Hemen herkesin bir define hikâyesi vardır veya bir defineciden hararetli bir şekilde bir hikâye dinlemiştir. Benim de çok hikâye dinlemişliğim var. Bayağı heyecanlı oluyor!
Bu hikâyelerden çıkardığım sonuçlardan birisi de definecilerin, kardeş bile olsalar birbirlerine karşı güven zafiyeti duyduklarıdır. Hele ortaklar yabancıysa durum daha ciddidir.
Onun için defineciler paylaşımı daha kazmayı vurmadan yaparlar. Kimin ne kadar pay alacağı konusunda anlaşırlar.
Şimdi! Bu profilden Anadolu'ya bakalım. Anadolu coğrafyasının paha biçilemezliğini herkes biliyor. Bu değerinden ötürüdür ki, tarih boyu bu coğrafyada hiç savaş eksik olmadı.
Defineci diyebileceğimiz Haçlı Batı bu coğrafyayı elde etmek için 100 yıl önce tekrar yola çıktılar.
Osmanlı yenilmişti ve bu yenilginin resmi belgesi Mondros anlaşmasıydı. Çanakkale'yi asker ile geçemeyenler bu anlaşma ile ellerini, kollarını sallayarak Çanakkale'yi geçip İstanbul'a (Osmanlı'nın başkenti) girdiler. Galata Kulesi'ne bayraklarını çektiler.
Onlar için savaş bitmişti. Osmanlı için de savaş bitmişti ve artık paylaşım zamanıydı.
Defineci hikâyelerinde olduğu gibi Haçlı Batı paylaşım anlaşmasını da çoktan yapmıştı. Osmanlı, "Sarayıma dokunma gerisini ne yaparsan yap" mantığıyla bu paylaşım anlaşmasına 'evet' demişti.
Evet, aynen öyle olmuştu. Çünkü Mondros'tan sonra bu paylaşım anlaşması, fiiliyata geçirilmeye başlanmıştı.
Bu anlaşmaya kabaca baktığımızda Boğazlara ve İstanbul'a İngilizler-Fransızlar konmuştu. İzmir ve Edirne başta olmak üzere Ege illerimize Yunan sahipleniyor ve Ege, Yunan Denizi haline getirilmek isteniyordu.
İtalyanlara ise Akdeniz Bölgemiz düşmüştü. Ama İtalyanlar, Ege'den de pay istiyor, huysuzluk yapıyordu.
Fransızlar ise Suriye ve Beyrut'tan sonra Hatay, Adana, Antep, Maraş gibi illerimizde sahiplik (!) iddia ediyordu.
Ermeniler Artvin, Erzurum, Kars, Muş, Erzincan, Ağrı ve daha birkaç ilimiz üzerinde hak iddia ediyor, 'Büyük Ermenistan' hayali kuruyorlardı. Paylaşımcılar da 'tamam, senin olsun' diyordu.
İngilizler, Doğu ve Güneydoğu'da kendilerine bağlı bir Kürdistan, aynı şekilde Karadeniz'de de bir 'Pontus devletini' bu paylaşım anlaşmasının içine sokmuştu.
Öyle ki demiryollarından limanlara, ovalardan dağlara, iğneden ipliğe kadar Anadolu'da ne kadar zenginlik varsa hepsini, bu anlaşma ile kâğıt üzerinde paylaşmıştılar.
Türklere ise Orta Anadolu'da 250-300 bin metrekarelik bir alan bırakmışlardı.
Haçlı Batının, uygulamaya başladıkları bu paylaşım anlaşmasının adı "Sevr" idi.
Ne hikmetse Temmuz ayı geldi mi, ülkemizde de Lozan tartışmaları başlar! Temmuz bitince biter mi? Bitmez. Çünkü bu tartışmaları başlatanlar, o tarihi mağlubiyeti hazmedemeyenlerin sözcüleridir, ayakçılarıdır.
Bir aydır Lozan tartışılıyor. Lozan zafer mi, hezimet mi, diye başlıklar açılıyor. Lozan nedir, diye sorular soruluyor.
En sade ifade ile Lozan, Haçlı Batının Anadolu'yu paylaşma anlaşması olan Sevr'i yırtıp, çöpe atan, 'Anadolu bizimdir, bizim kalacak' gerçeğinin bu paylaşımcılara kabul ettirilmesidir. Vatanın, milletin, bayrağın, dinin, namusun dokunulmazlığının belgesidir.
Fazla teşbihe, anlatmaya da gerek olduğunu düşünmüyorum. Bu ülkede, Türk Bayrağı altında doğup, bu bayrağı dalgalandıranlara ve o bayrağın dalgalanacağının resmi adı olan Lozan'a laf atıyorlarsa, bunlara en nazik tabirle, 'kuzu kafalı' demek lazım.
- İstanbullular neden sokağa çıkıyor? / 27.04.2025
- Ekonominin kitabını yazdılar / 26.04.2025
- 23 yıllık iktidarın her daim mazereti olabilir mi? / 25.04.2025
- Çatlayan sadece fay hatları değil ar damarıdır / 24.04.2025
- Bizim 23 Nisan’dan anladığımız / 23.04.2025
- Türkiye’ye ‘Escobar sistemi’ kurmuşlar / 21.04.2025
- ‘Erdoğan Amca adım Danya Ebu Muhsin’ / 20.04.2025
- 2 bin değil 2 bin 600 yıldır yapılanamayanı yaptılar? / 19.04.2025
- Gazze’den tehciri, ‘hicret’ olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar / 18.04.2025