Atatürk deyince aklıma koskoca, heybetli bir adam gelir.
Öyle büyük bir adam ki, ellerimi uzattığımda erişemem ona…
Ne düşüncelerim yeter yaptıklarını anlamaya ve nede zamanım.
Atatürk deyince aklıma koca bir deniz, karlı yüce bir dağ gelir…
* * *
Ortaokulda bu dörtlüğü yazdığım için Türkçe öğretmenimiz Nuran Hanım tam not vermiş ve çok duygulanmıştı.
Atatürk'ü anlatan bir şiir veya kompozisyon yazmamızı istemişti. Bayılırdım Nuran hocanın derslerine… Yuvarlak çerçeveli gözlükleri ile maviş maviş bakardı bize. Gürültü yaptığımızda tahtaya tebeşirle ve koca harfler ile "Söz almadan konuşmayın…" yazardı.
Ancak bizi heyecanlandırır, okuduğu şiir ve nesirler ile hepimizi coştururdu. Okul müdürümüz Ali bey Atatürk'e benzerdi. Yukarı kıvrık kaşları ve ciddi yüzü ile sınıfa dalar, "Gene ne oluyor burada?" diyerek bizi sessizliğe davet ederdi. Sonra Nuran hocayı görünce gülümser bir şey demeden çıkar giderdi.
Bizim şanssızlığımız sınıfımızın onun odasının yan tarafında olmasıydı.
* * *
Yıllar sonra neden bunu anımsadım bilmiyorum.
Bazı anılar gizlendikleri yerlerden çıkıp izin bile almadan gelip oturuyorlar rüyalarıma… Sizde de öyle oluyor mu? Bilemem…
10 Kasım Atatürk'ü anma törenleri bizim için çok farklı anlamlar taşırdı. İzci kıyafetlerimiz ile okula gelir, bir gün önce çiçeklerle süslediğimiz Atatürk anıtında Meşale nöbeti tutardık. Saat dokuzu beş geçe çalan siren sesleri yeri göğü inletir, hayat durur, araçlardan inilir ve esas duruşta Yurdu kurtaran sevgili Atatürk'e minnet ve şükranlarımız sunulurdu.
O gün sinemalar gösterimde bulunmaz, tiyatrolarda ücretsiz özel Atatürk skeçleri oynanır, şiir ve müzik gösterileri yapılırdı.
Dolmabahçede ki odası ziyarete açılır, büyük bir bayrakla örtülmüş olan yatağı ziyaret edilir, öldüğü gün hayal edilir, çiçekler bırakılırdı.
Kasımpatıları oldum olası sevmedim. Bana hep ölümü, sonbaharın hüzünlü günlerini hatırlattığı için nerede görsem başımı çevirirdim.
Bu yaşa geldim hala da sevmem.
Sevmediğim Kasım hep sevdiklerimi almıştır benden.
* * *
Bu ülkeyi karanlığa sürüklemeye ve istila etmeye aday olanların ilk saldırdığı kişi hep Atatürk olmuştur. Onlar hep Anadolu insanının cehaletini sömürmüşler, laf cambazları ile yanlış ve yanlı düşünceleri, inanılması zor yalanları, zararlı fikirleri geri kalmış topraklarda inşa etmeye çalışmışlardır.
Bugün ise aksine, bir zamanların Anadolu cehaleti şehirlere taşınmış, şehirlerin karanlığını aydınlatanlar "Anadolu'nun ışığı" olmuştur.
Kendini yetişkin, yaşını başını almış, bilge görenler, devleti idare etmeye çalışanlar; gençleri ve genç fikirleri yaymaya, devleti gençleştirmeye çalışanları görmezden gelmeye devam etmektedirler.
Tıpkı bir zamanlar Atatürk'ün fikirlerini zararlı bulan, dini yok etmeye çalıştığı yalanını yayan, halkı birbirine düşman ettiğine inanarak çözümü dış güçlerde arayan padişahlar gibi…
Ancak güneş balçıkla sıvanamaz. Her ne kadar yandaş kanallar, haber ajansları, bizleri ve yazı yazdığımız basın organlarını görmezden gelirlerse gelsinler, Anıtkabir'e girip haber yapmayı sansürleseler de "Anadolu'nun Işığı" yayılmaya, şehirlerdeki körleri de aydınlatmaya devam edecektir.
Anıtkabir işgal edilse bile bir gün gerçek sahiplerince geri alınacaktır.
Yeter ki yorulmuş yaşlı beyinlerin yerini gençler alabilsin…
- Zalimler unutulur, mazlumlar anılır… / 18.04.2025
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025