Anayasamızın "değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez" maddelerinden olan 2'nci maddesinde şöyle denir:
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."
Anayasamız, "demokrasi, insan hakları ve hukuk" vurgusu yapmasına rağmen, maalesef pratikte özellikle son zamanlarda, demokrasiden, insan haklarından ve gerçek adaletten ciddi sapmalar söz konusu.
Çok partili sistem demokrasinin bir gereğidir. Demokrasilerin gereği olarak belirli periyotlarla genel ya da yerel seçimler yapılır, ülkeyi yönetecek olan siyasi irade, cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, yerel yöneticiler vs. hep bu seçimlerle belirlenir. Bu vesileyle de millet, devlet yönetiminde söz sahibi olur.
Demokrasilerde "çok seslilik" esastır ve bu fikirler, eleştiriler, sıkıntılar partilerle, sivil toplum kuruluşlarıyla, medya ve basın organlarıyla ülkeyi yönetenlere duyurulmaya çalışılır. Böylece demokratik bir otokontrol sağlanmış olur.
Eğer ülkeyi yönetenler, baskılar yoluyla milletin sesi olması gereken bu kuruluşların sesini kısmaya çalışır ve çalışmalarını engellerse, bu demokrasiye, dolayısıyla anayasaya tamamen aykırıdır.
Bu teorik gerçeklerden sonra, gelelim işin pratiğine…
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş hakkında, partisinin 20 Aralık 2024 tarihinde gerçekleşen Trabzon İl Kongresi'nde yaptığı bir konuşmadan dolayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından re'sen bir soruşturma başlatıldı.
"Re'sen", herhangi bir şikayet olmadan yapılan anlamında.
BTP lideri Hüseyin Baş, Kocaeli İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada, kendisine açılan soruşturmayla ilgili şunları söylemişti:
"Konuşmamda, 'Oğlum sen kendi ülkene demokrasi getir' diyorum. Bu cümlede geçen 'oğlum' ifadesini kalkıp sanki benim bunu Sayın Cumhurbaşkanına söylediğime ilişkin bir kanaat ürettiler. Şunu söylemek isterim; sizler beni çok iyi tanıyorsunuz, bütün Türkiye de bizleri tanımaya başladı. Ben bütün konuşmalarımda eğer kişiye karşı bir hitapta bulunuyorsam, kendisinden ismiyle ve nezaket sınırları içerisinde bahsederim. Cumhurbaşkanımızla ilgili bir şey söylediğimde cümleme 'Sayın Cumhurbaşkanımız' diye başlar 'Sayın Cumhurbaşkanımız' diye bitiririm. Bunu ben devletime olan saygımdan ötürü yaparım, kendime olan saygımdan ötürü yaparım. Burada benim, 'Oğlum sen kendi ülkene demokrasi getir' feveran ve feryadımın sebebi esasında Türkiye'deki bir fikre, bir oluşuma, bir söylem biçimine karşı söylenmiş bir ifade."
Evet, bizler de yıllardır Sayın Baş'ın konuşmalarını takip ediyoruz, BTP lideri, Cumhurbaşkanına yönelik böyle bir ifade asla kullanmadı. Hükümetin icraatlarını eleştirdi, yanlışa yanlış, doğruya doğru dedi ama asla bir şahsı hedef alarak hakaret içerikli bir kelime sarf etmedi. Zaten tanıyanlar Sayın Baş'ın ne kadar nezaket ehli, sagılı biri olduğunu da bilirler.
BTP lideri, önceki gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına ifade verdi ve ardından sevk edildiği İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği tarafından kendisi hakkında adli kontrol ve yurt dışına çıkış yasağı kararı verildi.
BTP Genel Başkan Yardımcısı Av. Lütfullah Önder konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Genel başkanımız Hüseyin Baş hakkında, Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması ile açılan soruşturmada, yurt dışına çıkış yasağı ve haftada bir imza zorunluluğu adli kontrolü verildi. Suç yok, ceza yok ama tedbir var. Sussun, konuşmasın istiyorlar" ifadelerini kullandı.
Sayın Önder'in şu cümlesinin altını önemine binaen tekrar çizelim:
"Suç yok, ceza yok ama tedbir var. Sussun, konuşmasın istiyorlar."
BTP lideri kararı, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Sezai Karakoç'un şu cümleleriyle değerlendirdi: "Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak." Paylaşımının devamında da Sayın Baş, "Bugünler de geçecek, çalışmaya devam" ifadelerini kullandı.
Ve adliye önünde yaptığı basın açıklamasında da şunları söyledi:
"Savcılık yurt dışına çıkış tedbiri ve imza atmamız tedbiriyle mahkemeye sevk etti. Mahkeme de bu yönde karar verdi. Türkiye'de kimlerin dışarıda suçsuz olarak gezdiğini, kimlerin suçlu damgasıyla gezdiğini de gözlemliyoruz.
Aslında bu imza olayı bizim adeta siyaset yapmamızın önüne konulmuş bir engel olarak bize sunuldu. Şu anda kongre sürecindeyiz. Türkiye'nin her yerini geziyoruz. Haftada iki, bazen üç kongre yaptığımız zamanlar oluyor. İstanbul'a geleceğiz, imza atacağız, bir daha kongrelerimize gideceğiz. Neden? Hükümetin icraatlerini eleştirdik diye.
Türkiye'de eleştirmenin bile suç sınırında kabul edildiği bir ortam oluşmuş ne yazık ki ama ilahi adalete de güveniyoruz. Bundan ötesi de hani derler ya sussam gönül razı değil, konuşsam faydası yok, tesiri yok. Böyle bir ortamdayız Türkiye'de.
Bu bizi yıldırmak için, bastırmak için kullanılan bir argüman. Bunlar bizi bastıramaz, yıldıramaz, baskılayamaz, hiçbir tesir edemez. Biz suç işlemeden anayasanın bize tanımladığı siyasetimizi yapıyoruz, eleştirilerimizi yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz."
Bizler de şu soruyu soralım: Anayasal görevi millet adına hükümetin yanlış icraatlarını eleştirmek olan muhalefet partilerinin liderleri de susturulmaya çalışılacaksa, ülkemizde demokrasi nasıl yaşanacak?
Bizler bir yerlere demokrasi götüreceğimize, önce kendi ülkemizde bir anayasal hak olarak demokrasiyi yeniden tesis etmeliyiz.
- Atatürk: Camileri yenilemek görevimizdir / 03.01.2025
- 2024’e bakarak 2025’ten umutlanabiliyor muyuz? / 01.01.2025
- ‘Biz korkuyu Kerbela’da bıraktık’ / 31.12.2024
- Güçlü devlet, milletine hizmet edendir / 28.12.2024
- BTP lideri Hüseyin Baş Türk milletinin sesidir / 27.12.2024
- BTP lideri Hüseyin Baş Türk milletinin sesidir / 27.12.2024
- Asgari ücreti kim belirliyor; komisyon mu, yabancılar mı? / 25.12.2024
- ‘Terörist’ kıyafet değiştirip ‘siyasetçi’ oluveriyor! / 24.12.2024
- Suriye’yi HTŞ vekaletiyle ABD yönetecek! / 21.12.2024