyt sevenlerinin gücünü arttırma ve onların katlinin önüne geçme ortamı doğmuştur.
Pek çok hikmetler barındıran bu kabulden sonra, halife tarafından Ehl-i Beyt'in faziletleri ve değeri sarayda konuşulmaya başlanmış; Emeviler ve Abbasiler döneminde çok büyük eziyetlere maruz kalan Ehl-i Beyt sevdalıları biraz nefes almıştır.
Me'mun, Ehl-i Beyt ayaklanmalarının önderlerinin tümüne af çıkarmıştır. Af edilenler arasında İmam'ın kardeşi Zeyd ve İbrahim ve Muhammed b. Cafer de vardı. Af ile birlikte bazılarını vali olarak da atamıştır.
Me'mun daha da ileri giderek, Haşimoğullarının kendisine yazdığı bir mektuba cevaben şöyle der:
"?muhacirlerin içinde hiç kimse Ali b. Ebu Talib gibi Resulullah'ın yanında durmamıştır. Ali, O'na her bakımdan yardım etmiş ve O'nu canıyla korumuştur. O Gadir?i Hum hadisinde dile getirilen velayetin sahibidir? O Allah'ın ve Resulü'nün en çok sevdiği insandır."
Me'mun devri, İmam Rıza'nın sarayda kendi görüşlerini anlatmasına izin verilen bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Me'mun için İmam'ı kontrol altında tutmanın yolu olan veliahtlık, İmam tarafından esasen Ehl-i Beyt'in anlatıldığı bir ortama dönüştürülmüştür.
Yani İmam Rıza, Ehl-i Beyt'i ve siyasi kanaatlerini serbestçe anlatma fırsatı bulmuştur.
Me'mun'un sarayında, farklı din mensuplarıyla ve diğer Müslüman alimlerle münazaralara katılan İmam, ilmi ile herkesi kendine hayran bırakmış, pek çoğunun da İslam dinine girmesine vesile olmuştur.
Bir seferinde başpiskopos el-Caslik, Yahudi alimi Resu'l Calut, Sabilerin dini liderleri, Mecusilerin soyundan gelen Hinduların büyükleri, Zerdüşt'ün tabileri, Bizans alimleri ve Müslüman kelamcılar da vardı.
İmam Rıza, delileri ile alimlerin iddialarını çürüttü. Tartışmalardan sonra el-Caslik, "doğru görüş seninkidir, la ilahe illallah" demiştir.
Şeyh Saduk'un ifadesiyle, Me'mun'un asıl amacı bu bilginlerden birinin vasıtasıyla İmam'ı susturmak ve kanıtlarını çürütmekti. Yani İmam'ın itibarının zedelenmesi ve ilminin yok sayılmasını arzuluyordu.
Harun Reşid'in dönemi ile oğlu Muhammed'in kardeşi Me'mun tarafından öldürülmesi, yani hicri 183 ve 198 tarihleri arasındaki dönem her alanda ciddi bozulma ve sapmaların yaşandığı bir dönem olmuştur.
Bu dönemde yöneticiler bizzat kendileri bazı görüşler ortaya atıyor ya da herhangi bir fikir ileri sürüyor ve Müslümanları bu görüşler etrafında tartışmaya, münakaşaya tutuşturuyordu. Böylece Müslümanların dikkati yönetimden başka tarafa çevrilmiş oluyordu. Bu konuda en belirgin örnek Harun Reşid'in Kuran'ın kadim olduğu fikrini ortaya atmasıdır. Harun Reşid, bu fikrin benimsenmesini istiyor ve buna karşı çıkanları öldürüyordu. Bir gün huzurunda bir kimseyi öldürmüştü. O'na niçin böyle bir şey yaptığı sorulduğu zaman, "Onu öldürdüm. Çünkü o Kuran mahlûktur dedi" diye cevap verdi.
Oğlu Me'mun'un zamanında ise bu resmi görüş değişti. Me'mun babasının görüşünün aksini savundu. Ve Kuran'ın mahluk olduğu, kadim olmadığı fikrinin kabul edilmesini mecbur kıldı. Bu konuda bazı âlimleri sınavdan geçirdiği bile oluyordu.
Öte yandan bu dönemde Gulat ve Vakifiyye gibi sapık akımlar da görülmüştür.
İmam Rıza dönemi, din dışı akımlarla mücadele edilen bir dönem olmuştur. Bu mücadele elbette Ehl-i Beyt imamlarının birinden diğerine geçen ilimle yapılmıştır.
Bir imamdan diğerine geçen ilim konusunda şöyle buyurmuştur: "...İmam, zamanının tek adamıdır. Hiç kimse O'nun düzeyine erişemez. Hiç bir âlim O'nunla boy ölçüşemez. O'nun alternatifi veya benzeri de olamaz."
Öldüren kişi konusunda farklı rivayetler olsa da zehirlenerek şehit edildiği kesindir. Şehadet anında 55 yaşındaydı. Allah şefaatlerinden ayırmasın.
Prof. Dr. Haydar Baş / diğer yazıları
- İmam Ali'nin devlet adamlarına nasihatleri / 22.11.2024
- Hz. Peygamber'in davet mektupları / 21.11.2024
- İslam tarihinde ilk fitne / 20.11.2024
- Önce insan denmedikçe... / 19.11.2024
- İnsan hakları konusu / 18.11.2024
- Unutulan kadın / 17.11.2024
- Dünya MEM diyor ya Türkiye? / 16.11.2024
- BTP'nin hayvancılık projeleri / 15.11.2024
- Bedava elektrik hayal değil / 14.11.2024
- Kadına hak ettiği değer ancak BTP iktidarında verilebilir / 13.11.2024
- Hz. Peygamber'in davet mektupları / 21.11.2024
- İslam tarihinde ilk fitne / 20.11.2024
- Önce insan denmedikçe... / 19.11.2024
- İnsan hakları konusu / 18.11.2024
- Unutulan kadın / 17.11.2024
- Dünya MEM diyor ya Türkiye? / 16.11.2024
- BTP'nin hayvancılık projeleri / 15.11.2024
- Bedava elektrik hayal değil / 14.11.2024
- Kadına hak ettiği değer ancak BTP iktidarında verilebilir / 13.11.2024