Dolar kuru 3,58 TL'nin üstünü gördü. Bu durumda yılbaşından bu yana TL'nin değer kaybı yüzde 22? Bir önlem alınmadığı müddetçe 4'ü de görür üstünü de?
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, döviz artışıyla ilgili ekonomide kalıcı bir hasar meydana gelmeyeceğini belirterek, "Dokunmamak lazım, müdahale etmemek lazım, piyasa kendi dengesini bulacaktır" demişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Zeybekçi gibi düşünmüyordu, "Dövizinizi TL'ye ya da altına çevirin" çağrısı yaparak kendi haline bırakılmamasını, müdahale edilmesini ifade ediyordu.
Neticede, nasıl 15 Temmuz darbesinde halk tankın önüne çıktıysa, bu fedakarlığı gösterdiyse, halktan aynı duyarlılıkla yastık altındaki dövizlerini bozdurmaları istendi.
Bir adım da varlık barışı konusunda atıldı. Bu kapsamda, yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını 31 Aralık'a kadar Türkiye'ye getiren gerçek ve tüzel kişiler, söz konusu varlıkları serbestçe tasarruf edebilecek ve varlıkların ülkeye sokulması sırasında herhangi bir vergi ödemeyecek.
Borç yapılandırmalarına da ağırlık verildi ve Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın ifadesiyle 78 milyar liraya yakın borç yapılandırıldı.
Peki, alınan bu önlemler Doların ateşini düşürmeye yeterli mi? Elbette ki hayır?
Çünkü bu ve benzeri çözümler; 800 milyar Doları aşkın bir borcu olan, ekonomisini sürdürülebilir borçla yürütebilen, her yıl ciddi meblağlarda cari açık veren, TL'sini Merkez Bankası'na koyduğu Dolar rezervinin karşılığı basan Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu finans akışını sağlamayacaktır.
Nasıl insanın, hayatına devam edebilmesi için belirli bir miktarda kana ihtiyacı varsa, aynen bunun gibi ekonomilerin ayakta kalabilmesi için belirli bir miktar paraya ihtiyaç vardır.
Kapitalizmin gemisinde bulunan Türkiye bu finans ihtiyacını dışarıdan aldığı faizli borca, dolayısıyla Dolara endekslemiştir.
Doların giriş ve çıkışı ve de kurunun belirlenmesi de Zeybekçi'nin ifade ettiği gibi "serbest piyasa"ya bırakılmıştır. Türkiye'de finans kuruluşlarının yüzde 70'inin yabancı olduğunu ve de finansın da TL de olsa tamamının yabancı kontrolünde olduğunu dikkate alırsak, Türkiye'ye Doları sokan ya da yurt dışına çıkartan, kurunu belirleyen irade esasen yabancılardan başkası değildir.
Bu yabancılar da eğer kar amacını güdüyorlarsa, dikkate aldıkları kurumlar bu konuda kredi notu veren küresel kurum ve kuruluşlardır.
Peki, bu kuruluşların bugün Türkiye'ye bakışı nasıldır?
Yabancı yatırımcıların dikkate aldığı en önemli kuruluşlardan birisi, merkezi İsviçre'de bulunan Credit Suisse'dir. Bu kuruluşun hazırladığı raporda, 2017 yılında Türk Lirasının "potansiyeli en düşük" para birimi olduğu, en cazip para biriminin ise Rus Rublesi olduğu belirtildi. Raporda ayrıca Türkiye için 2017 yılının felaket yılı olacağı ve yatırımcıların TL'den uzak durması gerektiği vurgulandı.
TL'nin, 6 yıldır savaşla mücadele eden Suriye'nin para birimi karşısında bile yüzde 10 değer kaybettiği belirtiliyor.
Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşu olan Moody's'in tavrı ise çok ilginç. 23 Eylül'deki değerlendirmesinde Türkiye'nin kredi notunu "Baa3"ten "Ba1"e indiren ve not görünümünü "durağan" olarak ifade eden kuruluş, Türkiye için 2 Aralık'ta açıklayacağını duyurduğu kredi notunu açıklamama kararı aldı. Türkiye'yi takviminden çıkardı, herhangi bir not vermeyecek.
Bunların anlamı Türkiye'ye yatırım amaçlı yabancı finansın gelmeyeceğidir. Yani borca dayalı değirmenin suyu dönmeyecek.
Eğer bu yabancılar kar amacı değil de, siyasi bir amaç güdüyorlarsa, Doları normal bir hale getirebilmek için çok büyük bir taviz koparmaya çalışacaklardır. Ve bu sefer ki taviz elbette ki, maden sahaları, karlı kamu kuruluşları değil, Türkiye'nin bölünmesi ve parçalanması olacaktır. Ama şu adla, ama şu sistemle?
Yani mevcut şartlarda, Kapitalizmin gemisinden inip, milli bir çözüme geçmediğimiz takdirde, Doların artmasından çok, Doların düşmesinden korkalım. Çünkü bu taviz verildi demektir.
Hiçbir taviz vermeden, bütün zararları da ortadan kaldıracak milli bir çözüm mevcuttur.
Bu çözüm, elbette ki, Rusya'yı dünyanın zirvesine oturtan, BRICS kapsamında 4 milyar insanın karnını doyuran, sırtını giydiren, buralara barışı ve huzuru getiren, Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'nden başkası değildir.
Prof. Dr. Baş, modelinde, parayı "emeğin ve üretimin karşılığı" olarak belirtip milli ve yerli bir hale getirerek, ihracatın bu milli parayla yapılması gerektiğini vurgulayarak, döviz kurlarını da sabitleyerek ülkemizi finansal bağımlılıktan, kur dalgalanmalarından, dış açık ve cari açıklardan, küresel şoklardan kurtaracak, dört dörtlük, tam bağımsız bir milli ekonomi sunmaktadır.
Tek çözüm de budur, başka adımlar ülkemize ve milletimize felaket getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada, döviz artışıyla ilgili ekonomide kalıcı bir hasar meydana gelmeyeceğini belirterek, "Dokunmamak lazım, müdahale etmemek lazım, piyasa kendi dengesini bulacaktır" demişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Zeybekçi gibi düşünmüyordu, "Dövizinizi TL'ye ya da altına çevirin" çağrısı yaparak kendi haline bırakılmamasını, müdahale edilmesini ifade ediyordu.
Neticede, nasıl 15 Temmuz darbesinde halk tankın önüne çıktıysa, bu fedakarlığı gösterdiyse, halktan aynı duyarlılıkla yastık altındaki dövizlerini bozdurmaları istendi.
Bir adım da varlık barışı konusunda atıldı. Bu kapsamda, yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarını 31 Aralık'a kadar Türkiye'ye getiren gerçek ve tüzel kişiler, söz konusu varlıkları serbestçe tasarruf edebilecek ve varlıkların ülkeye sokulması sırasında herhangi bir vergi ödemeyecek.
Borç yapılandırmalarına da ağırlık verildi ve Maliye Bakanı Naci Ağbal'ın ifadesiyle 78 milyar liraya yakın borç yapılandırıldı.
Peki, alınan bu önlemler Doların ateşini düşürmeye yeterli mi? Elbette ki hayır?
Çünkü bu ve benzeri çözümler; 800 milyar Doları aşkın bir borcu olan, ekonomisini sürdürülebilir borçla yürütebilen, her yıl ciddi meblağlarda cari açık veren, TL'sini Merkez Bankası'na koyduğu Dolar rezervinin karşılığı basan Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu finans akışını sağlamayacaktır.
Nasıl insanın, hayatına devam edebilmesi için belirli bir miktarda kana ihtiyacı varsa, aynen bunun gibi ekonomilerin ayakta kalabilmesi için belirli bir miktar paraya ihtiyaç vardır.
Kapitalizmin gemisinde bulunan Türkiye bu finans ihtiyacını dışarıdan aldığı faizli borca, dolayısıyla Dolara endekslemiştir.
Doların giriş ve çıkışı ve de kurunun belirlenmesi de Zeybekçi'nin ifade ettiği gibi "serbest piyasa"ya bırakılmıştır. Türkiye'de finans kuruluşlarının yüzde 70'inin yabancı olduğunu ve de finansın da TL de olsa tamamının yabancı kontrolünde olduğunu dikkate alırsak, Türkiye'ye Doları sokan ya da yurt dışına çıkartan, kurunu belirleyen irade esasen yabancılardan başkası değildir.
Bu yabancılar da eğer kar amacını güdüyorlarsa, dikkate aldıkları kurumlar bu konuda kredi notu veren küresel kurum ve kuruluşlardır.
Peki, bu kuruluşların bugün Türkiye'ye bakışı nasıldır?
Yabancı yatırımcıların dikkate aldığı en önemli kuruluşlardan birisi, merkezi İsviçre'de bulunan Credit Suisse'dir. Bu kuruluşun hazırladığı raporda, 2017 yılında Türk Lirasının "potansiyeli en düşük" para birimi olduğu, en cazip para biriminin ise Rus Rublesi olduğu belirtildi. Raporda ayrıca Türkiye için 2017 yılının felaket yılı olacağı ve yatırımcıların TL'den uzak durması gerektiği vurgulandı.
TL'nin, 6 yıldır savaşla mücadele eden Suriye'nin para birimi karşısında bile yüzde 10 değer kaybettiği belirtiliyor.
Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşu olan Moody's'in tavrı ise çok ilginç. 23 Eylül'deki değerlendirmesinde Türkiye'nin kredi notunu "Baa3"ten "Ba1"e indiren ve not görünümünü "durağan" olarak ifade eden kuruluş, Türkiye için 2 Aralık'ta açıklayacağını duyurduğu kredi notunu açıklamama kararı aldı. Türkiye'yi takviminden çıkardı, herhangi bir not vermeyecek.
Bunların anlamı Türkiye'ye yatırım amaçlı yabancı finansın gelmeyeceğidir. Yani borca dayalı değirmenin suyu dönmeyecek.
Eğer bu yabancılar kar amacı değil de, siyasi bir amaç güdüyorlarsa, Doları normal bir hale getirebilmek için çok büyük bir taviz koparmaya çalışacaklardır. Ve bu sefer ki taviz elbette ki, maden sahaları, karlı kamu kuruluşları değil, Türkiye'nin bölünmesi ve parçalanması olacaktır. Ama şu adla, ama şu sistemle?
Yani mevcut şartlarda, Kapitalizmin gemisinden inip, milli bir çözüme geçmediğimiz takdirde, Doların artmasından çok, Doların düşmesinden korkalım. Çünkü bu taviz verildi demektir.
Hiçbir taviz vermeden, bütün zararları da ortadan kaldıracak milli bir çözüm mevcuttur.
Bu çözüm, elbette ki, Rusya'yı dünyanın zirvesine oturtan, BRICS kapsamında 4 milyar insanın karnını doyuran, sırtını giydiren, buralara barışı ve huzuru getiren, Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'nden başkası değildir.
Prof. Dr. Baş, modelinde, parayı "emeğin ve üretimin karşılığı" olarak belirtip milli ve yerli bir hale getirerek, ihracatın bu milli parayla yapılması gerektiğini vurgulayarak, döviz kurlarını da sabitleyerek ülkemizi finansal bağımlılıktan, kur dalgalanmalarından, dış açık ve cari açıklardan, küresel şoklardan kurtaracak, dört dörtlük, tam bağımsız bir milli ekonomi sunmaktadır.
Tek çözüm de budur, başka adımlar ülkemize ve milletimize felaket getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025