Dünkü yazımı; '3 yıldır uygulana yeni rejimin kısa özeti, bu yeni sitem veya rejim gerçekte kimlerin arzusu ve planıydı' sorusuyla bitirmiştim. Bugün devam edelim. Kısa özeti yapalım.
Örneğin adalet! 'Hakkımdaki iddiaların tamamı doğru' AKP'li eski bakan hakkında tek bir adım atılmazken, köpekten korkan polisin şikayeti üzerine CHP'li büyükşehir belediye başkanından ifade alındı.
Ekonomiye gelirsek! Dünya gazetesinden Alaattin Aktaş 10 Ağustos tarihli yazısında Hazine ve Maliye Bakanlığının verilerini açıkladı.
Başkanlık sistemine geçtiğimiz 2018'in Haziran ayı sonundaki toplam borç stoku 969.9 milyar lira.
Üç yılda bu borca 1 trilyon 57 milyar liralık borç daha eklenmiş ve toplam stok 2 trilyon 27 milyar liraya ulaşmış. Diğer ifade ile 3 yıllık başkanlık sisteminde, 15 yıllık parlamenter sistemden daha çok borçlanmışlar.
BTP lideri Hüseyin Baş'ın dediği gibi '28 Haziran 2014'te başkanlık sistemi onaylanıyor ve Cumhurbaşkanı başkan oluyor. O tarihten bu yana Dolar tam 4 kat, Euro 3,5 kat şahlanıyor. Şimdi buna bir cevap üretmeye gerek yok. Türkiye ekonomisi ortada'.
Enflasyon, işsizlik, gelir adaletsizliği, sosyal yapı vs. hepsi dünkünden daha kötü durumda.
Dış politika da tam bir kaos dönemi. 'Hem sahada, hem de masada kazandık' dedikten sonra Fırat'ın doğusuna giremiyoruz. Akdeniz'den çekildik. Ege'de toprak kaybettik.
Trump'ın tehdit mektubuna, Biden'in ithamına sessiz kaldık. 'Hamdolsun o konu gündeme gelemdi' bile denildi.
Yani başkanlık sistemi bu millete de, bu devlete de iyi gelmedi.
Peki, bu sistem daha geniş açılımıyla iki partili sistem kimin istek ve planıydı?
El cevap; ABD. CIA eski başkan yardımcısı, Türkiye ve Ortadoğu uzmanı, ABD devlet görevlisi, yazar, öğretim görevlisi, Türkiye ve Türk siyaseti üzerine birçok kitabı olan bir misyoner, ajanı olan Graham E. Fullar 1987'de başladığı sistem çalışmasını 2 bin yılında bizzat açıklamıştı.
Graham E. Fullar 2 bin yılında aynen şöyle diyordu;
"Türkiye, yakın bir gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebe… Kökleri geçmişe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon (Bülent Ecevit liderliğindeki 57. Hükümet'ten söz ediyor) partilerinde büyük deprem yaratacak.
Fazilet Partisi'nden kopan bir grup ılımlı İslamcı, geniş tabanlı bir siyasi oluşuma gidecek. Bazı etkin siyasetçiler, partilerinden istifa ederek bu yeni oluşuma katılacak. Yeni oluşum kartopu gibi büyüyüp, gelişecek.
Türkiye'de yakın gelecekte ılımlı İslamcılar iktidara gelecek. Ilımlı İslamcıların yanında İslami söylemlere ters düşmeyen ılımlı sol bir parti de Meclis'e sokulacak" (Prof. Dr. Ümit Özdağ, Yeniçağ gazetesi 29.4.2004)
CIA eski Türkiye şefi, Paul Bernard Henze'nin 2006'da Beyaz Saray'a sunduğu Türkiye raporda da aynı konuya dikkat çekilmiştir;
"Türkiye'nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis'i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika'nın çıkarı Türkiye'de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi, Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz."
Bu yazılanları, söylenenleri emin olun bütün siyasetçiler ve medyada ki o şanlı, şöhretli bütün isimler çok iyi biliyor. Ama hiç kimse ABD ismini ağzına alamıyor, teferruatlar üzerinden söylem ve eleştiri üretiyorlar.
'Ne AB, ne ABD. Yaşasın tam bağımsız Türkiye' diyen BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş ise 'bu sistemin bir an önce değiştirilmesi' gerekliliğine dikkat çekerek şöyle diyordu;
"Tek adama bağlı hiçbir şey olmaz. Biz bugün bir bakkalı, tek adama emanet edemiyoruz ve en azından yanına bir çırak koyuyoruz.
Bakkalı emanet edemediğimiz yönetim sistemine devlet emanet ediyoruz. Böyle bir saçmalık olmaz.
Bir kere gerçekten Meclis'in kıymeti olan, insanların seslerini duyurabildiği, düşüncelerini yansıtabildiği ve bunları hayata geçirebilecek, denetleyebilecek bir yapıya kavuşması lazım.
Sayıştay, Danıştay… Hiçbir şeyin bir kıymeti kalmadı. HSK üyelerini ben, atarım, Sayıştay beni inceleyemez, kararı ben veririm ama ülke yandığı zaman da 'belediye yangını niye söndürmedi!".
Bakın! Adolf Hitler bile 'bir devletin değeri hakkında verilecek karar milletine sağladığı fayda ile ölçülür' derken bizler söylemlere, geçmiş-gelecek kıyaslamalarına, umut satıcılarına kanamayız.
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova ne demişti; "Aptallar kendi hatalarından, akıllılar başkalarının hatalarından ders çıkarır".
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025
- İktidar sanki hiç sandık gelmeyecekmiş gibi hareket ediyor / 01.04.2025
- İslam dünyasında bayram! / 31.03.2025