Devletlerin yıkılışı, milletlerin yıkılışı anlamına gelmez. Devleti yıkıldığı halde, millet olma özelliğini bütün zorluk ve imkansızlıklara rağmen koruyan milletler olmuştur. Bu da gösteriyor ki, milletlerin yıkılışı, devletlerin yıkılışında daha zor ve daha önemlidir. Zira yıkılan devleti, yıkılmayan millet, tekrar kurabilir. Fakat yıkılan milleti, yani milli ve manevi değerlerini yitirip sürü haline dönmüş milleti, hiçbir devlet ayağa kaldıramaz. Onun içindir ki, devleti korumanın yolu, milleti korumadan geçer. Basiretsiz bazı devlet adamları, devleti koruma adına milletin değerleriyle çatışmışlardır. O kişiler, sonunda kendi bindikleri da kestiklerini anlamışlardır.Bu tespitlere kendi tarihimiz en güzel örnektir. Osmanlı Devleti , idarecilerin gafleti, Batılıların yıllarca süren hile, desise ve entrikaları sonucu yıkıldı. Ancak milletimiz yıkılmadığı için, İstiklâl Mücadelesi vererek yine bir devlet kurmaya muvaffak olduk. Bunu gören Batılılar, bugün milletimizi yıkmayı amaçlamaktadırlar. Misyonerlik ve dinlerarası diyalog faaliyetler, AB'nin yeni azınlıklar türetme gayretleri hep bu amaca yöneliktir. Osmanlı coğrafyasında milletimizin yaşadığı terör ve işgaller, akıttığı kan ve gözyaşları da bunun içindir. Milletimiz diyoruz. Çünkü Osmanlı coğrafyasında yaşayan toplulukların hepsi bir millettir. Batı dünyası önce bu milleti birçok devletçiklere böldü, coğrafi sınırlarla ayırdı. Farklı devletlerin vatandaşı durumuna düşürdüğü bu milleti, birbirlerine yabancılaştırmak, düşman etmek için aralarında kin ve nefret tohumları ekti. Peki, Batı dünyası amacına ulaşabildi mi? Amaca ulaşmanın, hasat toplamanın tam zamanıdır düşüncesiyle, yeni bir Haclı seferi başlattılar. Afganistan ve Irak'ın işgalini, Filistin'deki zulmü, PKK terörünü, bu çerçevede mütalaa etmezsek, başımıza gelen belâyı anlamamış oluruz. Çözüm, aynı millet olduğumuz gerçeğinden hareketle ortak bir direniş sergilemektir. Tekrar edelim, bu bölgede yaşayan Türk, Kürt ve Arap tek bir millettir. Bizim millet anlayışımız ırka dayanmaz. Aynı medeniyeti paylaşan herkes, ırkı ne olursa olsun, aynı millettir. Aynı milletin, ayrı siyaseti olmaz. Osmanlı döneminde durumumuz böyle idi. Said Halim Paşa, bu gerçeği şöyle ifade eder: "Avrupalıların fikir ve inançlarına göre, siyasi birlik, lisan ve mezhep beraberliği ile birbirine bağlı olan kimselerin birleşmesinden meydana gelir. Halbuki Osmanlı siyasi birliği ırk ve lisan birliğine ve hatta çoğu zaman adet ve gelenek birliğine bile sahip değildir. Bu sebeple Osmanlı siyasi birliği Avrupa Hıristiyan hükümetlerinde olduğu gibi milliyet esasına değil, İslâm birliği ve kardeşliği esasına dayanmaktadır" (Bkz. Buhranlarımız, s. 27.Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda da bu anlayış esas kabul edilmiştir. Çünkü, "toplumların millet olmalarında ortak inanca ve ortak bir kültüre sahip olmaları son derece önemlidir. Bu yüzden Lozan görüşmelerinde Atatürk azınlık tarifini 'ancak gayri müslimlerdir' esası üzerine oturtmuş. Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında gerçekleştirilen, nüfus mübadelesinde bu 'ortak inanç olgusu' ölçü kabul edilmiştir" (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş, Sosyal Devlet, Milli Devlet, s. 24). Atatürk, Meclis'de yaptığı bir konuşmada ortak inanç olgusuna şöyle vurgu yapmıştır: " Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Lâz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasar-ı İslâmiyedir, samimi mecmudur. (İslâm unsurlarından oluşmuş bir bütündür). İşte hudud-u millimiz budur dedik" Ne ilginçtir, Müslüman olmayan İngiliz parlamenter George Galloway, İstanbul'da düzenlenen 'Uluslararası Kudüs Buluşması'nda bu gerçeği teyit eder mahiyette konuştu. Galloway şöyle dedi: "Müslümanlar tek millet olana kadar Filistin hiçbir zaman özgürleşmeyecektir". Bu söz doğru, fakat eksik. Eksik olan şu: İslam devletlerinin her biri dışa bağımlı hale gelmiş ve özgürleşmeyi beklemektedir. Tek millet anlayışımıza dönersek ve onu kuvvetlendirirsek, dahası dış ve iç siyasetimizi bunun üzerine bina edersek, küçük devletçiklere parçalanmak şöyle dursun özlenen birliği ve bütünlüğü gerçekleştiririz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018