Fotoğraf makinemi elime alıp sokaklara çıkarak en güzel anları yakalamak istediğim zamanlar da oldu. Denedim hatta. Bir arkadaşımın fotoğraf makinesini alıp dağ bayır uzandım, bir yığın fotoğraf çektim. Geri döndüğüm zaman ki o dönem dijital baskı yoktu, bütün fotoğrafları banyo yaptırdım. Getirdim, arkadaşımın önüne koydum. O an bana dönüp; "bunlar ne biçim fotoğraflar daha kötüsü olamaz herhalde" demişti. "Gel ben sana bu işi göstereyim" dediğinde ise; "ne var canım bakıyorsun çekiyorsun işte!" demekten kendimi alamamıştım.Arkadaşım ışıktan başladı, derken objektif, kadraj vesaire birkaç gün uğraştıktan sonra, bir de anı yakalamak için beklemen gerekiyor ve titretmeden çekmelisin demişti ve ben o zaman, anı yakalamak için basit bir fotoğraf makinesi dediğimiz aletin ve arkasında duranın ne demek olduğunu anlamıştım.Kalem tutan ellerde bir takım anların, olayların fotoğraflarını yazıya döküyorlar. Türkiye'de her işte olduğu gibi nereye baktığını bilmeden, ışığı gözetlemeden, lafın nereye gideceğini bilmeden dönüp duruyor kelimeler bir darboğazda. Çoğu maksatlı kötü çekimlerin karşılığı genç beyinlerde ters akisler yapıyor. Bazı konular var ki o anın sadece bir tek yorumu olabilecek iken "ben de böyle bakıyorum" demek aydın olmak demek oluyor ülkemde. "Ben de böyle bakıyorum, ben de böyle düşünüyorum ve ben de böyle yazıyorum" derken etraf binlerce "ben" kaynıyor.Bu kadar çok "ben"e ihtiyacımız yok bizim. Bizim bize ihtiyacımız var. Bizi bizden iyi bilenlerin ışığında, bizi bizden iyi kollayanların objektifinde çekilmeli o an. An, anın sahibine bırakılmalı. O zaman biz oluruz ancak. O zaman firavunlardan beter "ben" nefsi ortadan kalkar ve herkesin söylediği ama asla işine gelmediği kolektif oluşabilir.Minyatür denmiş gidiyor. İyi ama biri bakıyor bu sarı diyor, bir diğeri mavi diyor. Biri bu güzel diyor, biri şurası çirkin diyor. Ama birileri hep "ben" diyerek yapıyor bunu. Şu "ben"ler bir kalksa ya aradan. Ve Yaradan ile baş başa kalabilsek?Bazı "ben"lere tuhaf gelebilir ama söylemek zorundayım gerçeği."Ben"den geçerek biz ruhunu yaşayıp, "biz" gibi yazabilmenin ve yaşayabilmenin tek yolu var "ben"den geçmek. Bu benim hayatım, bu benim yorumum demek ise koskocaman bir aldatmaca. Bir el gerekiyor, başka bir bakış gerekiyor o anı yakalamak için."Ben" dememek için, bize bizden biri gerekiyor. Bize, bizi öğreten gerekiyor. Elim deklanşöre giderken "ben" değil, "biz" diyen bir el gerekiyor. Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendi bu eldir. Bu gözdür. Bu fotoğraf ancak onun penceresinden görülebiliyor. Elimize fotoğraf makinesini almadan önce bir kez daha düşünelim mi artık, ne dersiniz?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- RESUL BALCI: Karlar düşerken / 22.02.2025
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012