Büyük üzüntüler sonrası herkesin kendini terapi metodu farklıdır. Malumunuz bizim de yaklaşık yedi ay önce çok büyük ve dayanılmaz bir üzüntümüz oldu. Prof. Haydar Baş Hocamızı Hakk'a uğurladık. Öyle ani ve beklenmedik oldu ki hepimizde şok etkisi yarattı. İlk aylar zaten günlük hayatımızı devam ettirebilmemiz bile zor oldu.
İnanın hiçbir şey yapmadan öylece oturduğumuz günler çoktur. Bir taraftan pandemi sürecinin de yaşandığı, çoğu vaktimizi evde geçirdiğimiz, hafta sonları sokağa çıkma kısıtlamalarının olduğu bir dönem de olduğundan bir şeylerle meşgul olmak gerekiyordu.
Zihni farklı şeylere kanalize edip biraz terapi etkisi oluşturmak için. En iyi yol kitap okumak gibi geldi. Genelde de roman okumak… Çünkü oradaki olaylara kendinizi kaptırıp biraz olsun kafanızı dağıtmak mümkün olabiliyordu. Tabi bir de boş boş sosyal medyada dolaşmak…
Romanlar da gerçek hayatın bir yansıması ama elbette ki kurgu. Sosyal medya ise gerçek hayatın kendisi ama aslında o da kurgu. İnsanların bolca fotoğraf paylaşıp, altlarına sevgi pıtırcığı gibi yazdığı sözlerin ne kadarının gerçek olduğunu hiç düşündünüz mü?
Facebook'a ya da İnstagram'a baktığınızda herkes ne kadar da mutlu. Herkesin sofrası ne kadar da dolu ve kalabalık. Herkes gülüyor, eğleniyor. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki herkes mutluluk oyunu oynuyor. Herkes birbirine nispet yaparcasına 'ben senden daha mutluyum' gösterişinin derdine düşmüş. Peki, o insanların kaçı gerçekten mutlu? Hiç düşündünüz mü?
Çoğunun kredi kartı borcu başını aşmış, her gün işine memnun olmayarak gidiyor, geçinemiyor, bu yüzden eşiyle tartışıyor, aile içi problemler yaşıyor, bir çoğu boşanmış, tek başına ya da çocuklarıyla yalnız yaşam mücadelesi veriyor, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Belki çocuğu üniversiteyi bitirmiş iş bulamıyor, yurt dışına gitmenin yollarını arıyor, anne baba olarak evladım gider de bir daha dönmezse endişesi yaşıyor.
Her gün fakirleşen, her gün hayatı zorlaşan insanlar olarak sosyal medyada fotoğraflarla mutluluk oyunu oynayıp kendi kendimizi mutlu olduğumuza inandırmaya çalışıyoruz. Üstelik çoğumuz çoktan antidepresan da kullanmaya başlamışız. Bir taraftan salgın hastalık, hastaneye yatmanın bile torpilsiz zor olduğu süreçler ama bakın biz çok mutluyuz fotoğrafları. Bu da bir terapi yöntemi mi acaba? Ama nereye kadar?
Oysa ki gerçekten mutlu olabilirdik. Gençlerimiz geleceğe güvenle bakabilirdi. Bizler yaşlılığımızı rahat ve huzurlu geçireceğimizden emin olabilirdik. Devletimizi arkamızda hisseder, vatandaşlık maaşımızla, ev hanımı maaşımızla, milli, çağdaş ve gelişmiş bir eğitim sistemiyle, güvenebileceğimiz bir adalet sistemiyle, hastalandığımızda her türlü önlemi alan, vatandaşını her şeyin üstünde tutan bir idari sistemle yönetilebilirdik, tarımda sanayide kalkınma hamleleriyle kainat devleti olma yolunda hızla ilerleyen bir ülkede gerçekten mutlu olabilirdik. Biz bu yapmacık, sadece fotoğraflarda olan mutluluğu kendimiz tercih ettik.
Prof. Haydar Baş'ı dinleseydik, O'nun bize vaad ettiklerine kulak verseydik şu an dünyanın en mutlu insanları olabilirdik. Ne dolardan ne pandemiden etkilenmezdik. Çocuklarımızın her birinin ellerinde tableti, uzaktan eğitimin en ileri yaklaşımlarıyla derslerine devam ediyor, pandemi şartlarından en asgari şekilde etkilenerek yaşıyor olabilirdik. Kapanan restoranların, avmlerin işsiz kalan çalışanları nasıl geçineceklerini düşünmezlerdi, dükkanını kapatan işletmeci borçlarımı nasıl ödeyeceğim demezdi. Çünkü sırtını dağ gibi yaslayacağı Milli Ekonomi Modeli olurdu. Ama biz bu treni kaçırdık. Üstelik de Haydar Hoca defalarca kaçıracağımızı söylemesine, zifiri karanlık tarifi yapmasına ve bizi defaatle uyarmasına rağmen kaçırdık.
Şimdi belki de son şansımız olan ikinci bir tren geçiyor önümüzden. Lokomotifinde Hüseyin Baş'ın olduğu ve Prof. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ni uygulayarak O'nun kaldığı yerden devam eden genç bir nefes. 'Var bi hayalimiz' diyerek yola çıktı. Genç yaşında büyük bir sorumluluk üstlendi. Allah (c.c.) yolunu açık etsin.
Onun ve onunla birlikte olanların hayali siyasette destan yazarak bizleri gerçekten mutlu etmek. Cebimize para koyarak, kaynaklarımızı devreye koyarak, dışa bağımlılığa son vererek, eğitimde, sağlıkta, adalette, tarımda, sanayide MEM açılımını devreye koyarak mutlu, huzurlu, geleceğinden emin insanların yaşadığı bir ülke inşa etmek. Öyleyse gerçekten mutlu olmaya var mısınız?
- Üniversite sınavındaki sorunları değil sistemi tartışalım / 02.07.2020
- Kaynakların sınırsızlığı üzerine / 23.04.2020
- Artık kimse... / 18.04.2020
- Yetim kalmak / 03.04.2020
- #HayatMEMleevesığar / 30.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın-II / 26.03.2020
- Covid-19’a bir de buradan bakın / 25.03.2020
- Başkalarının acısına bakmak / 05.03.2020
- Coğrafya kader midir? / 03.03.2020