Tarih'in Işığında Avrupa, Rusya ve Türkiye XI
ARA SUNUŞ:
Sevgili okurlarımız, dizimizin iki kısımdan oluştuğunu belirtmiştik başlangıç sunuşunda. Bu bölümle birlikte ikinci kısma başlamış oluyoruz. Birinci kısmın alt bölümlerinde Türkiye-AB ilişkileri ile AB'nin oluşumunu, gelişimini ve şimdiki yapısını ele almıştık. İkinci kısımda ise tarihin derinliklerine ineceğiz, Kimlik, Kültür ve Medeniyet kavramlarını kullanarak Türkiye-Avrupa ilişkilerine ışık tutacağız. Tarihte ve günümüzde Türkiye-Avrupa ilişkilerinde Rusya'nın kritik bir önemi vardır. Bu nedenle tarihe buradan giriş yapacağız.
Rus Fobisi Nereden Geliyor?
Çocukluğumuz, Soğuk Savaş döneminin son zamanlarına denk geliyordu. Aileden okula, medyadan çocuksu söyleşilerimize hep Rus işgali korkusu ile büyümüştük. Bize en ilginç ve en korkunç gelen ise Rusların sabun fabrikaları idi. Çocuksu bilgilerimize göre Rusya'da ve Rus egemenliğinin olduğu yerlerde 60 yaşına gelen insanlar sabun yapılmak üzere sabun fabrikasına gönderilmekte idi. Hayalimizde 60. yaş gününü kutlayan insanların kutlamanın hemen peşinden tıpış tıpış sabun fabrikasına gittiklerini canlandırır ve ürperirdik.
Çocuklar olarak en büyük korkumuz Rus işgali idi. Artık hiç kimse iki kişiden fazla bir araya gelip sohbet edemeyecek, 60 yaşına gelen büyüklerimiz sabun fabrikalarına gönderilecekti. Hatta Ruslar daha işgal etmedikleri halde ülkemizde sabun fabrikası kurmak için emrivaki yaptıkları çocuklar arasında dilden dile dolaşıyordu.
Hikayenin ayrıntısı aslında bizi çok ilgilendirmiyor. Bizi şimdi burada ilgilendiren Türk insanının bilincindeki Rus fobisidir. İlginçtir bizim bir Rus fobimiz olduğu gibi Rusların da bir Türk fobisi vardır. Bitmedi Avrupalıların da hem Türk hem de Rus fobisi vardır. Üstelik bu fobiler tarihin ta derinliklerinden beslenmektedir.
Türkler Orta Asya'da iken Ruslar adeta tarihin dışında dünya cehennemi Sibirya'da yaşıyordu. Ruslar, Sibirya'dan tarih ve dünya sahnesine çıkmak için Türklere karşı savaş vermiştir. Ve Rusların yayılma isteği Orta Asya'dan Cumhuriyet Türkiyesine Türkler için hep ciddi bir sorun olmuş, uluslararası ilişkilerimizde de belirleyici olmuştur.
Moskova: Üçüncü Roma, Rusya, Bizans İmparatorluğunun Varisi mi?
Rusların Türkler için ciddi bir tehdit olması ancak XVII. yüzyıldan itibarendir. XVII. yüzyıla kadar Osmanlılar, Rusları hiç de küçümsemiş, kendisine bağlı olan Kırım Hanlığının meselesi olarak görmüştür. Rusya ise, kudretli bir güç olan Osmanlı'yı ta baştan beri yakında takip etmiş, ustaca diplomatik manevralarla emellerini gizlemiştir. Daha XVI. yüzyıldan itibaren Ruslar "Moskova: Üçüncü Roma Teorisi"ni geliştirmiş kendisini "Bizans İmparatorluğunun varisi" saymış İstanbul ve Boğazları ele geçirmeyi dış politika ilkesi haline getirmiştir.
Ruslar, Hünkar İskelesi Anlaşması ile 1833'te Boğazları kendi gemilerine açık büyük devletlerin donanmasına kapatmıştı. İlginçtir SSCB'nin Devlet Başkanı Stalin, 1946'da Hünkar İskelesi Anlaşması'nın koşullarını Türkiye'ye dayatmaya kalkışmıştır. Bereket uluslararası dengeler sayesinde Ruslar bu emellerini gerçekleştiremediler.
Rusların İstanbul'a olan ilgilerinin dinî bir temeli de vardı(r). Ruslar, X. yüzyılın sonlarından itibaren Bizanslı Rumlar eliyle Ortodoks Hıristiyanlığı ve Bizans kültürünün pek çok ögesini benimsemiştir. Rus Kiliseleri, Fener Patrikhanesi'ne bağlı olmuştur tarihte. İlginçtir Rusya'da kiliseler yeniden açılırken papazlar ve rahipler yine Yunanistan'dan sağlanmaktadır.1
Moskova Büyük Knezi III. İvan'ın, Bizans Prensesi Sofya Paleolog ile evlenmesi Rusya'nın Bizans'ın halefi/varisi olacağı tezine dayanak olmuştur. Moskova: Üçüncü Roma Teorisi'yle birlikte bu teze dini bir boyut da eklenmiştir. Üçüncü Roma Teorisi'ne göre I. Roma Hıristiyanlığın ilk başkentidir ve batmıştır. II. Roma -kendi deyimleriyle Konstantinopolis- Osmanlıların eline geçmiştir. Teslis inanışına göre her mukaddes şeyin üçe ulaşması gerekir, buna göre III. Roma'nın da olması gerekir ki bunun için de en uygun aday Moskova'dır.
Deli Petro ve Tarihin Dönüm Noktası
Deli Petro'nun iktidara gelişi ile artık Ruslar Osmanlı için ciddi bir tehdit düzeyine yükselmiştir. 19 Temmuz 1696'da Deli Petro göreceli olarak yüksek teknoloji ile donanmış ordusu ile Azak Kalesi'ni ele geçirmesi tarihin bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Ruslar Osmanlı karşısında ilk kez üstün çıkmışlardı. Azak Kalesi'ni ele geçiren Deli Petro böylece Karadeniz'in kilidini Ruslar için açmıştı. Üstelik Deli Petro'dan itibaren Ruslarla yaptığımız I. Dünya Savaşı dahil dokuz büyük savaştan yedisinde yenildik. Galip geldiğimiz 1711 Prut ve 1856 Kırım Savaşlarından sonra yapılan anlaşmalardan da beklenen sonuçları alamadık.(2)
Avrupalılar'ın Rus Fobisi
Rusların yayılma isteği yalnızca Türkler için değil Avrupalılar için de tarih boyunca büyük bir korku kaynağı olmuştur. Bunun en yakın örneği II. Dünya Savaşı ile Rusya'nın SSCB olarak Doğu Avrupa'yı ele geçirmiş olmasıdır.
İlginçtir Avrupalılar ile Türkler arasındaki ittifaklar da çoğunlukla ortak Rus fobisine karşı kurulmuştur. Avrupalılar'ın Rus fobisini hesaba katmadan bu ittifakların değerlendirilmesi yanıltıcı olacaktır.
Kırım Savaşı'nda Rusya'ya Karşı Osmanlı-Avrupa İttifakı
Bunun ilk örneği Osmanlı'nın Avrupalılığının onaylanmasıyla sonuçlanan 1854 Kırım Savaşı ve sonrasında imzalanan Paris Antlaşması'dır (1856). Bilindiği gibi, Kırım Savaşı'nda İngiliz ve Fransız orduları diğer Avrupalı güçlerle birlikte Ruslar'a karşı Osmanlı'yı desteklediler. Ancak gerek Kırım Savaşında Osmanlı'ya İngiltere'nin ve Fransa'nın verdiği destek, gerekse savaş sonrasında imzalanan ve Osmanlı Türkiye'sini Avrupa sisteminin bir parçası sayan antlaşma bazı tarihçilerin yorumlarının aksine Türkiye'nin Avrupalılığı'nın sonsuza dek onayı anlamına gelmiyordu. Aksine Avrupalıların Rus korkusu (Russophobia) sonucunda geçici bir işbirliği oluşmuştu.
İşin aslına bakılırsa Avrupalılar için ne Türkler ne de Ruslar 'gerçek Avrupalı' idi. Bu yüzden de Osmanlı kazanan taraf olmasına rağmen hem Rusya hem de Osmanlı cezalandırıldı.
Böylece başka bir düşman sayesinde oluşan Türklerin Avrupalılığı da çok kısa sürmüş oldu ve Avrupalı güçler bu savaş sonrasında İmparatorluğu içten içe zayıflatmaya devam ettiler.
Soğuk Savaş ve NATO Üyeliğimiz
Soğuk Savaş döneminde Avrupa için Rus fobisi yeniden harekete geçmişti. Türkiye'nin NATO'ya ve Batı eksenli uluslararası oluşumlara dahil edilmesi daha çok bu fobinin bir ürünüdür. (*) Yani Avrupa I. Dünya Savaşı'ndaki Almanlar gibi bizi Ruslara karşı bir kalkan olarak düşünüyorlardı. Bu durum bugün ABD için de farksızdır.
Çok açıktır ki NATO üyeliği Avrupalı devletlerce Türkiye'nin Avrupalılığının kesin bir onayı anlamına gelmiyordu, özellikle söz konusu olan kültürel Avrupalılık olunca. Richard Rose, Türkiye'nin NATO'ya girişini "Türkiye Avrupa sınırlarının dışında olmasına karşın, Sovyetler Birliği ile stratejik sınırlara sahip olmasından dolayı NATO'ya dahil edildi" sözleriyle açıklar.
Ancak Türk politikacılar NATO'ya dahil oluşunu Türkiye'nin Avrupa tarafından eşit şartlar altında Avrupalılığa ve Batı uygarlığına tam ve kesin üyeliğinin onayı şeklinde algıladı. Türk hükümetleri bundan sonraki tüm politikalarını bu varsayımı doğru sayarak oluşturdu. Bu nedenle bundan sonraki yıllarda bu varsayıma uymayan tüm olaylar Türkiye'de büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yarattı.
Oysa ki Türkiye'nin NATO'ya girişi Avrupa'ya değil ortak bir düşman karşısında oluşturulan bir güvenlik sistemine girişti. (3)
Yarın: Avrupalıların Türk fobisi
Ali KARATEPE /İbrahim BERK /Mustafa ÇİÇEK
ARA SUNUŞ:
Sevgili okurlarımız, dizimizin iki kısımdan oluştuğunu belirtmiştik başlangıç sunuşunda. Bu bölümle birlikte ikinci kısma başlamış oluyoruz. Birinci kısmın alt bölümlerinde Türkiye-AB ilişkileri ile AB'nin oluşumunu, gelişimini ve şimdiki yapısını ele almıştık. İkinci kısımda ise tarihin derinliklerine ineceğiz, Kimlik, Kültür ve Medeniyet kavramlarını kullanarak Türkiye-Avrupa ilişkilerine ışık tutacağız. Tarihte ve günümüzde Türkiye-Avrupa ilişkilerinde Rusya'nın kritik bir önemi vardır. Bu nedenle tarihe buradan giriş yapacağız.
Rus Fobisi Nereden Geliyor?
Çocukluğumuz, Soğuk Savaş döneminin son zamanlarına denk geliyordu. Aileden okula, medyadan çocuksu söyleşilerimize hep Rus işgali korkusu ile büyümüştük. Bize en ilginç ve en korkunç gelen ise Rusların sabun fabrikaları idi. Çocuksu bilgilerimize göre Rusya'da ve Rus egemenliğinin olduğu yerlerde 60 yaşına gelen insanlar sabun yapılmak üzere sabun fabrikasına gönderilmekte idi. Hayalimizde 60. yaş gününü kutlayan insanların kutlamanın hemen peşinden tıpış tıpış sabun fabrikasına gittiklerini canlandırır ve ürperirdik.
Çocuklar olarak en büyük korkumuz Rus işgali idi. Artık hiç kimse iki kişiden fazla bir araya gelip sohbet edemeyecek, 60 yaşına gelen büyüklerimiz sabun fabrikalarına gönderilecekti. Hatta Ruslar daha işgal etmedikleri halde ülkemizde sabun fabrikası kurmak için emrivaki yaptıkları çocuklar arasında dilden dile dolaşıyordu.
Hikayenin ayrıntısı aslında bizi çok ilgilendirmiyor. Bizi şimdi burada ilgilendiren Türk insanının bilincindeki Rus fobisidir. İlginçtir bizim bir Rus fobimiz olduğu gibi Rusların da bir Türk fobisi vardır. Bitmedi Avrupalıların da hem Türk hem de Rus fobisi vardır. Üstelik bu fobiler tarihin ta derinliklerinden beslenmektedir.
Türkler Orta Asya'da iken Ruslar adeta tarihin dışında dünya cehennemi Sibirya'da yaşıyordu. Ruslar, Sibirya'dan tarih ve dünya sahnesine çıkmak için Türklere karşı savaş vermiştir. Ve Rusların yayılma isteği Orta Asya'dan Cumhuriyet Türkiyesine Türkler için hep ciddi bir sorun olmuş, uluslararası ilişkilerimizde de belirleyici olmuştur.
Moskova: Üçüncü Roma, Rusya, Bizans İmparatorluğunun Varisi mi?
Rusların Türkler için ciddi bir tehdit olması ancak XVII. yüzyıldan itibarendir. XVII. yüzyıla kadar Osmanlılar, Rusları hiç de küçümsemiş, kendisine bağlı olan Kırım Hanlığının meselesi olarak görmüştür. Rusya ise, kudretli bir güç olan Osmanlı'yı ta baştan beri yakında takip etmiş, ustaca diplomatik manevralarla emellerini gizlemiştir. Daha XVI. yüzyıldan itibaren Ruslar "Moskova: Üçüncü Roma Teorisi"ni geliştirmiş kendisini "Bizans İmparatorluğunun varisi" saymış İstanbul ve Boğazları ele geçirmeyi dış politika ilkesi haline getirmiştir.
Ruslar, Hünkar İskelesi Anlaşması ile 1833'te Boğazları kendi gemilerine açık büyük devletlerin donanmasına kapatmıştı. İlginçtir SSCB'nin Devlet Başkanı Stalin, 1946'da Hünkar İskelesi Anlaşması'nın koşullarını Türkiye'ye dayatmaya kalkışmıştır. Bereket uluslararası dengeler sayesinde Ruslar bu emellerini gerçekleştiremediler.
Rusların İstanbul'a olan ilgilerinin dinî bir temeli de vardı(r). Ruslar, X. yüzyılın sonlarından itibaren Bizanslı Rumlar eliyle Ortodoks Hıristiyanlığı ve Bizans kültürünün pek çok ögesini benimsemiştir. Rus Kiliseleri, Fener Patrikhanesi'ne bağlı olmuştur tarihte. İlginçtir Rusya'da kiliseler yeniden açılırken papazlar ve rahipler yine Yunanistan'dan sağlanmaktadır.1
Moskova Büyük Knezi III. İvan'ın, Bizans Prensesi Sofya Paleolog ile evlenmesi Rusya'nın Bizans'ın halefi/varisi olacağı tezine dayanak olmuştur. Moskova: Üçüncü Roma Teorisi'yle birlikte bu teze dini bir boyut da eklenmiştir. Üçüncü Roma Teorisi'ne göre I. Roma Hıristiyanlığın ilk başkentidir ve batmıştır. II. Roma -kendi deyimleriyle Konstantinopolis- Osmanlıların eline geçmiştir. Teslis inanışına göre her mukaddes şeyin üçe ulaşması gerekir, buna göre III. Roma'nın da olması gerekir ki bunun için de en uygun aday Moskova'dır.
Deli Petro ve Tarihin Dönüm Noktası
Deli Petro'nun iktidara gelişi ile artık Ruslar Osmanlı için ciddi bir tehdit düzeyine yükselmiştir. 19 Temmuz 1696'da Deli Petro göreceli olarak yüksek teknoloji ile donanmış ordusu ile Azak Kalesi'ni ele geçirmesi tarihin bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Ruslar Osmanlı karşısında ilk kez üstün çıkmışlardı. Azak Kalesi'ni ele geçiren Deli Petro böylece Karadeniz'in kilidini Ruslar için açmıştı. Üstelik Deli Petro'dan itibaren Ruslarla yaptığımız I. Dünya Savaşı dahil dokuz büyük savaştan yedisinde yenildik. Galip geldiğimiz 1711 Prut ve 1856 Kırım Savaşlarından sonra yapılan anlaşmalardan da beklenen sonuçları alamadık.(2)
Avrupalılar'ın Rus Fobisi
Rusların yayılma isteği yalnızca Türkler için değil Avrupalılar için de tarih boyunca büyük bir korku kaynağı olmuştur. Bunun en yakın örneği II. Dünya Savaşı ile Rusya'nın SSCB olarak Doğu Avrupa'yı ele geçirmiş olmasıdır.
İlginçtir Avrupalılar ile Türkler arasındaki ittifaklar da çoğunlukla ortak Rus fobisine karşı kurulmuştur. Avrupalılar'ın Rus fobisini hesaba katmadan bu ittifakların değerlendirilmesi yanıltıcı olacaktır.
Kırım Savaşı'nda Rusya'ya Karşı Osmanlı-Avrupa İttifakı
Bunun ilk örneği Osmanlı'nın Avrupalılığının onaylanmasıyla sonuçlanan 1854 Kırım Savaşı ve sonrasında imzalanan Paris Antlaşması'dır (1856). Bilindiği gibi, Kırım Savaşı'nda İngiliz ve Fransız orduları diğer Avrupalı güçlerle birlikte Ruslar'a karşı Osmanlı'yı desteklediler. Ancak gerek Kırım Savaşında Osmanlı'ya İngiltere'nin ve Fransa'nın verdiği destek, gerekse savaş sonrasında imzalanan ve Osmanlı Türkiye'sini Avrupa sisteminin bir parçası sayan antlaşma bazı tarihçilerin yorumlarının aksine Türkiye'nin Avrupalılığı'nın sonsuza dek onayı anlamına gelmiyordu. Aksine Avrupalıların Rus korkusu (Russophobia) sonucunda geçici bir işbirliği oluşmuştu.
İşin aslına bakılırsa Avrupalılar için ne Türkler ne de Ruslar 'gerçek Avrupalı' idi. Bu yüzden de Osmanlı kazanan taraf olmasına rağmen hem Rusya hem de Osmanlı cezalandırıldı.
Böylece başka bir düşman sayesinde oluşan Türklerin Avrupalılığı da çok kısa sürmüş oldu ve Avrupalı güçler bu savaş sonrasında İmparatorluğu içten içe zayıflatmaya devam ettiler.
Soğuk Savaş ve NATO Üyeliğimiz
Soğuk Savaş döneminde Avrupa için Rus fobisi yeniden harekete geçmişti. Türkiye'nin NATO'ya ve Batı eksenli uluslararası oluşumlara dahil edilmesi daha çok bu fobinin bir ürünüdür. (*) Yani Avrupa I. Dünya Savaşı'ndaki Almanlar gibi bizi Ruslara karşı bir kalkan olarak düşünüyorlardı. Bu durum bugün ABD için de farksızdır.
Çok açıktır ki NATO üyeliği Avrupalı devletlerce Türkiye'nin Avrupalılığının kesin bir onayı anlamına gelmiyordu, özellikle söz konusu olan kültürel Avrupalılık olunca. Richard Rose, Türkiye'nin NATO'ya girişini "Türkiye Avrupa sınırlarının dışında olmasına karşın, Sovyetler Birliği ile stratejik sınırlara sahip olmasından dolayı NATO'ya dahil edildi" sözleriyle açıklar.
Ancak Türk politikacılar NATO'ya dahil oluşunu Türkiye'nin Avrupa tarafından eşit şartlar altında Avrupalılığa ve Batı uygarlığına tam ve kesin üyeliğinin onayı şeklinde algıladı. Türk hükümetleri bundan sonraki tüm politikalarını bu varsayımı doğru sayarak oluşturdu. Bu nedenle bundan sonraki yıllarda bu varsayıma uymayan tüm olaylar Türkiye'de büyük bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık yarattı.
Oysa ki Türkiye'nin NATO'ya girişi Avrupa'ya değil ortak bir düşman karşısında oluşturulan bir güvenlik sistemine girişti. (3)
Yarın: Avrupalıların Türk fobisi
Ali KARATEPE /İbrahim BERK /Mustafa ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.