Ha Ali, ha Veli ikisi de aynı kapıya çıkıyor. "Avrupa Güvenlik ve Savunma KimliğiPolitikası" gibi süslü bir takım kelimelerin arkasında aslında batının her şeyden önce kendini emniyete alma telâşı yatıyor.
Sanki NATO, soğuk savaş döneminde yaklaşık elli yıl Avrupa'nın savunmasını üstlenmekten başka bir şey yapmış gibi.
Bu devletler o zaman Türkiye'nin Nato içinde yer almasına neden itiraz etmemişlerdi? Çünkü Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı bir heyûlâ gibi önlerinde dikiliyordu. Kızılordu askeri meselâ Almanya ve Macaristan'da bulunan üsleriyle Avrupa'nın göbeğine kadar inmişti.
Şimdi ortalık süt limandır. Güllük gülistanlıktır. Rus tehlikesi kalkmış ve meydan Avrupa'yı önce iktisaden sonra siyaseten ele geçirme amacında olan Birleşik Almanya'nın kaprislerine kalmıştır. Fransa ve İngiltere bile AB içinde Almanya'nın rüyalarını dizginlemekte zorlanmaktadırlar.
Rus tehlikesi ortadan kalktığına göre Nato artık "safraları" atmalıdır.Yeni düşünülen savunma kimliği projesinde zaten bir türlü "Avrupalı olamayan" Türkiye'ye yer yoktur. Üstelik AB'nin muhtemel genişleme senaryolarında da Türkiye bulunmamaktadır.
Biraz abartılı bir dramatizasyon ile ifade edecek olursak AGSK projesi; Avrupa'nın mavi bereli Avrupa Kolordusu askerlerini İncirliği kullanarak Kıbrıs'a indirmeleri demektir. Ve bunu yaparken Türkiye'ye sadece "bilgi" vereceklerdir.
Bir süre önce gözünü bile kırpmadan "Türkiye Kıbrıs'ın tek taraflı olarak AB'ye girmesine ses çıkarmamalıdır. Burada Kıbrıs Türklerine azınlık statüsü tanınacaktır ve o da korkulacak bir şey değildir" diyen Papandreu bu rüzgârın etkisiyle çok önemli bir söz daha söylemiş ve Türkiye'den yeterli tepkiyi görmemiştir. Papandreu "Eğer Kıbrıs'ı AB'ye almazsanız AB'nin genişlemesini veto ederim" demiştir.
Yunanistan Kıbrıs uğruna AB'yi bloke etmeyi, pire uğruna yorgan yakmayı göze almaktadır.
Kendi millî hedefleri söz konusu olduğu zaman şimdi AB'yi gözünü kırpmadan kullanan Yunanistan'ın, Türkiye'nin karar mekanizmalarında bulunmayacağı bir ASGK'ndeki Avrupa Kolordusunu ileride meselâ Kıbrıs'ta kullanmayacağını kim garanti edebilir?
İş bu kadar basittir.
Peki Kıbrıs konusunda Türkiye Helsinki kararları ile bağlıdır da, Yunanistan bağlı değil midir? Elbette o da bağlıdır ve Yunanistan zaten o kararlara göre hareket ediyor, Türkiye'deki 57'inci Hükümet te bunun böyle olduğunu bildiği için ses çıkaramıyor.
Kıbrıs Helsinki'de muhayyel bir AB aşkı uğruna ve yok bahasına "satılmıştır". Denktaş'ın davet edilip gösterişli bir şekilde TBMM'nin eski senato salonunda konferans verdirilmesinin arkasında yatan asıl neden kamuoyunun gözünden bunu kaçırmaya yöneliktir.
Türkiye'nin Helsinki'de, 2004'e kadar (aslında Rum kesimi üyelik görüşmeleri sürecinin başlayacağı 2002 başına kadar) anlaşma sağlanamaması halinde AB'nin resen Kıbrıs'ı içine alacağını ve Ege'de AİHM'ye gideceğini kabulünün "satış" olmadığını bu muhteremler ifade edebilirler mi?
AİHM'nin Başkan Yardımcısı kimdir biliyor musunuz; Yunanistan'ın eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Prof. Hristos Rozakis. (Mahi Gazetesi. 10.05.2001) Yâni anlı şanlı bir Yunanlı.... İşte Türk Yunan anlaşmazlığında bu mahkeme karar verecek ve aslında zaten veriyor.
Bu ortamda Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld'e Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Büyükanıt tarafından verilen bilgi notu doğru okunmalıdır. Çünkü aslında bu not sadece Rumsfeld'e değil, aynı zamanda zihni ve fikri devşirilmiş aydın takımı ile dışişleri ve AB bürokratlarına da verilmiş bir not'tur.
İster muhtıra deyin, ister andıç...
Böylelikle, bir kere tarihe not düşülmüştür ve ileride o kara kaplı kocaman deftere yazılacak satırlarda mutlaka bu bilgi notuna göre işbirlikçilerin ve vatanseverlerin bulundukları mevzilerin koordinatları kırmızı kalemle belirtilecektir.
Sanki NATO, soğuk savaş döneminde yaklaşık elli yıl Avrupa'nın savunmasını üstlenmekten başka bir şey yapmış gibi.
Bu devletler o zaman Türkiye'nin Nato içinde yer almasına neden itiraz etmemişlerdi? Çünkü Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı bir heyûlâ gibi önlerinde dikiliyordu. Kızılordu askeri meselâ Almanya ve Macaristan'da bulunan üsleriyle Avrupa'nın göbeğine kadar inmişti.
Şimdi ortalık süt limandır. Güllük gülistanlıktır. Rus tehlikesi kalkmış ve meydan Avrupa'yı önce iktisaden sonra siyaseten ele geçirme amacında olan Birleşik Almanya'nın kaprislerine kalmıştır. Fransa ve İngiltere bile AB içinde Almanya'nın rüyalarını dizginlemekte zorlanmaktadırlar.
Rus tehlikesi ortadan kalktığına göre Nato artık "safraları" atmalıdır.Yeni düşünülen savunma kimliği projesinde zaten bir türlü "Avrupalı olamayan" Türkiye'ye yer yoktur. Üstelik AB'nin muhtemel genişleme senaryolarında da Türkiye bulunmamaktadır.
Biraz abartılı bir dramatizasyon ile ifade edecek olursak AGSK projesi; Avrupa'nın mavi bereli Avrupa Kolordusu askerlerini İncirliği kullanarak Kıbrıs'a indirmeleri demektir. Ve bunu yaparken Türkiye'ye sadece "bilgi" vereceklerdir.
Bir süre önce gözünü bile kırpmadan "Türkiye Kıbrıs'ın tek taraflı olarak AB'ye girmesine ses çıkarmamalıdır. Burada Kıbrıs Türklerine azınlık statüsü tanınacaktır ve o da korkulacak bir şey değildir" diyen Papandreu bu rüzgârın etkisiyle çok önemli bir söz daha söylemiş ve Türkiye'den yeterli tepkiyi görmemiştir. Papandreu "Eğer Kıbrıs'ı AB'ye almazsanız AB'nin genişlemesini veto ederim" demiştir.
Yunanistan Kıbrıs uğruna AB'yi bloke etmeyi, pire uğruna yorgan yakmayı göze almaktadır.
Kendi millî hedefleri söz konusu olduğu zaman şimdi AB'yi gözünü kırpmadan kullanan Yunanistan'ın, Türkiye'nin karar mekanizmalarında bulunmayacağı bir ASGK'ndeki Avrupa Kolordusunu ileride meselâ Kıbrıs'ta kullanmayacağını kim garanti edebilir?
İş bu kadar basittir.
Peki Kıbrıs konusunda Türkiye Helsinki kararları ile bağlıdır da, Yunanistan bağlı değil midir? Elbette o da bağlıdır ve Yunanistan zaten o kararlara göre hareket ediyor, Türkiye'deki 57'inci Hükümet te bunun böyle olduğunu bildiği için ses çıkaramıyor.
Kıbrıs Helsinki'de muhayyel bir AB aşkı uğruna ve yok bahasına "satılmıştır". Denktaş'ın davet edilip gösterişli bir şekilde TBMM'nin eski senato salonunda konferans verdirilmesinin arkasında yatan asıl neden kamuoyunun gözünden bunu kaçırmaya yöneliktir.
Türkiye'nin Helsinki'de, 2004'e kadar (aslında Rum kesimi üyelik görüşmeleri sürecinin başlayacağı 2002 başına kadar) anlaşma sağlanamaması halinde AB'nin resen Kıbrıs'ı içine alacağını ve Ege'de AİHM'ye gideceğini kabulünün "satış" olmadığını bu muhteremler ifade edebilirler mi?
AİHM'nin Başkan Yardımcısı kimdir biliyor musunuz; Yunanistan'ın eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Prof. Hristos Rozakis. (Mahi Gazetesi. 10.05.2001) Yâni anlı şanlı bir Yunanlı.... İşte Türk Yunan anlaşmazlığında bu mahkeme karar verecek ve aslında zaten veriyor.
Bu ortamda Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld'e Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Büyükanıt tarafından verilen bilgi notu doğru okunmalıdır. Çünkü aslında bu not sadece Rumsfeld'e değil, aynı zamanda zihni ve fikri devşirilmiş aydın takımı ile dışişleri ve AB bürokratlarına da verilmiş bir not'tur.
İster muhtıra deyin, ister andıç...
Böylelikle, bir kere tarihe not düşülmüştür ve ileride o kara kaplı kocaman deftere yazılacak satırlarda mutlaka bu bilgi notuna göre işbirlikçilerin ve vatanseverlerin bulundukları mevzilerin koordinatları kırmızı kalemle belirtilecektir.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002