13) İslam'a ilk davet yemeğinde Hz. Ali'nin hilafeti ilan edildi:
"En yakınlarını uyar" (Şuara, 214) ayet-i kerimesi inince, Allah Resulü (s.a.a.), Hz. Ali'yi (a.s.) yemek hazırlayarak yakınlarını yemeğe çağırmakla görevlendirdi.
O gün Hz. Ali'nin çağrısı üzerine Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb'in de bulunduğu yaklaşık kırk kişi Ebu Talib'in evinde toplandılar. Yemekten sonra Allah Resulü onlara buyurdu ki:
"Ey Abdulmuttaliboğulları! Allah'a ant olsun ki, Ben Arap gençleri arasında kendi soyuna Benim getirdiğim şeyden daha iyi bir şey getiren bir genci tanımıyorum. Ben, sizin için dünya ve ahiret iyiliğini getirdim. Allah Beni, sizleri O'na çağırmakla görevlendirdi. Sizlerden kim, Benim bu görevimde Bana yardım ederek Benim kardeşim, mirasçım ve sizin aranızda temsilcim olmak ister?
Orada bulunanlar arasında hiç kimseden ses çıkmadı. Yalnızca Hz. Ali kalkıp dedi ki; "Ey Allah'ın Elçisi! Ben Sana yardım etmeye hazırım."
Allah Resulü (s.a.a.) buyurdu ki; "Ey Ali! Sen otur." Bu konuşma üç kez tekrarlandı. Her üçünde de Allah Resulü'nü kabul eden yalnızca Hz. Ali oldu.
Bunun üzerine Allah Resulü elini, Hz. Ali'nin omzuna koyarak şöyle buyurdu: "Bu Benim kardeşim, mirasçım ve sizin aranızdaki halifemdir. Onu dinleyiniz ve onun buyruklarına uyunuz." (Taberi, Tefsir, 19/68; Suyuti, ed-Dürrül-Mensur Fit-Tefsir Bil-Mesur, 15/335)
Bunun üzerine orada bulunanlar gülerek dağılmak üzere kalkıp Ebu Talib'e dediler ki: "Kendi çocuğunu dinleyip buyruklarına uymanı sana farz kıldı." (Taberi, Tarih, s.217; İbn Esir, Kamil, 2/22; Ebulfeda, Tarih, 1/116; İbn Ebi'l Hadid, Şerhi Nehcü'l Belağa, 3/257?258; Halebî, Sire, 1/38; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/111, 159, 331; Nesai, Hasais-ül Aleviyye, s.6; Hâkim, Müstedrek, 3/123; Muttaki el-Hindi, Kenzu'l-Ummal, 6/392, 396?397, 408; Muntehab-u Kenzul Ummal, 5/41?43)
14) Hayber'in fethinde İmam Ali (a.s.):
Hayber, Yahudilerin en güçlü karargâhlarından biri idi. Burası aynı zamanda fitnenin de merkeziydi. Burada bulunan Yahudiler defalarca, Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara yaptığı saldırılara katılmışlardı.
Bu durumun önüne geçmek için Hz. Peygamber Hicret'in yedinci yılında (M.628) 1600 kişilik bir ordu ile fethi imkânsız denilen Hayber Kalesi'ne yürüdü. Hayber Kalesi savunma açısından çok güçlü bir yapıya sahipti. Çok sayıda savunma teçhizatı vardı.
Hz. Peygamber, Medine'den yola çıktı. Sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hayber halkı sabah evlerinden çıktıklarında Hz. Peygamber'in ordusunu karşısında buldu. Bunun üzerine kalelerine kapandılar. Hz. Peygamber kaleyi kuşatma altına aldı.
Kalenin çevresinde şiddetli çırpışmalar oldu. Bazı kaleler İslam ordusu tarafından ele geçirildi. Çatışma yirmi küsur gün sürdü. Ama bazı kaleler hâlâ alınamıyordu. Bunların içinde en büyüğü olan Kâmus Kalesi inatla direniyordu. İslam ordusu bir türlü burayı açamıyordu.
Resulullah şiddetli bir baş ağrısına yakalandığı için, orduya bizzat komuta edemiyor, sancağı her gün birine verip, kaleyi fethetmekle görevlendiriyordu. Ama her biri sonuç alamadan dönüyordu. Hz. Peygamber, sancağı Ebu Bekir'e vererek onu kalelerin üzerine gönderdi. Ebu Bekir fethi gerçekleştiremeden geri döndü. Resulüllah ikinci gün sancağı Ömer'e verdi ve kaleleri ele geçirmesini emretti. O da başarısız oldu. Ordusu onu, o da ordusunu korkaklıkla suçluyordu. Hz. Peygamber bu çekişmeye son vererek şöyle buyurdu:
"Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, O Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt çevirip kaçmaz. Allah O'nun önünü açar. Cebrail sağında, Mikail de solunda olur." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.319, 320; Tarih-i Taberi, c.2, s.300; Tarih-i Dimaşk, İbn Asakir, c.1, s.166; Tercumetü'l-İmam Ali, Tezkiretü'l Havass, İbn Cevzi el-Hanefi, s.32; es-siretül-Halebiyye, c.3, s.37)
Herkes başını kaldırdı. Boynunu uzattı. Bütün herkesin dileği bu sözlerle kendisinin kastedilmiş olmasıydı. Ömer b. Hattab şöyle demişti: "O günden başka hiçbir zaman emirlik istememiştim. O gün bayrağın bana verilmesini temenni etmiştim." (Tezkiretü'l Havass, s.32)
Gün ağarınca Hz. Peygamber sancağın getirilmesini emretti. İnsanlar bekliyorlardı. Resulüllah Hz. Ali'yi çağırdı, orada bulunanlar, "Gözleri ağrıyor" dediler. Resulüllah, "O'nu çağırın" buyurdu. Seleme b. Evka gitti ve gözleri ağrıdığı için yürümekte güçlük çeken Hz. Ali'nin elinden tutup O'nu Hz. Peygamber'in yanına getirdi.
Hz. Ali gözlerini sargı ile sarmıştı. Resulüllah eliyle ağzının suyunu alıp, Hz. Ali'nin gözlerine sürdü. O anda İmam Ali'nin gözleri sapasağlam oldu. Sonra Allah Resulü şöyle dua etti: "Allah'ım! Sıcakta ve soğukta O'na yarımcı ol." (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.320; Tarih-i Taberi, c.2, s.301; El-Kamil İbn Esir, c.2, s.220; Feraidü's-Simtayn, c.1, s.264)
Hz. Ali, önce Yahudilerin en güçlü savaşçılarını bir iki hamlede mağlup etti. Yahudiler korkularından kaleye dönüp kapılarını kilitlediler. Hz. Ali kale kapısına yöneldi ve kapıyı açıncaya kadar zorladı. Daha sonra kalenin kapısını kavradı ve yerinden söktü. Onu hendeğin üzerine bir köprü gibi yerleştirdi ardından Müslümanlar kapının üzerinden karşı tarafa geçtiler kaleyi ele geçirdiler. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.321; Tarih-i Taberi, c.2, s.103; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.114) Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.
Yarın devam edeceğiz.
"En yakınlarını uyar" (Şuara, 214) ayet-i kerimesi inince, Allah Resulü (s.a.a.), Hz. Ali'yi (a.s.) yemek hazırlayarak yakınlarını yemeğe çağırmakla görevlendirdi.
O gün Hz. Ali'nin çağrısı üzerine Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb'in de bulunduğu yaklaşık kırk kişi Ebu Talib'in evinde toplandılar. Yemekten sonra Allah Resulü onlara buyurdu ki:
"Ey Abdulmuttaliboğulları! Allah'a ant olsun ki, Ben Arap gençleri arasında kendi soyuna Benim getirdiğim şeyden daha iyi bir şey getiren bir genci tanımıyorum. Ben, sizin için dünya ve ahiret iyiliğini getirdim. Allah Beni, sizleri O'na çağırmakla görevlendirdi. Sizlerden kim, Benim bu görevimde Bana yardım ederek Benim kardeşim, mirasçım ve sizin aranızda temsilcim olmak ister?
Orada bulunanlar arasında hiç kimseden ses çıkmadı. Yalnızca Hz. Ali kalkıp dedi ki; "Ey Allah'ın Elçisi! Ben Sana yardım etmeye hazırım."
Allah Resulü (s.a.a.) buyurdu ki; "Ey Ali! Sen otur." Bu konuşma üç kez tekrarlandı. Her üçünde de Allah Resulü'nü kabul eden yalnızca Hz. Ali oldu.
Bunun üzerine Allah Resulü elini, Hz. Ali'nin omzuna koyarak şöyle buyurdu: "Bu Benim kardeşim, mirasçım ve sizin aranızdaki halifemdir. Onu dinleyiniz ve onun buyruklarına uyunuz." (Taberi, Tefsir, 19/68; Suyuti, ed-Dürrül-Mensur Fit-Tefsir Bil-Mesur, 15/335)
Bunun üzerine orada bulunanlar gülerek dağılmak üzere kalkıp Ebu Talib'e dediler ki: "Kendi çocuğunu dinleyip buyruklarına uymanı sana farz kıldı." (Taberi, Tarih, s.217; İbn Esir, Kamil, 2/22; Ebulfeda, Tarih, 1/116; İbn Ebi'l Hadid, Şerhi Nehcü'l Belağa, 3/257?258; Halebî, Sire, 1/38; Ahmet b. Hanbel, Müsned, 1/111, 159, 331; Nesai, Hasais-ül Aleviyye, s.6; Hâkim, Müstedrek, 3/123; Muttaki el-Hindi, Kenzu'l-Ummal, 6/392, 396?397, 408; Muntehab-u Kenzul Ummal, 5/41?43)
14) Hayber'in fethinde İmam Ali (a.s.):
Hayber, Yahudilerin en güçlü karargâhlarından biri idi. Burası aynı zamanda fitnenin de merkeziydi. Burada bulunan Yahudiler defalarca, Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara yaptığı saldırılara katılmışlardı.
Bu durumun önüne geçmek için Hz. Peygamber Hicret'in yedinci yılında (M.628) 1600 kişilik bir ordu ile fethi imkânsız denilen Hayber Kalesi'ne yürüdü. Hayber Kalesi savunma açısından çok güçlü bir yapıya sahipti. Çok sayıda savunma teçhizatı vardı.
Hz. Peygamber, Medine'den yola çıktı. Sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hayber halkı sabah evlerinden çıktıklarında Hz. Peygamber'in ordusunu karşısında buldu. Bunun üzerine kalelerine kapandılar. Hz. Peygamber kaleyi kuşatma altına aldı.
Kalenin çevresinde şiddetli çırpışmalar oldu. Bazı kaleler İslam ordusu tarafından ele geçirildi. Çatışma yirmi küsur gün sürdü. Ama bazı kaleler hâlâ alınamıyordu. Bunların içinde en büyüğü olan Kâmus Kalesi inatla direniyordu. İslam ordusu bir türlü burayı açamıyordu.
Resulullah şiddetli bir baş ağrısına yakalandığı için, orduya bizzat komuta edemiyor, sancağı her gün birine verip, kaleyi fethetmekle görevlendiriyordu. Ama her biri sonuç alamadan dönüyordu. Hz. Peygamber, sancağı Ebu Bekir'e vererek onu kalelerin üzerine gönderdi. Ebu Bekir fethi gerçekleştiremeden geri döndü. Resulüllah ikinci gün sancağı Ömer'e verdi ve kaleleri ele geçirmesini emretti. O da başarısız oldu. Ordusu onu, o da ordusunu korkaklıkla suçluyordu. Hz. Peygamber bu çekişmeye son vererek şöyle buyurdu:
"Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, O Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de O'nu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt çevirip kaçmaz. Allah O'nun önünü açar. Cebrail sağında, Mikail de solunda olur." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Ali, s.319, 320; Tarih-i Taberi, c.2, s.300; Tarih-i Dimaşk, İbn Asakir, c.1, s.166; Tercumetü'l-İmam Ali, Tezkiretü'l Havass, İbn Cevzi el-Hanefi, s.32; es-siretül-Halebiyye, c.3, s.37)
Herkes başını kaldırdı. Boynunu uzattı. Bütün herkesin dileği bu sözlerle kendisinin kastedilmiş olmasıydı. Ömer b. Hattab şöyle demişti: "O günden başka hiçbir zaman emirlik istememiştim. O gün bayrağın bana verilmesini temenni etmiştim." (Tezkiretü'l Havass, s.32)
Gün ağarınca Hz. Peygamber sancağın getirilmesini emretti. İnsanlar bekliyorlardı. Resulüllah Hz. Ali'yi çağırdı, orada bulunanlar, "Gözleri ağrıyor" dediler. Resulüllah, "O'nu çağırın" buyurdu. Seleme b. Evka gitti ve gözleri ağrıdığı için yürümekte güçlük çeken Hz. Ali'nin elinden tutup O'nu Hz. Peygamber'in yanına getirdi.
Hz. Ali gözlerini sargı ile sarmıştı. Resulüllah eliyle ağzının suyunu alıp, Hz. Ali'nin gözlerine sürdü. O anda İmam Ali'nin gözleri sapasağlam oldu. Sonra Allah Resulü şöyle dua etti: "Allah'ım! Sıcakta ve soğukta O'na yarımcı ol." (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.320; Tarih-i Taberi, c.2, s.301; El-Kamil İbn Esir, c.2, s.220; Feraidü's-Simtayn, c.1, s.264)
Hz. Ali, önce Yahudilerin en güçlü savaşçılarını bir iki hamlede mağlup etti. Yahudiler korkularından kaleye dönüp kapılarını kilitlediler. Hz. Ali kale kapısına yöneldi ve kapıyı açıncaya kadar zorladı. Daha sonra kalenin kapısını kavradı ve yerinden söktü. Onu hendeğin üzerine bir köprü gibi yerleştirdi ardından Müslümanlar kapının üzerinden karşı tarafa geçtiler kaleyi ele geçirdiler. (Prof. Dr. Haydar Baş, a.g.e, s.321; Tarih-i Taberi, c.2, s.103; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.114) Allah şefaatlerinden mahrum etmesin.
Yarın devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Ege politikamız da, Kıbrıs politikamız da fiyasko! / 19.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Don felaketi tarımı vurdu, peki şimdi ne olacak? / 17.04.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ı tanımak sorumluluk gerektirir / 16.04.2025
- 'O'nun yetiştirdikleri bu vatanın garantörleri, bu milletin yılmaz savunucularıdır' / 14.04.2025
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025