İngiliz İstihbarat Servisi (MI6) başkanı Richard Moore ve ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) başkanı William Burns, 7 Eylül 2024'te ünlü İngiliz gazetesi Financial Times'da ortak bir makale kaleme aldılar.
Makalede, bu iki Batılı istihbarat kuruluşunun 75 yılı aşkın süredir devam eden iş birlikleri ve ortak eylemlerinin yanı sıra, günümüze dair de analizler sundular. Birkaç gün sonra, Financial Times'ın düzenlediği bir toplantıda tekrar bir araya gelen Moore ve Burns Financial Times'ın muhabiri Roula Khalaf ile bir röportaj gerçekleştirdiler.
İstihbarat liderlerinin hem ortak bir makale yayınlamaları, hem de bir gazeteye birlikte röportaj vermeleri, bu güne kadar görülmemiş bir durumdu. Bu medyatik iş birliğinden daha önemli olan ise, bu ikilinin, kendi istihbarat teşkilatları adına günümüz dünyası hakkında söyledikleri konulardı. İki üst düzey istihbarat yöneticisinin ortak makalesini ve Khalaf ile yaptıkları röportajı nasıl değerlendirmeliyiz?
Bu soruya yanıt vermek için önce bu eksenin yani İngiltere ve Amerika arasındaki uzun süredir devam eden Anglosakson ittifakı ekseninin doğasını incelemeliyiz, ardından onların çağdaş uluslararası ilişkiler hakkındaki imgelerini anlamalı ve nihayetinde bu ekseni eleştiri süzgecinden geçirmeliyiz.
İngiltere ve Amerika arasındaki bağ oldukça eski ve derin katmanlıdır.
ABD, İngiltere'den zor zamanlarda Amerika kıtasına gelen göçmenlerin mirasçısıdır ve aslında başlangıçta Amerika kıtasındaki göçmenler bir koloni olarak kabul ediliyordu. İngiliz parlamentosunda temsil edilmemelerine rağmen vergi ödemek zorunda olan İngiliz göçmenler, İngilizlere karşı devrim yaptılar. Elbette Fransızlar, Amerikalıları İngilizlere karşı desteklediler ve nihayetinde 1776 Amerikan Devrimi, Amerika'nın İngiltere'den kopup bağımsızlığını ilan etmesiyle sonuçlandı.
O tarihten günümüze kadar, ABD ve İngiltere arasında oldukça derin, geniş ve çok katmanlı bir ilişki kurulmuştur. Bu ilişki, iniş çıkışlar olsa da, iki tarafın ifadesiyle "özel" kalmıştır. Ayrıca İngiltere, Avrupa'daki güç dengesini sağlamak, Almanya ve Fransa'nın liderliğindeki eksene karşı koymak için ABD ile olan bu özel ilişkiden yararlanmış ve dünya çapında ABD'nin ağırlığını kullanarak kendi konumunu korumuştur. İngiltere ile Amerika arasındaki ilişki, Atlantik Okyanusu'nun iki kıyısını birbirine bağlamış ve Batı içerisindeki eksenler arasında önemli bir role sahip olmuştur.
Stratejik olarak, iki ülke arasındaki bu özel bağ, gerek diğer Avrupa devletleri, gerekse tüm Dünya'ya karşı bir denge siyaseti olarak her dönem kullanılmıştır. Bu özel ilişkinin korunması, iki ülkenin dış ve güvenlik politikalarının en büyük önceliklerinden biridir, özellikle de İngiltere için...
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana geçen otuz yılda bu ilişki daha da özel hale gelmiş ve özellikle derinleştirilmiştir.
Anglosakson iş birliği, 2003 yılında Irak'ın askeri işgali ile bölgesel yapıyı ve düzeni köklü bir şekilde değiştirdi. Bu özel ilişki, siyasi ve stratejik düzeyde her alanda görülebilir. İngiltere başbakanının ilk dış gezisi geleneksel olarak Washington'a yapılır ve istihbarat iş birliği, bu iki kişinin röportajlarında belirttikleri gibi, sadece ortak analizleri değil, aynı zamanda ortak operasyonları da içerir. Fakat ifade etmeliyim ki; tarihte ilk olan bu olaya ilişkin, hem makale hem de yapılan röportaj, gerek usul gerek esas açısından ciddi bir şekilde inceleme gerektiriyor...
Benim Bu ikilinin makale ve röportajından anladığım;
Birincisi, Rusya. Merkezi bir tehdit olarak görülüyor.
İkincisi, Çin. Özellikle ABD için en büyük zorluk olarak ele alınıyor. Burns, CIA'nın Çin tehdidini yönetmek ve karşı koymak için yeniden yapılandırıldığını ve hatta CIA bütçesinin %20'sinin Çin ile ilgili konulara ayrıldığını ifade ediyor.
Üçüncüsü, teknoloji ve özellikle yapay zekâ. Hem dünyayı hem de istihbarat ve casusluk dünyasını şekillendiren bir unsur olarak öne çıkıyor.
Dördüncüsü, terör tehditleri ve terörle mücadele faaliyetleri. Her iki ülke için de önemli olarak kabul ediliyor ve Ortadoğu'daki durum ve Gazze krizi bu açıdan ele alınıyor.
Ancak beşinci ve belki de onların dünya görüşünün ana unsuru; son birkaç on yılda inşa edilen ve belli bir güç dengesini sağlayan dünya düzeninin değişmekte olduğudur.
Bu analiz, Çin, Rusya ve Kuzey Kore eksenine işaret ediyor. Ancak bu eksenin, ortak değerlere dayalı bir eksen olmadığını, aksine pratik ihtiyaçlara dayalı bir ilişki olduğunu belirtiyorlar. Aslında, Burns ve Moore bir eksen yaratmaya çalışıyorlar, ancak onların sunduğu ve aşılamaya çalıştıkları şey eleştirel bir bakıştan öteye bir şey değil. Ayrıca sözlerinde özellikle değer ve normlara dayalı, kendini üstün görme eğilimi dikkat çekiyor.
Bence bu üstünlük ya da üstten bakma diyelim; sadece küresel rakiplerine yönelik değil, aynı zamanda Batı'daki müttefiklerine yönelik olarak ortaya çıkıyor. Sanki bu iki ana Batılı oyuncu dünya sahnesinin asli aktörleriymiş gibi davranıyorlar ve iş birliğini ortak değerlere dayandırmaya çalışıyorlar, oysa iş birliği çıkar temellidir.
ABD ve İngiltere sistemin temellerini kendileri oluşturduğunu düşünüyor ve tüm sistemi ihlal edebileceklerini kendilerine hak görüyorlar. Özellikle 2003'te Irak'a düzenlenen askeri saldırının, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne aykırı olduğu unutulmamalıdır. ABD ve İngiltere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin onayı olmadan bu saldırıyı yaptı. 1990'ların sonlarında Yugoslavya'nın bombalanması da Güvenlik Konseyi'nin onayı olmadan yapılmıştı.
İngilizlerin 1947'de Filistin topraklarından çıkmasıyla 1948'de kurulan Siyonist İsrail, bu ilişkinin şımarık gayri meşru çocuğu olarak doğmuştur. Hukuk tanımazlığı da yine bu ilişkinin hukuk tanımazlığından köken almaktadır.
Özellikle tüm bu hukuksuzluklara rağmen, son on yılda Batılı ülkeler, uluslararası hukuk ilkelerine dayalı bir düzeni sürdürmektense "hukukun üstünlüğünden bahsetmeye başlamışlardır.
Burns ve Moore'un sözleri uyarıcı nitelikte olup, kendi toplumlarında korku ve endişe yaratmayı hedeflemektedir. Bu uyarı geçmişleri ve eğilimleri, aslında iç politikada daha fazla bütçe ve kaynak talep etmek için kullanıldığını, dış politikada ise savaşların şekillenmesine ve daha fazla çatışmanın üretilmesine katkıda bulunduğunu göstermektedir.
Ne olursa olsun, Anglosakson ekseni dikkatlice analiz edilmeli ve Çanakkale'de bile Anglosferlerin olduğu unutulmamalıdır.
- ‘Dikkat şeysidir’ algı operasyonları / 18.10.2024
- Yeni bir strateji / 09.10.2024
- ... gir cennetime / 30.09.2024
- Anglosakson ekseni / 26.09.2024
- Aselsan 2023… 2053… 2071 / 21.09.2024
- Imad 4 / 26.08.2024
- Time dergisine başlık: 'Rüzgara düğüm atmak' / 24.08.2024
- Fitiller ateşlendi / 23.08.2024
- Gençliğe Hitabe’den fırlamışçasına / 24.03.2024