MİSAFİR KALEM / MURAT ETÇİ
19. yüzyıl ortalarında yani Tanzimat yıllarında bir Galata kadısı vardı.
Kadı Efendi dilini son derece iyi kullanabilen, aynı zamanda edip ve şair bir kimseydi.
Günahını almayalım ama şaraba ve Rum kızlarına düşkünlüğü halk arasında en çok konuşulan konulardan biriydi.
Ama kimse onunla karşı karşıya gelmemek için bu durumunu dile getiremiyordu.
Kadı Efendi’nin oturduğu Galata Kadılığı’nın karşısında sıra ile Rum terzi dükkânları vardı. Kendisi zamanının çoğunu bu dükkânlarda çalışan Rum terzi kızlarını seyretmekle geçirirdi. Kadı Efendi bunlardan birisine de uzaktan uzağa iyice abayı yakmıştı.
Kadı Efendi bir dayandı, iki dayandı sonunda iradesi tamamen elinden giderek saf bir adamcağız olan Mübaşir Hurşid Ağa’yı çağırdı ve eline halis ayarlı beş Osmanlı altını verip, “bana bak, şu karşıda oturan ve şarkılar söyleyen terzi kıza var ve ‘Kadı Efendi seninle hususi görüşmek istiyor...’ diye eline bir altın sıkıştır. Razı olmazsa bir altın ver, olmadı bir altın daha... Beş altına kadar çık ve kızı alıp getir” dedi.
Hurşid Ağa, denileni yaptı.
Ama kızcağız bir altına hiç iltifat etmedi.
Mübaşir ikinci altını toka edince:
- Vre Kadi Efendi benle ne yapazak? diye sordu. Hurşid Efendi üçüncü altını da kucağına atıp:
- Hiç, hususi görüşecek, dedi.
- Ususi görüsezek, ne demek?
- Canım işte baş başa konuşacak...
Ve dördüncü altın da yürüdü.
- Benimle ne konuzasak?
Hurşid Ağa, beşinci altını uzaktan göstererek, “bilmem gayri, onu kendisine sor” dedi.
Terzi kız, Kadı Efendi’nin ne istediğini pekâlâ biliyor, sadece altınların sayısını arttırmaya bakıyordu. Sonunda beşinci altının sihrine dayanamayarak dikişini bir yana bırakıp ayağa kalktı ve “gidelim vre” dedi.
Kadı Efendi, olanları pencereden heyecan içinde seyrediyordu. Kızın mübaşirin peşi sıra yürüdüğünü görünce, sevinçten kalbi duracak gibi oldu. Ancak, kızda bir duraklama oldu ve Hurşid Ağa’ya tereddütle “ama Kadı Efendi Müslüman, öyle değil mi?” diye sordu.
Öbürü güldü.
- Elbette Müslüman. Hiç gâvurdan kadı olur mu?
- Ama, ben Hıristiyan...
- Eee?
- Nasi olucak ben Hıristiyan, o Müslüman?
Bu sefer Mübaşir tereddüde düştü.
- Evet doğru. O Müslüman, sen gâvur... Bilmem bu iş nasıl olur?
İşin bozulmak üzere olduğunu gören Kadı Efendi, pencereden yarı beline kadar sarkarak şöyle haykırdı:
- Ulan Mübaşir Ağa... Kadı da gavur de... Kadı da gavur de...
Kız, bunun üzerine yukarıya çıktı mı, çıkmadı mı bilen yok... Ama şu muhakkak ki bundan sonra Kadı Efendi’nin lakabı ‘Gâvur Kadı’ kalmış ve kadılık hayatı boyunca böyle anılmış ve hatta aradan iki yüz yıl geçmesine rağmen hala “Gâvur Kadı” diye anılıyor. Eski İstanbul’un bu çok bilinen hikâyesinde karakterleri siz kimlere benzetirsiniz bilemem. İster yıllardır peşinde perişan, kul köle olduğumuz AB ve ABD’ye benzetin, ister topyekun bir milleti kendi heva, heves ve makam sevgisi için harcayan idarecilere benzetin, ister takiyye üstatlarına, ister inancını ve imanını az bir pahaya satanlara, ister hangi dine uyarsan uy cennetliksin diyen deccallere...
Gâvur her zaman gâvurluğunu bilir ve gereğini yapar. Bazıları ise alıştığı mesleği ve yalakalığı bırakamaz. Deccalin misyonu zaten belli. Benim sadece kadı efendiye bir kaç sözüm olacak.
Ey Kadı Efendi!
Senin iman çizgisindeki kararsızlığın bu millete her gün onlarca şehit olarak geri dönüyor.
Senin tarafını ve safını belirlemedeki yanlışların komşularımıza kan ve gözyaşı olarak geri dönüyor.
Senin iş bilmezliğin bu milletin rızkının gâvurların midesine inmesine yol açıyor.
Kısacası senin her anın bu millete ve Müslüman alemine zarar yazıyor.
Sana söylenebilecek tek söz her sene kutlama törenlerine katılıp süslü cümleler sarf ettiğin Mevlana’dan gelsin
“YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!”
19. yüzyıl ortalarında yani Tanzimat yıllarında bir Galata kadısı vardı.
Kadı Efendi dilini son derece iyi kullanabilen, aynı zamanda edip ve şair bir kimseydi.
Günahını almayalım ama şaraba ve Rum kızlarına düşkünlüğü halk arasında en çok konuşulan konulardan biriydi.
Ama kimse onunla karşı karşıya gelmemek için bu durumunu dile getiremiyordu.
Kadı Efendi’nin oturduğu Galata Kadılığı’nın karşısında sıra ile Rum terzi dükkânları vardı. Kendisi zamanının çoğunu bu dükkânlarda çalışan Rum terzi kızlarını seyretmekle geçirirdi. Kadı Efendi bunlardan birisine de uzaktan uzağa iyice abayı yakmıştı.
Kadı Efendi bir dayandı, iki dayandı sonunda iradesi tamamen elinden giderek saf bir adamcağız olan Mübaşir Hurşid Ağa’yı çağırdı ve eline halis ayarlı beş Osmanlı altını verip, “bana bak, şu karşıda oturan ve şarkılar söyleyen terzi kıza var ve ‘Kadı Efendi seninle hususi görüşmek istiyor...’ diye eline bir altın sıkıştır. Razı olmazsa bir altın ver, olmadı bir altın daha... Beş altına kadar çık ve kızı alıp getir” dedi.
Hurşid Ağa, denileni yaptı.
Ama kızcağız bir altına hiç iltifat etmedi.
Mübaşir ikinci altını toka edince:
- Vre Kadi Efendi benle ne yapazak? diye sordu. Hurşid Efendi üçüncü altını da kucağına atıp:
- Hiç, hususi görüşecek, dedi.
- Ususi görüsezek, ne demek?
- Canım işte baş başa konuşacak...
Ve dördüncü altın da yürüdü.
- Benimle ne konuzasak?
Hurşid Ağa, beşinci altını uzaktan göstererek, “bilmem gayri, onu kendisine sor” dedi.
Terzi kız, Kadı Efendi’nin ne istediğini pekâlâ biliyor, sadece altınların sayısını arttırmaya bakıyordu. Sonunda beşinci altının sihrine dayanamayarak dikişini bir yana bırakıp ayağa kalktı ve “gidelim vre” dedi.
Kadı Efendi, olanları pencereden heyecan içinde seyrediyordu. Kızın mübaşirin peşi sıra yürüdüğünü görünce, sevinçten kalbi duracak gibi oldu. Ancak, kızda bir duraklama oldu ve Hurşid Ağa’ya tereddütle “ama Kadı Efendi Müslüman, öyle değil mi?” diye sordu.
Öbürü güldü.
- Elbette Müslüman. Hiç gâvurdan kadı olur mu?
- Ama, ben Hıristiyan...
- Eee?
- Nasi olucak ben Hıristiyan, o Müslüman?
Bu sefer Mübaşir tereddüde düştü.
- Evet doğru. O Müslüman, sen gâvur... Bilmem bu iş nasıl olur?
İşin bozulmak üzere olduğunu gören Kadı Efendi, pencereden yarı beline kadar sarkarak şöyle haykırdı:
- Ulan Mübaşir Ağa... Kadı da gavur de... Kadı da gavur de...
Kız, bunun üzerine yukarıya çıktı mı, çıkmadı mı bilen yok... Ama şu muhakkak ki bundan sonra Kadı Efendi’nin lakabı ‘Gâvur Kadı’ kalmış ve kadılık hayatı boyunca böyle anılmış ve hatta aradan iki yüz yıl geçmesine rağmen hala “Gâvur Kadı” diye anılıyor. Eski İstanbul’un bu çok bilinen hikâyesinde karakterleri siz kimlere benzetirsiniz bilemem. İster yıllardır peşinde perişan, kul köle olduğumuz AB ve ABD’ye benzetin, ister topyekun bir milleti kendi heva, heves ve makam sevgisi için harcayan idarecilere benzetin, ister takiyye üstatlarına, ister inancını ve imanını az bir pahaya satanlara, ister hangi dine uyarsan uy cennetliksin diyen deccallere...
Gâvur her zaman gâvurluğunu bilir ve gereğini yapar. Bazıları ise alıştığı mesleği ve yalakalığı bırakamaz. Deccalin misyonu zaten belli. Benim sadece kadı efendiye bir kaç sözüm olacak.
Ey Kadı Efendi!
Senin iman çizgisindeki kararsızlığın bu millete her gün onlarca şehit olarak geri dönüyor.
Senin tarafını ve safını belirlemedeki yanlışların komşularımıza kan ve gözyaşı olarak geri dönüyor.
Senin iş bilmezliğin bu milletin rızkının gâvurların midesine inmesine yol açıyor.
Kısacası senin her anın bu millete ve Müslüman alemine zarar yazıyor.
Sana söylenebilecek tek söz her sene kutlama törenlerine katılıp süslü cümleler sarf ettiğin Mevlana’dan gelsin
“YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL!”
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Ölçülerden uzaklaşıldı (Harun KAYACI) / 01.01.2012