Dünya tarihinde, Türk milleti kadar ihanete uğramış bir millet bulunmamaktadır. Neden bu kadar ihanete uğradık? Bunun birinci sebebi, Türk milletinin mertliği, yiğitliği, hasbiliği, özü ve sözünün bir olmasıdır. Kendi gibi gördüğünden dolayı da ya aldanır, ya da ihanete uğrar. Bunun başka türlüsü olmaz. Maalesef Türk milletinin tarihi hep böyle seyretmiştir. Başka bir deyişle, Türk tarihinde ihanetler silsilesi birbirini takip etmiştir.
Nihayet bugünlere geldik. Bugün de, ihanetten başka bir özelliği olmayan ABD ile tehlikeli bir oyuna kalkıyoruz. Dünya alemin bildiği bir gerçeği bir kere daha tekrar edelim. O gerçek şudur: ABD'nin ne sözüne, ne de yaptığı anlaşmalara güvenilir. Çünkü ABD için bunların hiçbir zaman hiçbir önemi olmaz. ABD bir şey tanır, o da menfaattir. Bundan dolayı ABD'liler şöyle derler: "ABD'nin mutlak dostu ve mutlak düşmanı yoktur, sadece menfaatleri vardır". Menfaatten başka birşey tanımayan bir milletle dostluk ve müttefiklik olur mu? Elbette olmaz. Olmadığını Türk milleti olarak Kıbrıs ambargosunda, PKK ile yaptığı işbirliğinde gördük.
Kısacası şunu demek istiyoruz: ABD'den hangi yazılı belge alınırsa alınsın, ABD işine gelirse buna uyacak, gelmeyince uymayacaktır. Bugüne kadar ABD'nin anlaşmalarına sadık kaldığı görülmemiştir. Bu gerçeğin bugünden çok iyi bilinmesi gerekir. Aksi halde, dizimizi dövmenin hiçbir yararı olmayacaktır. Bunları söylerken, ABD neden böyle davranıyor, en azından Türkiye gibi her dediğini yapan bir ülkeye böyle yapmaması gerekir demek istemiyoruz. Bizim dediğimizin özeti şu: ABD'ye güvenilmez, ABD'ye güvenenlere de güvenilmez. ABD'ye güvenilmeyeceğini, yine ABD'liler söylemiyor mu?
Dilerseniz, biraz da bu konu üzerinde duralım. Türkiye, ABD'li politikacılarla pazarlık yapmıyor mu? Peki, ABD'liler politikayı ve politikacıyı nasıl görüyorlar, bu konudaki hayat felsefeleri nedir? Gelin kendi ağızlarından dinleyelim. Dinleyelim de, ondan sonra ABD'ye güvenilip, güvenilmeyeceğine birlikte karar verelim.
Önce ABD'liler için politikacının verdiği söz ne anlama gelir, ona bakalım. ABD'liler derler ki: "Politikacı evet demişse, bu belki demektir. Belki demişse, bu hayır demektir. Hayır demişse o zaten politikacı değildir." Bu açıdan, yapılan pazarlıkları değerlendirirsek, şunu dememiz mümkün: "ABD'liler hiçbir isteğe hayır demez, evet dedikleri de belki anlamındadır. Yani evet dediklerini, yararı varsa uygular, yoksa uygulamaz.
Amerika'nın siyasi inancı nasıldır? Bunu da Mark Twin şöyle özetler: "Zengin olmak. Becerebilirsen şerefsizce, mecbur kalırsan namuslu yoldan". Demek ki, şerefsizce hareket etmek asıldır, namuslu hareket ancak mecburiyetten dolayı yapılabilir. Bunları çok iyi belleyelim, ve kiminle dans ettiğimizi bilelim.
ABD eski başkanı Ronald Reagan'ın da politika ve politikacı hakkında söyledikleri var. Bunlar ise daha ilginç. Bir kere değil, bin kere düşünmemizi gerektiren sözler. Şöyle diyor Reagan: "Dünyanın en eski ikinci mesleği politikadır. İnancım o ki, politika, dünyanın en eski birinci mesleği olan fahişelikle çok yakın benzerlikler gösteriyor". Bilmiyorum, bu sözü açmaya gerek var mı? Bana kalırsa, bu söz yeterince açık. ABD'nin faziletlerini (!) durmadan bu millete anlatanlara ithaf olunur. Okusun ve ibret alsınlar.
Velhasıl, ABD'nin hayat felsefesi bu. Şimdi Türkiye'yi idare edenler oturmuş, bu hayat felsefesine sahip bir milletle, Türk milletinin geleceğini ilgilendiren konularda pazarlık yapıyorlar. ABD'den yazılı taahhütler alıyor ve güya işi garantiye bağlıyorlar. ABD ile yapılan anlaşmaları ve verilen sözleri bir tarafa bırakınız, bunlara güvenmeyiniz. Eğer bunun aksi yapılırsa, biliniz ki, ihanetler silsilesine bir yenisi daha eklenecektir. Bundan şüpheniz olmasın.
Nihayet bugünlere geldik. Bugün de, ihanetten başka bir özelliği olmayan ABD ile tehlikeli bir oyuna kalkıyoruz. Dünya alemin bildiği bir gerçeği bir kere daha tekrar edelim. O gerçek şudur: ABD'nin ne sözüne, ne de yaptığı anlaşmalara güvenilir. Çünkü ABD için bunların hiçbir zaman hiçbir önemi olmaz. ABD bir şey tanır, o da menfaattir. Bundan dolayı ABD'liler şöyle derler: "ABD'nin mutlak dostu ve mutlak düşmanı yoktur, sadece menfaatleri vardır". Menfaatten başka birşey tanımayan bir milletle dostluk ve müttefiklik olur mu? Elbette olmaz. Olmadığını Türk milleti olarak Kıbrıs ambargosunda, PKK ile yaptığı işbirliğinde gördük.
Kısacası şunu demek istiyoruz: ABD'den hangi yazılı belge alınırsa alınsın, ABD işine gelirse buna uyacak, gelmeyince uymayacaktır. Bugüne kadar ABD'nin anlaşmalarına sadık kaldığı görülmemiştir. Bu gerçeğin bugünden çok iyi bilinmesi gerekir. Aksi halde, dizimizi dövmenin hiçbir yararı olmayacaktır. Bunları söylerken, ABD neden böyle davranıyor, en azından Türkiye gibi her dediğini yapan bir ülkeye böyle yapmaması gerekir demek istemiyoruz. Bizim dediğimizin özeti şu: ABD'ye güvenilmez, ABD'ye güvenenlere de güvenilmez. ABD'ye güvenilmeyeceğini, yine ABD'liler söylemiyor mu?
Dilerseniz, biraz da bu konu üzerinde duralım. Türkiye, ABD'li politikacılarla pazarlık yapmıyor mu? Peki, ABD'liler politikayı ve politikacıyı nasıl görüyorlar, bu konudaki hayat felsefeleri nedir? Gelin kendi ağızlarından dinleyelim. Dinleyelim de, ondan sonra ABD'ye güvenilip, güvenilmeyeceğine birlikte karar verelim.
Önce ABD'liler için politikacının verdiği söz ne anlama gelir, ona bakalım. ABD'liler derler ki: "Politikacı evet demişse, bu belki demektir. Belki demişse, bu hayır demektir. Hayır demişse o zaten politikacı değildir." Bu açıdan, yapılan pazarlıkları değerlendirirsek, şunu dememiz mümkün: "ABD'liler hiçbir isteğe hayır demez, evet dedikleri de belki anlamındadır. Yani evet dediklerini, yararı varsa uygular, yoksa uygulamaz.
Amerika'nın siyasi inancı nasıldır? Bunu da Mark Twin şöyle özetler: "Zengin olmak. Becerebilirsen şerefsizce, mecbur kalırsan namuslu yoldan". Demek ki, şerefsizce hareket etmek asıldır, namuslu hareket ancak mecburiyetten dolayı yapılabilir. Bunları çok iyi belleyelim, ve kiminle dans ettiğimizi bilelim.
ABD eski başkanı Ronald Reagan'ın da politika ve politikacı hakkında söyledikleri var. Bunlar ise daha ilginç. Bir kere değil, bin kere düşünmemizi gerektiren sözler. Şöyle diyor Reagan: "Dünyanın en eski ikinci mesleği politikadır. İnancım o ki, politika, dünyanın en eski birinci mesleği olan fahişelikle çok yakın benzerlikler gösteriyor". Bilmiyorum, bu sözü açmaya gerek var mı? Bana kalırsa, bu söz yeterince açık. ABD'nin faziletlerini (!) durmadan bu millete anlatanlara ithaf olunur. Okusun ve ibret alsınlar.
Velhasıl, ABD'nin hayat felsefesi bu. Şimdi Türkiye'yi idare edenler oturmuş, bu hayat felsefesine sahip bir milletle, Türk milletinin geleceğini ilgilendiren konularda pazarlık yapıyorlar. ABD'den yazılı taahhütler alıyor ve güya işi garantiye bağlıyorlar. ABD ile yapılan anlaşmaları ve verilen sözleri bir tarafa bırakınız, bunlara güvenmeyiniz. Eğer bunun aksi yapılırsa, biliniz ki, ihanetler silsilesine bir yenisi daha eklenecektir. Bundan şüpheniz olmasın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018