Ekonomide milliliği esas alan Atatürk ve arkadaşları şöyle diyorlardı: "Artık yabancı malî kuruluşlardan borç alma kapısını ebediyen kapattık." Dış borcun koca Osmanlı Devleti'ni esarete sürüklediğini ve yıkılma sürecini başlattığını görenler, işte böyle diyorlardı. Ama nasıl olmuşsa olmuş, borç kapısı tekrar açıldı, hem de ardına kadar. Şimdi borçlanmaya öylesine alıştık ki, borçlanınca seviniyoruz. Borç bulana kahraman gözüyle bakıyoruz.
Halbuki Türkiye'de idareci olacak bir kişinin ilk bilmesi gereken şudur: Hiçbir borç karşılıksız değildir, her borç hürriyetten tavizdir, esarete atılan bir adımdır. Bu gerçeği hâlâ öğrenemedik mi? Küresel güçler, "istediklerimi yapın, dolarları alın" demiyorlar mı? Eskiden bu sözler gizli söyleniyordu, şimdi ise alenen söyleniyor.
IMF'den alınan ve 7 Şubat'ta Hazine hesaplarına aktarılan 9.1 milyar doların nasıl kullanıldığını, Hazine açıkladı. Hazine'nin açıkladığına göre, Hazine'ye 9.1 milyar dolar girdi, 6.1 milyar dolar çıktı. Ail Cengiz oyunu gibi. IMF'den gelen dolarlar geldiği gibi gitti. Belki, bize de bir şey düşer diye heveslenenlerin hevesleri kursağında kaldı.
Prof. Dr. Oktay Yenal bu kısır döngüyü şöyle ifade ediyor: "Devletin borcu millî gelirinin % 100'üne yaklaşırken ve faiz haddi yüksek düzeyleri korurken hâlâ IMF'den alınan kredilerle borç çevirmeyi çözüm sayan bir ekonomi otoritesinin geleceğe ne kadar miyop gözle baktığına şaşmamak elden gelmiyor. Ya anlamıyorlar, ya da ülkenin iyiliğini düşünmeye niyetleri yok." Prof. Dr. Oktay Yenal'ın dediği çok doğru. Ya anlamıyorlar, ya da niyetleri bozuk. Başka üçüncü bir ihtimal sözkonusu değil.
Küresel güçler, Arjantin'den daha kötü durumda bulunan Türkiye'ye neden borç verdiler? Babalarının hayrına mı? Sebebi gayet açık. Türkiye, 11 Eylül saldırısından sonra kendisine biçilen role rıza gösterdiği için. Artık kimse inkâr etmiyor. 11 Eylül saldısı olmasaydı ve Türkiye kendisine biçilen role rıza göstermeseydi, Arjantin'in yerinde Türkiye olacaktı.
Peki ama bu taşıma su ile bu değirmeni ne kadar daha çevireceğiz? Bu zillet böyle devam edip gidecek mi? Bunları düşünen ve bir adım önünü gören yok. Bütün telaş, günü kurtarmak uğruna sergileniyor. "Gün nasıl kurtarılıyor, ne bedeller ödeniyor, gelecek neslimize neyi miras bırakıyoruz?" sorularını sormayınız. Çünkü idarecilerimiz bunları çoktan unuttular, kendilerine yeni bir yol tuttular. Aslında tuttukları yol yeni değil, ama onlar öyle zannediyorlar.
Tuttukları yolun yeni olmadığını, E. Korgeneral Hüseyin Işık, 4. Askeri atrih Semineri'ndeki tebliğinde şöyle anlatıyordu: "... Almanya Osmanlı İmparatorluğu'nu kendi yanına çekmek için yardım değil, dış borçlanma teklif etti. 1915 yılından başlayarak, her yıl yüzde 6 faizli 5 milyon altın verecekti. İlk ödeme olan 250 bin altın Osmanlı lirası Rusya ve İngiltere'yle birlikte savaşa başlanan tarihten 10 gün sonra ve savşa sürdüğü sürece her ay 400 bin altın lira teklif edilmiştir. Açıkçası Almanya, Osmanlı genç nüfusuna paralı asker gibi kullanmayı planlamşıtı. Sonrası ise malum."
Evet, sonrası malum. Yıkılışı ve yokoluş. Bu sonuca götüren en büyük sebep ise dış borç. Bunları bildiği için İstiklal mücadelesi verenler, borç kapısını ebediyen kapatmışlardı. O kapıyı açanlara şimdi soralım: "Atatürk ve arkadaşlarının kapattığı kapıyı, ardına kadar niçin açtınız? Tarihi tekerrür mü ettirmek istiyorsunuz?" Her Türk vatandaşının bu soruları sorma hakkı ve görevi vardır. İşte biz de, bunu yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.
Halbuki Türkiye'de idareci olacak bir kişinin ilk bilmesi gereken şudur: Hiçbir borç karşılıksız değildir, her borç hürriyetten tavizdir, esarete atılan bir adımdır. Bu gerçeği hâlâ öğrenemedik mi? Küresel güçler, "istediklerimi yapın, dolarları alın" demiyorlar mı? Eskiden bu sözler gizli söyleniyordu, şimdi ise alenen söyleniyor.
IMF'den alınan ve 7 Şubat'ta Hazine hesaplarına aktarılan 9.1 milyar doların nasıl kullanıldığını, Hazine açıkladı. Hazine'nin açıkladığına göre, Hazine'ye 9.1 milyar dolar girdi, 6.1 milyar dolar çıktı. Ail Cengiz oyunu gibi. IMF'den gelen dolarlar geldiği gibi gitti. Belki, bize de bir şey düşer diye heveslenenlerin hevesleri kursağında kaldı.
Prof. Dr. Oktay Yenal bu kısır döngüyü şöyle ifade ediyor: "Devletin borcu millî gelirinin % 100'üne yaklaşırken ve faiz haddi yüksek düzeyleri korurken hâlâ IMF'den alınan kredilerle borç çevirmeyi çözüm sayan bir ekonomi otoritesinin geleceğe ne kadar miyop gözle baktığına şaşmamak elden gelmiyor. Ya anlamıyorlar, ya da ülkenin iyiliğini düşünmeye niyetleri yok." Prof. Dr. Oktay Yenal'ın dediği çok doğru. Ya anlamıyorlar, ya da niyetleri bozuk. Başka üçüncü bir ihtimal sözkonusu değil.
Küresel güçler, Arjantin'den daha kötü durumda bulunan Türkiye'ye neden borç verdiler? Babalarının hayrına mı? Sebebi gayet açık. Türkiye, 11 Eylül saldırısından sonra kendisine biçilen role rıza gösterdiği için. Artık kimse inkâr etmiyor. 11 Eylül saldısı olmasaydı ve Türkiye kendisine biçilen role rıza göstermeseydi, Arjantin'in yerinde Türkiye olacaktı.
Peki ama bu taşıma su ile bu değirmeni ne kadar daha çevireceğiz? Bu zillet böyle devam edip gidecek mi? Bunları düşünen ve bir adım önünü gören yok. Bütün telaş, günü kurtarmak uğruna sergileniyor. "Gün nasıl kurtarılıyor, ne bedeller ödeniyor, gelecek neslimize neyi miras bırakıyoruz?" sorularını sormayınız. Çünkü idarecilerimiz bunları çoktan unuttular, kendilerine yeni bir yol tuttular. Aslında tuttukları yol yeni değil, ama onlar öyle zannediyorlar.
Tuttukları yolun yeni olmadığını, E. Korgeneral Hüseyin Işık, 4. Askeri atrih Semineri'ndeki tebliğinde şöyle anlatıyordu: "... Almanya Osmanlı İmparatorluğu'nu kendi yanına çekmek için yardım değil, dış borçlanma teklif etti. 1915 yılından başlayarak, her yıl yüzde 6 faizli 5 milyon altın verecekti. İlk ödeme olan 250 bin altın Osmanlı lirası Rusya ve İngiltere'yle birlikte savaşa başlanan tarihten 10 gün sonra ve savşa sürdüğü sürece her ay 400 bin altın lira teklif edilmiştir. Açıkçası Almanya, Osmanlı genç nüfusuna paralı asker gibi kullanmayı planlamşıtı. Sonrası ise malum."
Evet, sonrası malum. Yıkılışı ve yokoluş. Bu sonuca götüren en büyük sebep ise dış borç. Bunları bildiği için İstiklal mücadelesi verenler, borç kapısını ebediyen kapatmışlardı. O kapıyı açanlara şimdi soralım: "Atatürk ve arkadaşlarının kapattığı kapıyı, ardına kadar niçin açtınız? Tarihi tekerrür mü ettirmek istiyorsunuz?" Her Türk vatandaşının bu soruları sorma hakkı ve görevi vardır. İşte biz de, bunu yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018