İmam-ı Azam Ebu Hanife Hz.
İshâk bin Ebû Fedâ'dan nakil olunur: "İmâm-ı Mâlik'i gördüm. İmâm-ı A'zam'la el ele tutup beraber yürürlerdi. Câmiye gelince kendisi durup önce İmâm-ı A'zam'ın girmesini beklerdi" demiştir. Hakikate varmış evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdulah Tüsteri; "Eğer Mûsa ve İsa aleyhisselamın kavimlerinde Ebû Hanife gibi alimler bulunsaydı bunlar doğru yoldan ayrılıp, dinlerini bozmazlardı" buyurmuştur.
İmâm-ı Şâfii: "Ben Ebû Hanife'den daha büyük fıkıh alimi bilmem, fıkıh öğrenmek isteyen onun talebesinin ilim mecslisinde otursun, onlara hizmet etsin" buyurmuştur. Ahmet ibni Hanbel: "İmâm-ı A'zam verâ, zühd ve isar (cömertlik) sahibi idi. Âhiret isteğinin çokluğunu kimse anlayacak derecede değildi" buyurmuştur. İmâm-ı Mâlik'e, İmâm-ı A'zam'dan bahsederken onu diğerlerinden daha çok medh ediyorsunuz?" dediklerinde: "Evet öyledir. Çünkü, insanlara ilmi ile faydalı olmakta, onun derecesi diğerleri ile mukayese edilmez. Bunun için ismi geçince, insanlar ona dua etsinler diye hep methederim" buyurmuştur. İmâm-ı Gazâli: " Ebû Hanife çok ibadet ederdi.
Kuvvetli zühd sahibiydi. Mârifeti tam bir arifti. Takva sahibi olup, Allah-ü Teâla'dan çok korkardı. Daima Allah-ü Teâla'nın rızasında bulunmayı isterdi" buyurmuştur. Yahya Muâz-ı Razi anlatır: "Peygamber Efendimizi rüyâda gördüm ve ya Resûllah, seni nerede arayayım dedim. Cevâbında: "Beni, Ebû Hanife'nin ilminde ara, buyurdu. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurur ki "İmâm-ı A'zam abdestin edeplerinden bir edebi terkettiği için kırk senelik namazı kâzâ etmiştir. Ebû Hanifetakva sahibi, sünnete uymakta ictihad ve istinbatta, şer'i delillerden hüküm çıkarmakta öyle bir dereceye kavuşmuştur ki, diğerleri bunu anlatmaktan acizdirler. İmâm-ı A'zam, hadis-i şerifleri ve ashab-ı kiramın sözünü kendi reyine takdim ederdi." İmâm-ı Rabbani hazretleri Mebde ve Meâd risâlesinde de şöyle buyurur: "Büyük İmâm Ebû Hanife'nin yüksek derecesinden takdir edilemeyen şânından ne yazayım. Müctehidlerin en verâ sahibiydi. En müttakisi o idi. Şafii'den de her bakımdan üstün idi."
Yine İmam-ı Rabbâni (rahmetullahi aleyh) ve Muhammed Pârisâ (rahmetullahi aleyh) buyurdular ki: "İsâ aleyhisselam gibi ulülazm bir peygamber gökten inip İslam dini ilye amel edince ve ictihat buyurunca İmam-ı A'zam'ın (rahmetullahi aleyh) ictihadına uygun olcaktır. Bu da İmam-ı A'zam'ın büyüklüğünü, içtihadının doğruluğunu gösteren en büyük şahittir."
Son asrın zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil, dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir, büyük âlim Seyyid Abdülhâkim Arvâsi hazretleri buyurdu ki: "İmâm-ı A'zam, İmam-ı Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed de, Abdulkâdir Geylâni gibi büyük evliya idiler. Fakat âlimler kendi aralarında taksim-i a'mel eylemişlerdir.Yani herbiri zamanında neyi bildirmek icab ettiyse onu bildirmişleridir. İmam-ı A'zam zamanında fıkıh bilgisi unutuluyordu. Bunun için hep fıkıh üzerinde durdu. Tasavvuf hususunda pek konuşmadı. Yoksa Ebû Hanife nübüvvet ve velayet yollarının kendisinde toplandığı, Cafer-i Sadık hazretlerinin huzurunda iki sene bulunup öyle feyiz, nur ve varidad-ı ilahiyyeye kavuşmuştur ki bu büyük istifadesini ; "O iki sene olmasaydı Nu'man helak olurdu" sözü ile anlatabildiler. Silsile-i zehbin en büyük halkasından olan Câfer-i Sâdık'dan tasavvufu alıp, velâyetin (evliyâlığın) en son makâmına kavuşmuştur. Çünkü Ebû Hanife, Peygamber Efendimizin vârisidir. Hadis-i şerifte: "Âlimler peygamberlerin vârisleridir" buyruldu. Vâris, her hususta verâset sahibi olduğundan zâhiri ve batıni ilimlerde Peygamber Efendimizin vârisi olmuş olur. O halde her iki ilimde de kemâlde idi." İslâm âlimleri, İmâm-ı A'zam'ı bir ağacın gövdesine, diğer âlim ve velileri de bu ağacın dallarına benzetmişler, onun her bakımdan büyük ve üstün olduğunu, diğerlerinin ise bir veya birkaç bakımdan büyük kemâlâta (olgunluklara, üstünlüklere) erdiklerini belirtmişlerdir. İslâm dünyasında ilimleri ilk defa tedvin ve tasnif eden odur. Din bilgilerini (Kelâm, fıkıh, tefsir, hadis vs.) isimleri altında ayırarak bu ilimlere ait kaideleri o tesbit etmiştir. Böylece onun asrında zuhur eden eski Yunan felsefesine ait kitapların tercüme edilmesiyle birlikte, bu kitaplarda yazılı bozuk sözlerin, fikirlerin din bilgileri arasına karıştırılmasını ve İslam dinine bid'atlerin sokulması tehlikesini bertaraf etti.
İshâk bin Ebû Fedâ'dan nakil olunur: "İmâm-ı Mâlik'i gördüm. İmâm-ı A'zam'la el ele tutup beraber yürürlerdi. Câmiye gelince kendisi durup önce İmâm-ı A'zam'ın girmesini beklerdi" demiştir. Hakikate varmış evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdulah Tüsteri; "Eğer Mûsa ve İsa aleyhisselamın kavimlerinde Ebû Hanife gibi alimler bulunsaydı bunlar doğru yoldan ayrılıp, dinlerini bozmazlardı" buyurmuştur.
İmâm-ı Şâfii: "Ben Ebû Hanife'den daha büyük fıkıh alimi bilmem, fıkıh öğrenmek isteyen onun talebesinin ilim mecslisinde otursun, onlara hizmet etsin" buyurmuştur. Ahmet ibni Hanbel: "İmâm-ı A'zam verâ, zühd ve isar (cömertlik) sahibi idi. Âhiret isteğinin çokluğunu kimse anlayacak derecede değildi" buyurmuştur. İmâm-ı Mâlik'e, İmâm-ı A'zam'dan bahsederken onu diğerlerinden daha çok medh ediyorsunuz?" dediklerinde: "Evet öyledir. Çünkü, insanlara ilmi ile faydalı olmakta, onun derecesi diğerleri ile mukayese edilmez. Bunun için ismi geçince, insanlar ona dua etsinler diye hep methederim" buyurmuştur. İmâm-ı Gazâli: " Ebû Hanife çok ibadet ederdi.
Kuvvetli zühd sahibiydi. Mârifeti tam bir arifti. Takva sahibi olup, Allah-ü Teâla'dan çok korkardı. Daima Allah-ü Teâla'nın rızasında bulunmayı isterdi" buyurmuştur. Yahya Muâz-ı Razi anlatır: "Peygamber Efendimizi rüyâda gördüm ve ya Resûllah, seni nerede arayayım dedim. Cevâbında: "Beni, Ebû Hanife'nin ilminde ara, buyurdu. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurur ki "İmâm-ı A'zam abdestin edeplerinden bir edebi terkettiği için kırk senelik namazı kâzâ etmiştir. Ebû Hanifetakva sahibi, sünnete uymakta ictihad ve istinbatta, şer'i delillerden hüküm çıkarmakta öyle bir dereceye kavuşmuştur ki, diğerleri bunu anlatmaktan acizdirler. İmâm-ı A'zam, hadis-i şerifleri ve ashab-ı kiramın sözünü kendi reyine takdim ederdi." İmâm-ı Rabbani hazretleri Mebde ve Meâd risâlesinde de şöyle buyurur: "Büyük İmâm Ebû Hanife'nin yüksek derecesinden takdir edilemeyen şânından ne yazayım. Müctehidlerin en verâ sahibiydi. En müttakisi o idi. Şafii'den de her bakımdan üstün idi."
Yine İmam-ı Rabbâni (rahmetullahi aleyh) ve Muhammed Pârisâ (rahmetullahi aleyh) buyurdular ki: "İsâ aleyhisselam gibi ulülazm bir peygamber gökten inip İslam dini ilye amel edince ve ictihat buyurunca İmam-ı A'zam'ın (rahmetullahi aleyh) ictihadına uygun olcaktır. Bu da İmam-ı A'zam'ın büyüklüğünü, içtihadının doğruluğunu gösteren en büyük şahittir."
Son asrın zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil, dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir, büyük âlim Seyyid Abdülhâkim Arvâsi hazretleri buyurdu ki: "İmâm-ı A'zam, İmam-ı Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed de, Abdulkâdir Geylâni gibi büyük evliya idiler. Fakat âlimler kendi aralarında taksim-i a'mel eylemişlerdir.Yani herbiri zamanında neyi bildirmek icab ettiyse onu bildirmişleridir. İmam-ı A'zam zamanında fıkıh bilgisi unutuluyordu. Bunun için hep fıkıh üzerinde durdu. Tasavvuf hususunda pek konuşmadı. Yoksa Ebû Hanife nübüvvet ve velayet yollarının kendisinde toplandığı, Cafer-i Sadık hazretlerinin huzurunda iki sene bulunup öyle feyiz, nur ve varidad-ı ilahiyyeye kavuşmuştur ki bu büyük istifadesini ; "O iki sene olmasaydı Nu'man helak olurdu" sözü ile anlatabildiler. Silsile-i zehbin en büyük halkasından olan Câfer-i Sâdık'dan tasavvufu alıp, velâyetin (evliyâlığın) en son makâmına kavuşmuştur. Çünkü Ebû Hanife, Peygamber Efendimizin vârisidir. Hadis-i şerifte: "Âlimler peygamberlerin vârisleridir" buyruldu. Vâris, her hususta verâset sahibi olduğundan zâhiri ve batıni ilimlerde Peygamber Efendimizin vârisi olmuş olur. O halde her iki ilimde de kemâlde idi." İslâm âlimleri, İmâm-ı A'zam'ı bir ağacın gövdesine, diğer âlim ve velileri de bu ağacın dallarına benzetmişler, onun her bakımdan büyük ve üstün olduğunu, diğerlerinin ise bir veya birkaç bakımdan büyük kemâlâta (olgunluklara, üstünlüklere) erdiklerini belirtmişlerdir. İslâm dünyasında ilimleri ilk defa tedvin ve tasnif eden odur. Din bilgilerini (Kelâm, fıkıh, tefsir, hadis vs.) isimleri altında ayırarak bu ilimlere ait kaideleri o tesbit etmiştir. Böylece onun asrında zuhur eden eski Yunan felsefesine ait kitapların tercüme edilmesiyle birlikte, bu kitaplarda yazılı bozuk sözlerin, fikirlerin din bilgileri arasına karıştırılmasını ve İslam dinine bid'atlerin sokulması tehlikesini bertaraf etti.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.