İmam Hüseyin’e ‘cihat sünnet mi, yoksa farz mı’ diye soruldu
İmam'a: "Cihat sünnet mi, yoksa farz mı?" diye sorulunca şöyle buyurdular: "Cihat dört kısımdır; bunlardan ikisi farzdır, biri ancak farzla birlikte yapılan sünnettir, (diğer) biri de sünnettir.
20.02.2025 17:31:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İmam'a: "Cihat sünnet mi, yoksa farz mı?" diye sorulunca şöyle buyurdular: "Cihat dört kısımdır; bunlardan ikisi farzdır, biri ancak farzla birlikte yapılan sünnettir, (diğer) biri de sünnettir.
Farz olan cihatlardan biri insanın kendisini günahtan koruması için nefsi ile cihat etmesidir. İşte bu cihat, cihatların en büyüğüdür. Biri de yakınınızdaki kâfirlerle cihat etmektir ki, bu da farzdır.
Farzla birlikte yapılan sünnet cihat ise şöyledir: Düşmana karşı cihat etmek bütün ümmete farzdır. Zira cihadı terk ederlerse, onlara azap gelir; (elbette) bu azap sadece millete gelir, (imama değil).
İşte bu cihat imama sünnettir. (Yani, imama yalnız başına farz olmaz; halkın imamın yanında yer almasıyla farz olur.) Bunun haddi de imamın ümmetle beraber düşmana saldırıp onlara karşı cihat etmesidir.
Sünnet olan cihat ise, kişinin bir sünneti (genel bir âdeti) ayakta tutmak, uygulamak ve ihya etmek için çalışmasıdır.
Bu yolda çalışmak ve çaba sarf etmek en faziletli amellerdendir. Çünkü bu (güzel olan) bir sünneti diriltmektir. Nitekim Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Kim güzel bir sünnet (âdet ve gelenek) bırakırsa, kıyamet gününe kadar o sünnetle amel edenlerin sevabı kadar ona sevap yazılır ve amel edenlerin sevabından da bir şey eksilmeden."
Tevhit
Ey insanlar! Allah'ı kendilerine benzeten "Marikinden" (dinden çıkmış olan insanlardan) kaçının. Bunların sözleri, Kitap ehlinden kâfir olanların sözlerine benziyor.
Hayır, Allah'ın eşi ve benzeri yoktur. O duyan ve görendir; gözler O'nu görmez, fakat O gözleri görür. O latif ve habirdir (her şeyden haberdardır).
Vahdaniyeti ve azameti kendisine mahsus kılmıştır. Bütün varlıklara meşiyyeti, iradeyi, kudreti ve ilmi O vermiştir. Hiçbir işte O'na karşı çıkacak bir muhalif, O'na denk olacak bir eş, O'na muhalefet edecek bir zıt, O'na benzeyecek bir adaş ve O'na intibak edecek bir benzer yoktur.
Olaylar O'nu hâlden hâle çevirmez; haller O'na cari olmaz; vücudunda hadiseler baş göstermez; hiçbir methedici O'nun azametinin künhüne varmaz ve ceberutu hiçbir kalbe yerleşmez.
Çünkü eşyada O'nun hiçbir benzeri yoktur. Akıl gücüyle düşünen bilginler de düşünceleriyle O'nun zatını idrak edemezler; hayır, sadece kalben tasdik ve gaybe imanla onu anlayabilirler.
Çünkü O, yaratılanların hiçbir sıfatı ve niteliği ile vasıflandırılamaz. O tek ve ihtiyaçsızdır. O düşüncelerde tasavvur edilen her şeyden farklıdır. (Düşünceyle) ulaşılabilen şey Rab olamaz. (Düşüncenin varabileceği şey ilâh olmaz.) Hava ve havanın ötesinde bulunan bir şey de mabut olamaz.
O her şeyde mevcuttur; ama onlarla sınırlanan ve onlarda gizlenen bir varlık gibi değil. Bütün şeylerden de ayrıdır; ama onlardan gayıp (habersiz ve uzak) olanın ayrılığı gibi değil; çünkü zıddı veya eşi olan (bir şey) kadir sayılmaz.
Kadimliği zamanla olmadığı gibi, önü de belli bir yöne doğru değildir. Gözlerden gizli olduğu gibi, akıllardan da gizlidir.
Yeryüzündekilerden gizli olduğu gibi göktekilerden de gizlidir. Yakınlığı değerli kılması ve uzaklığı ise küçümsemesidir.
Ne mekân O'nu sınırlar ne de zaman; eğerle de şartlanmaz. Yüceliği, yükseğe çıkmakla olmadığı gibi, gelmesi de yer değiştirmekle değildir. Yoku var eder; varı da yok. Bu iki sıfat hiçbir zaman O'ndan başkasında bulunmaz.
Düşünce yalnız varlığına varır, O'na iman edebilir; ama vasfından acizdir. Sıfatlar O'nunla sıfat kazanır, O sıfatlarla sıfat kazanmaz. Tarifler O'nunla tarif edilir, O tariflerle tarif edilmez.
İşte O, öyle bir Allah'tır ki onun ismini taşıyan biri yoktur, münezzehtir; hiçbir şey O'nun gibi değildir; duyan ve görendir." (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Farz olan cihatlardan biri insanın kendisini günahtan koruması için nefsi ile cihat etmesidir. İşte bu cihat, cihatların en büyüğüdür. Biri de yakınınızdaki kâfirlerle cihat etmektir ki, bu da farzdır.
Farzla birlikte yapılan sünnet cihat ise şöyledir: Düşmana karşı cihat etmek bütün ümmete farzdır. Zira cihadı terk ederlerse, onlara azap gelir; (elbette) bu azap sadece millete gelir, (imama değil).
İşte bu cihat imama sünnettir. (Yani, imama yalnız başına farz olmaz; halkın imamın yanında yer almasıyla farz olur.) Bunun haddi de imamın ümmetle beraber düşmana saldırıp onlara karşı cihat etmesidir.
Sünnet olan cihat ise, kişinin bir sünneti (genel bir âdeti) ayakta tutmak, uygulamak ve ihya etmek için çalışmasıdır.
Bu yolda çalışmak ve çaba sarf etmek en faziletli amellerdendir. Çünkü bu (güzel olan) bir sünneti diriltmektir. Nitekim Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Kim güzel bir sünnet (âdet ve gelenek) bırakırsa, kıyamet gününe kadar o sünnetle amel edenlerin sevabı kadar ona sevap yazılır ve amel edenlerin sevabından da bir şey eksilmeden."
Tevhit
Ey insanlar! Allah'ı kendilerine benzeten "Marikinden" (dinden çıkmış olan insanlardan) kaçının. Bunların sözleri, Kitap ehlinden kâfir olanların sözlerine benziyor.
Hayır, Allah'ın eşi ve benzeri yoktur. O duyan ve görendir; gözler O'nu görmez, fakat O gözleri görür. O latif ve habirdir (her şeyden haberdardır).
Vahdaniyeti ve azameti kendisine mahsus kılmıştır. Bütün varlıklara meşiyyeti, iradeyi, kudreti ve ilmi O vermiştir. Hiçbir işte O'na karşı çıkacak bir muhalif, O'na denk olacak bir eş, O'na muhalefet edecek bir zıt, O'na benzeyecek bir adaş ve O'na intibak edecek bir benzer yoktur.
Olaylar O'nu hâlden hâle çevirmez; haller O'na cari olmaz; vücudunda hadiseler baş göstermez; hiçbir methedici O'nun azametinin künhüne varmaz ve ceberutu hiçbir kalbe yerleşmez.
Çünkü eşyada O'nun hiçbir benzeri yoktur. Akıl gücüyle düşünen bilginler de düşünceleriyle O'nun zatını idrak edemezler; hayır, sadece kalben tasdik ve gaybe imanla onu anlayabilirler.
Çünkü O, yaratılanların hiçbir sıfatı ve niteliği ile vasıflandırılamaz. O tek ve ihtiyaçsızdır. O düşüncelerde tasavvur edilen her şeyden farklıdır. (Düşünceyle) ulaşılabilen şey Rab olamaz. (Düşüncenin varabileceği şey ilâh olmaz.) Hava ve havanın ötesinde bulunan bir şey de mabut olamaz.
O her şeyde mevcuttur; ama onlarla sınırlanan ve onlarda gizlenen bir varlık gibi değil. Bütün şeylerden de ayrıdır; ama onlardan gayıp (habersiz ve uzak) olanın ayrılığı gibi değil; çünkü zıddı veya eşi olan (bir şey) kadir sayılmaz.
Kadimliği zamanla olmadığı gibi, önü de belli bir yöne doğru değildir. Gözlerden gizli olduğu gibi, akıllardan da gizlidir.
Yeryüzündekilerden gizli olduğu gibi göktekilerden de gizlidir. Yakınlığı değerli kılması ve uzaklığı ise küçümsemesidir.
Ne mekân O'nu sınırlar ne de zaman; eğerle de şartlanmaz. Yüceliği, yükseğe çıkmakla olmadığı gibi, gelmesi de yer değiştirmekle değildir. Yoku var eder; varı da yok. Bu iki sıfat hiçbir zaman O'ndan başkasında bulunmaz.
Düşünce yalnız varlığına varır, O'na iman edebilir; ama vasfından acizdir. Sıfatlar O'nunla sıfat kazanır, O sıfatlarla sıfat kazanmaz. Tarifler O'nunla tarif edilir, O tariflerle tarif edilmez.
İşte O, öyle bir Allah'tır ki onun ismini taşıyan biri yoktur, münezzehtir; hiçbir şey O'nun gibi değildir; duyan ve görendir." (Hasan B. Ali el-Harranî Tuheful Ukul eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.