Bugünkü yazıma patenti şahsıma ait olan bir fıkrayla başlamak istiyorum.
İki televole iktisatçısı cuma ezanı okunduğu sırada öğle yemeğini yiyecekleri lokantaya doğru yürürlerken aralarında, bazı mamüllerin talep esnekliği ve bunların nasıl grafiklendirileceği hususunda bir tartışma yapıyorlarmış.Tam o sırada, az ötedeki camiye doğru elinde baston hızlıca yürümeye çalışan bir hacı görürler. İktisatçılardan birinin aklına konuştukları mevzunun da etkisiyle bir muziplik gelir.Caminin avlusundan içeriye girmek üzere olan hacıya seslenir: "Hacııı hacııı, ahirette cennet nimetleri tüketim harcamaları grafiği nasıl olacak?" der demez, ikisi birlikte kahkahayı patlatırlar ve yollarına devam ederler.Daha bir iki adım atmışlardır ki hacı arkadan yetiştirir: "Evlaaat evlaaat, dünyadaki ibadet mesaisi endeksiyle paralel olacaaak, paralel olacaaak."
Yukarıdaki fıkrada da bahsi geçen televole aydınlarının, yanıldıkları yada bilerek yanılttıkları konulardan biri de, Avrupa Birliği rüyasının amaç olarak gösterilmesinin bir türevi olarak, ülke ekonomimizin önüne, dünya siyasetinde hiçbir etkisi olmayan ve öyle bir kaygı taşımayan, küresel güçlerle aynı kültürü ve tarihi paylaştıkları için yeni dünya düzenin de kendilerine verilen vazife gereği yaşam düzeyi olarak rahat bir konumda olan ülkeleri örnek diye koyup bu ülkeleri model olarak ülkemiz kamuoyuna sunmalarıdır.
Bu kesimin iddasına göre, "Lüksemburg, İrlanda, İspanya, Portekiz gibi ülkeler Avrupa Birliği'ne girdikten sonra 2000-3000 dolar olan fert başına düşen milli gelirlerini (FBDMG) 20.000-30.000 dolara çıkarmışlardır. Türkiye de bu yolu izlemelidir." Biz, gelirlerini ticaret, hizmet ve türizm ağırlıklı kazanan bu tip ekonomileri "Paralı Ekonomiler" diye isimlendireceğiz.
Kısaca denilmek istenen şey, Avrupa'nın dünya da siyasal bir güç olarak ağırlığını artırabilmek için kendi tarafında tutmak gayesiyle cebine harçlık koyduğu bu ülkeler sınıfına Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kimliğinden, o kimliğin getirmiş olduğu hedeflerden vazgeçerek girmesi gerektiğidir.Tabi ki buna razı olmak, var olduğu günden beri veren el olmuş, gittiği her yerde haksızlığın karşısında durmuş, hak ve adalet dağıtmış Türk Milleti'nin yapacağı en son şey bile değildir.
Bu zevata öncelikle sorulması gereken soru şudur: AB ekonomisini taşıyan Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin ekonomileri daralma yaşarken, ekonomik verileri, AB'ye sonradan yama olan ülkeler sebebiyle baş aşağı gitmeye başlamışken, bu ülkeler niçin kendi vatandaşlarının milli gelirinden fedakarlık ederek Lüksemburg, İrlanda v.b ülkelerin kendilerinden biraz daha iyi bir refah düzeyinde yaşamalarını sineye çekiyorlar?Yada soruyu şöyle tamamlayalım.Bu fedakarlığın karşılığında bekledikleri ödül nedir?
Bu sorunun cevabının iskeletini, Avrupa Birliği'nin sadece ekonomik gerçekler üzerine inşa edilmiş bir birlik değil, bir kültür, medeniyet ve bu ülkeler arasında ki kader birlikteliğinin bir sentezi olması oluşturur.
Bilindiği üzere her büyük idealin bir bedeli vardır.Bu cümleden olarak Avrupa'nın omurgasını oluşturan ülkeler bu bedele bir yüksek ideal için katlanırlar.Bu ideali "Roma Rüyası" şeklinde tanımlayabiliriz.
Güçlü ekonomiler denilince aklımıza gelen ABD, Çin, Rusya,Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin her türlü gelişme unsurlerını kendilerinde toplamaya çalıştıklarını, sanayi ve bilimi ilk sıraya koyduklarını, fakat dünyanın geri kalanına ticaret, turizm, tarım ve sanal ekonomiyi tavsiye ettiklerini görüyoruz.Klasik bir "hocanın dediğini yap, yaptığını yapma" durumu.
Milli gelir hususunda aralarında tutarsızlıklar bulunan bu ülkelerin ortak noktasını, ekonomik ve kültürel birlikteliklerini siyasal olarak bir devlet geleneği zırhıyla dünyaya kabul ettirmek isteği oluşturuyor.Kendi aralarındaki sıralamayı ise sahip oldukları silah sanayi, askeri ve siyasi güç farklılıkları belirliyor.Daha güçlü olanın gerektiğinde ekonomisinin verdiği fireleri diğer güçlerini kullanarak kapatmaya çalıştığına ise günümüzde sık sık şahit olmaktayız.En sıcak örnek olarak, ABD'nin Çin'in tekstil ürünlerine getirdiği kotayı ve Almanya, Fransa ve Hollanda'nın şu anda Onur Air'e getirdiği sebepsiz uçuş yasağını hatırlatalım.
Güçlü ülke olmanın belirleyici unsurunu FBDMG değil, bu ülkelerin sahip oldukları nüfus,toplam ekonomik hacim, sanayi çeşitliliği ve askeri gücü oluşturuyor.Rusya ve Çin gibi ülkeler bu gücü, daha düşük bir FBDMG'e razı olmak pahasına koruyup gerekirse çatışmayı göze alabilecek bir politika takip etmekteler.Bu gücü FBDMG rakamlarına yansıtmayı başaran ABD, Almanya gibi ülkelerde ise kapitalist anlayışın bir sonucu olarak oluşan gelir dağılımı adaletsizliği, pratik olarak nüfusun büyük bölümünü aslında bu gelirden mahrum bırakmaktadır.
Paralı fakat etkisiz ülkeler, ancak uyduları oldukları güç istediği sürece bu keyfi sürebilirler.Önümüzde ki yıllarda AB'de ki beklenen dağılma gerçekleştiğinde her ülke kendi gerçeğiyle baş başa kalacaktır.Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, stratejik fabrikaların ve kurumların çoğunun Rusya ve Ukrayna bölgesinde toplanmış olduğu gerçeğini, diğerleri ancak fark edebilmişlerdi.
Bu baştan teslim olma modelini savunanların art niyetinin bir göstergesi de, şu anda dünyanın gerçeği olan Çin modelini yada sanayileşerek kalkınan ülke modellerinden kesinlikle uzak durmalarıdır.
Türk Milleti, tarihi misyonu gereği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hem güçlü hem de zengin bir süper güç haline getirmek zorundadır.Bunun için gerekli her türlü birikime ve kaynağa sahiptir.Yapacağı şey ise bu değerlerini ve zenginliklerini yoğuracak bir hünerli eli kendi eli olarak iş başına getirmektir.
Serdar PEKER
İki televole iktisatçısı cuma ezanı okunduğu sırada öğle yemeğini yiyecekleri lokantaya doğru yürürlerken aralarında, bazı mamüllerin talep esnekliği ve bunların nasıl grafiklendirileceği hususunda bir tartışma yapıyorlarmış.Tam o sırada, az ötedeki camiye doğru elinde baston hızlıca yürümeye çalışan bir hacı görürler. İktisatçılardan birinin aklına konuştukları mevzunun da etkisiyle bir muziplik gelir.Caminin avlusundan içeriye girmek üzere olan hacıya seslenir: "Hacııı hacııı, ahirette cennet nimetleri tüketim harcamaları grafiği nasıl olacak?" der demez, ikisi birlikte kahkahayı patlatırlar ve yollarına devam ederler.Daha bir iki adım atmışlardır ki hacı arkadan yetiştirir: "Evlaaat evlaaat, dünyadaki ibadet mesaisi endeksiyle paralel olacaaak, paralel olacaaak."
Yukarıdaki fıkrada da bahsi geçen televole aydınlarının, yanıldıkları yada bilerek yanılttıkları konulardan biri de, Avrupa Birliği rüyasının amaç olarak gösterilmesinin bir türevi olarak, ülke ekonomimizin önüne, dünya siyasetinde hiçbir etkisi olmayan ve öyle bir kaygı taşımayan, küresel güçlerle aynı kültürü ve tarihi paylaştıkları için yeni dünya düzenin de kendilerine verilen vazife gereği yaşam düzeyi olarak rahat bir konumda olan ülkeleri örnek diye koyup bu ülkeleri model olarak ülkemiz kamuoyuna sunmalarıdır.
Bu kesimin iddasına göre, "Lüksemburg, İrlanda, İspanya, Portekiz gibi ülkeler Avrupa Birliği'ne girdikten sonra 2000-3000 dolar olan fert başına düşen milli gelirlerini (FBDMG) 20.000-30.000 dolara çıkarmışlardır. Türkiye de bu yolu izlemelidir." Biz, gelirlerini ticaret, hizmet ve türizm ağırlıklı kazanan bu tip ekonomileri "Paralı Ekonomiler" diye isimlendireceğiz.
Kısaca denilmek istenen şey, Avrupa'nın dünya da siyasal bir güç olarak ağırlığını artırabilmek için kendi tarafında tutmak gayesiyle cebine harçlık koyduğu bu ülkeler sınıfına Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kimliğinden, o kimliğin getirmiş olduğu hedeflerden vazgeçerek girmesi gerektiğidir.Tabi ki buna razı olmak, var olduğu günden beri veren el olmuş, gittiği her yerde haksızlığın karşısında durmuş, hak ve adalet dağıtmış Türk Milleti'nin yapacağı en son şey bile değildir.
Bu zevata öncelikle sorulması gereken soru şudur: AB ekonomisini taşıyan Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin ekonomileri daralma yaşarken, ekonomik verileri, AB'ye sonradan yama olan ülkeler sebebiyle baş aşağı gitmeye başlamışken, bu ülkeler niçin kendi vatandaşlarının milli gelirinden fedakarlık ederek Lüksemburg, İrlanda v.b ülkelerin kendilerinden biraz daha iyi bir refah düzeyinde yaşamalarını sineye çekiyorlar?Yada soruyu şöyle tamamlayalım.Bu fedakarlığın karşılığında bekledikleri ödül nedir?
Bu sorunun cevabının iskeletini, Avrupa Birliği'nin sadece ekonomik gerçekler üzerine inşa edilmiş bir birlik değil, bir kültür, medeniyet ve bu ülkeler arasında ki kader birlikteliğinin bir sentezi olması oluşturur.
Bilindiği üzere her büyük idealin bir bedeli vardır.Bu cümleden olarak Avrupa'nın omurgasını oluşturan ülkeler bu bedele bir yüksek ideal için katlanırlar.Bu ideali "Roma Rüyası" şeklinde tanımlayabiliriz.
Güçlü ekonomiler denilince aklımıza gelen ABD, Çin, Rusya,Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin her türlü gelişme unsurlerını kendilerinde toplamaya çalıştıklarını, sanayi ve bilimi ilk sıraya koyduklarını, fakat dünyanın geri kalanına ticaret, turizm, tarım ve sanal ekonomiyi tavsiye ettiklerini görüyoruz.Klasik bir "hocanın dediğini yap, yaptığını yapma" durumu.
Milli gelir hususunda aralarında tutarsızlıklar bulunan bu ülkelerin ortak noktasını, ekonomik ve kültürel birlikteliklerini siyasal olarak bir devlet geleneği zırhıyla dünyaya kabul ettirmek isteği oluşturuyor.Kendi aralarındaki sıralamayı ise sahip oldukları silah sanayi, askeri ve siyasi güç farklılıkları belirliyor.Daha güçlü olanın gerektiğinde ekonomisinin verdiği fireleri diğer güçlerini kullanarak kapatmaya çalıştığına ise günümüzde sık sık şahit olmaktayız.En sıcak örnek olarak, ABD'nin Çin'in tekstil ürünlerine getirdiği kotayı ve Almanya, Fransa ve Hollanda'nın şu anda Onur Air'e getirdiği sebepsiz uçuş yasağını hatırlatalım.
Güçlü ülke olmanın belirleyici unsurunu FBDMG değil, bu ülkelerin sahip oldukları nüfus,toplam ekonomik hacim, sanayi çeşitliliği ve askeri gücü oluşturuyor.Rusya ve Çin gibi ülkeler bu gücü, daha düşük bir FBDMG'e razı olmak pahasına koruyup gerekirse çatışmayı göze alabilecek bir politika takip etmekteler.Bu gücü FBDMG rakamlarına yansıtmayı başaran ABD, Almanya gibi ülkelerde ise kapitalist anlayışın bir sonucu olarak oluşan gelir dağılımı adaletsizliği, pratik olarak nüfusun büyük bölümünü aslında bu gelirden mahrum bırakmaktadır.
Paralı fakat etkisiz ülkeler, ancak uyduları oldukları güç istediği sürece bu keyfi sürebilirler.Önümüzde ki yıllarda AB'de ki beklenen dağılma gerçekleştiğinde her ülke kendi gerçeğiyle baş başa kalacaktır.Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, stratejik fabrikaların ve kurumların çoğunun Rusya ve Ukrayna bölgesinde toplanmış olduğu gerçeğini, diğerleri ancak fark edebilmişlerdi.
Bu baştan teslim olma modelini savunanların art niyetinin bir göstergesi de, şu anda dünyanın gerçeği olan Çin modelini yada sanayileşerek kalkınan ülke modellerinden kesinlikle uzak durmalarıdır.
Türk Milleti, tarihi misyonu gereği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hem güçlü hem de zengin bir süper güç haline getirmek zorundadır.Bunun için gerekli her türlü birikime ve kaynağa sahiptir.Yapacağı şey ise bu değerlerini ve zenginliklerini yoğuracak bir hünerli eli kendi eli olarak iş başına getirmektir.
Serdar PEKER
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012