Allah kimseyi bilimsel verileri görmeyecek kadar kör, üstüne üstlük doğa ile savaşıp da kazanacağını düşünecek kadar akıl yoksunu yapmasın…
İstanbul'u kim yönetirse yönetsin kaderi değişmiyor.
Çünkü İstanbul artık bir kent olmaktan çıkmış, Avrupa'daki birkaç ülkenin nüfusu kadar nüfusa sahip, toprak açısından dar alana sıkışmış vaziyette… Bugün kar yağdı böyle oldu. Yarın deprem olduğunda ne olacağını Allah bilir…
İstanbul'da siyasi güçler ayrımı olduğu sürece bu sorunların çözülmesi mümkün değildir. İstanbul artık ülke statüsünde ele alınması gereken bir kent olmuştur. Kendine özgü kanunları, uyulması gereken kuralları bulunmaktadır.
Peki ya İstanbul?
Kaçak yapılaşma ile bile mücadele edemeyen, büyük sermayenin diktiği koca koca binalara karşı çıkamayan, yeterli otoparkları ve kaçış yolları bulunmayan tek yönlü paralı yollara sahip, biriken karları kim temizleyecek diye birbiri ile didişen otorite boşluğu bulunan bir kent oldu.
Her kentin taşıyabileceği bir araç miktarı vardır. Eğer siz her gün yüzlerce aracı İstanbul trafiğine kabul etmeye devam ederseniz mevcut yolların yanlarına yan yollarda ilave etseniz bununla başa çıkamazsınız.
Trafikte kalan araçlara bir bakın. Her araçta bir veya iki kişi var. Kimse rahatından fedakârlık etmek istemiyor. Öyle ki, hava kötüleştiği halde "Ben giderim" zihniyeti ile yola çıkmaya devam ediyor. Zincir takmak mı? Böylesine bir mega kent için elbette zincir takmak büyük bir ayıp. Zincir ne de olsa dağda, bayırda, ıssız yerlerde takılır ya…
Normal havalarda bile bir yerden bir diğerine gitmenin böylesine zor ve uzun sürdüğünü bilinirken, kar yağdığında veya aşırı yağmurda karşılaşılacak senaryoları göz ardı etmek düpedüz cehalettir. Görmemezlikten gelmektir.
Hava alanında bir kargo binasının çatısının çökmesi ise ilkokul öğrencisinin bile yapmayacağı hesap hatasından ibarettir. Hava koşulları ne olursa olsun, pistlerin temizlenmesi için yeterli ekipmanın bulundurulmaması, iniş ve kalkış pistlerinin ısıtma ve soğutmaya yönelik sistemlerinin yapılmamış olması büyük bir eksiktir.
Hatırlıyorum da Frankfurt havaalanı her kış yoğun kar yağışlarına sahne olur, ancak hava trafiği hiç aksamazdı. Hatta apronlara yanaşırken kar temizleme araçlarının yanımızdan vızır, vızır geçmesini hayretle seyrederdik. O hava alanındaki dar alanda bir yandan uçaklar inip kalkarken, öte yandan kar temizliği yapılması, kargo taşıyıcıların ve açıkta duran uçaklara yolcu götüren-getiren otobüslerin trafiği bize İstanbul trafiğini hatırlatırdı.
Bu işlerin çözümleri için nefesi kuvvetli hocalar istihdam etmekten ziyade, aklı ve bilimi kullanan, modern dünyayı gözleyen, gerekirse hava alanı merdivenlerindeki karı temizleyen kişilere başvurmak, onlardan bir ekip oluşturmak zorunluluğu vardır.
Hiçbir Avrupa kentinde yeni havaalanı yapıldı diye eskisinden vazgeçilmemiştir. Londra kışı sert geçen, sisi ile ünlü bir dünya kentidir. Hava alanlarında on beş dakikalık bir rötar bile ayıp sayılır. Para kazanma kaygısı ile "Ne olursan ol gel, yeter ki gel" anlayışı ile planlanmış miktardan fazla uçak iniş ve kalkışına, apronlarda bekleme yapılmasına izin verilmez.
İklim değişikliğinin hüküm sürdüğü, dünyanın ekseninin giderek eğildiği, sıcak yerlerin soğukla, soğuk yerlerin sıcakla tanıştığı bir dönemden geçtiğimizin ilgililer acaba farkındalar mı? Sanmıyorum. Çünkü her şey siyasete teslim olduğu için bilimsel veriler ve söylemler ne yazık ki göz ardı edildiğinden, sonuçları da hesaplanmıyor. Ülkeyi yönetenlerin sen-ben kavgası yapmaktan vazgeçip, davul çalarak gelen iklim değişikliğine, bunun sonucu oluşacak susuzluk, kuraklık ve tarımsal yoksulluk gibi sorunlarla uğraşanlara kulak vermesi lazım.
Ne diyelim?
Güleriz ağlanacak halimize…
Bunlar iyi günlerimiz. Avrupa bizi kıskanıyor…
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025
- VEFA… / 19.03.2025
- Doğruları söylemek… / 14.10.2024
- Haydar Hoca'yı hatırlarken… / 06.08.2024