AB'ne üye ülkelerin temsilcileri kadar vatandaşlarının ve sivil örgütlerinin Türkiye'yi istemediğini açıkça dile getiren tutumları dünya basınında gizlenmeyen bir gerçektir.
Helsinki Zirvesinde üye adaylığı kabul edilen Türkiye hakkında oluşan olumsuz kamuoyunu yatıştırmak için AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu üyesi Gunter Verheugen kendi kamuoyuna, "Merak edecek bir şey yok. Biz Türkiye'ye tam üyelik için hiç bir güvence vermedik" şeklinde açıklama yapmak zorunda kalmıştı.
Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partisinin Helsinki Zirvesinden kısa bir süre sonra yapılan toplantısında da benzer bir karar çıktı:
"Türkiye'nin tam üye olması, Avrupa Birliği için büyük bir tehlikedir. Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi Türkiye'nin AB'ne alınmasına karşıdır. Ancak Türkiye, Avrupa için stratejik bir öneme sahiptir. Bu nedenle, Avrupa'dan kopmaması ve başka bir sisteme yönelmemesi için özel bir formül bulunarak Avrupa'nın yanında tutulmasını istiyoruz".
Hazırlanacak özel bir formülle içine dahil edilmese de, Avrupa'nın yanında tutulması AB'nin 1959 başvurumuzdan beri bize uyguladığı temel stratejisidir.
Atatürk'ün belirlediği çağdaş uygarlık seviyesini Batı taklitçiliği ve Batı ile bütünleşme olarak algılayan siyasilerimizin bu uğurdaki tavizkâr tutumlarından yararlanan AB, yukarıdaki stratejisi istikametinde üyelik sürecinde Türkiye'den taviz üstüne taviz istemektedir.
Stratejik konumu, zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları ile her zaman ele geçirilmesi gereken bir bölge olarak gösterilen ülkemiz bu sayede sadece diplomasi kullanılarak işgal edilmektedir.
Ne AB'nin "ne yaparsanız yapın üye olamayacaksınız" şeklindeki açıklamaları, ne de üye adayı kabul edilene kadar ülkemizin içişlerine açık müdahale sayılan kararlar alarak hiç çekinmeden yerine getirilmesini isteyen cüreti, siyasi irademizi bugüne kadarki teslimiyetçi tutumundan vazgeçirememiştir.
Kıbrıs'ı, Ege'yi kaybetme noktasına gelmemiz, ekümenik bir devleti resmileştirme çabaları, Güneydoğunun elimizden çıkması, mevcut siyasi partiler için de bir şey ifade etmemekte, seçim arefesinde hepsi bir ağızdan AB türküleri söyleyebilmektedir.
Adeta gözleri kör olmuş, iradesini kaybetmiş bu AB'cilerin karşısında tek bir kişi var ki, onu takdir etmemek mümkün değil.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'den bahsediyorum.
Her konuşmasında olduğu gibi, Bağımsız Türkiye Partisi'nin İskenderun İstasyon Meydanındaki muhteşem mitinginde de AB'ye karşı olduğunu ve neden karşı olduğunu izah eden Sn. Baş'a bir kez daha hayran kaldım.
Konuşmasının, "AB'ye girmek demek, Türk Milletinin bağımsızlığını yok etmek demektir. Lozan'ı delmek demektir. Sevr'i hortlatmak demektir" sözleriyle başladığı AB ile ilgili bölümünde Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, Patrikhane konularındaki AB'nin net tavrını delilleriyle ortaya koyarak açıkladı.
Bugün mevcut partilerin tamamı derken, Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in ve Bağımsız Türkiye Partisi'nin tek başına "AB'ye Hayır Mitingleri" düzenlemesi düşündürücüdür.
Bu sebeple Sn. Haydar Baş'ın ve Bağımsız Türkiye Partisi kadrolarının başlattığı Kuvay-ı Milliye Hareketi'nin tıpkı 1919'un şartlarını yaşayan ülkemizi o tarihlerde, "Elimde hiçbir maddi kuvvet yoktu. Yalnız, benim vicdanımı dolduran milletimin manevi gücü vardı. Ben, bu millete dayanarak yola çıktım" diyen Atatürk ve silah arkadaşlarıyla özdeşleştirilmesi gayet tabiîdir.
Bir tarafta bağımsızlık ve millet egemenliğini savunan BTP; diğer yanda ise milletin geleceğini ve bağımsızlığını AB'ye teslim eden AB'ci partiler...
Millet seçimlerde işte bu tercihi yapacaktır. Bence, oy'unu vereceği yeri çoktan kararlaştırmıştır.
İkinci Atatürk olarak gördüğüm Haydar Bey'e ve partisine, bizi bu badirelerden kurtaracak tek insana; her geçen gün yükselen siyasî kariyerinde başarılar diliyorum...
Helsinki Zirvesinde üye adaylığı kabul edilen Türkiye hakkında oluşan olumsuz kamuoyunu yatıştırmak için AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu üyesi Gunter Verheugen kendi kamuoyuna, "Merak edecek bir şey yok. Biz Türkiye'ye tam üyelik için hiç bir güvence vermedik" şeklinde açıklama yapmak zorunda kalmıştı.
Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partisinin Helsinki Zirvesinden kısa bir süre sonra yapılan toplantısında da benzer bir karar çıktı:
"Türkiye'nin tam üye olması, Avrupa Birliği için büyük bir tehlikedir. Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi Türkiye'nin AB'ne alınmasına karşıdır. Ancak Türkiye, Avrupa için stratejik bir öneme sahiptir. Bu nedenle, Avrupa'dan kopmaması ve başka bir sisteme yönelmemesi için özel bir formül bulunarak Avrupa'nın yanında tutulmasını istiyoruz".
Hazırlanacak özel bir formülle içine dahil edilmese de, Avrupa'nın yanında tutulması AB'nin 1959 başvurumuzdan beri bize uyguladığı temel stratejisidir.
Atatürk'ün belirlediği çağdaş uygarlık seviyesini Batı taklitçiliği ve Batı ile bütünleşme olarak algılayan siyasilerimizin bu uğurdaki tavizkâr tutumlarından yararlanan AB, yukarıdaki stratejisi istikametinde üyelik sürecinde Türkiye'den taviz üstüne taviz istemektedir.
Stratejik konumu, zengin yeraltı ve yerüstü kaynakları ile her zaman ele geçirilmesi gereken bir bölge olarak gösterilen ülkemiz bu sayede sadece diplomasi kullanılarak işgal edilmektedir.
Ne AB'nin "ne yaparsanız yapın üye olamayacaksınız" şeklindeki açıklamaları, ne de üye adayı kabul edilene kadar ülkemizin içişlerine açık müdahale sayılan kararlar alarak hiç çekinmeden yerine getirilmesini isteyen cüreti, siyasi irademizi bugüne kadarki teslimiyetçi tutumundan vazgeçirememiştir.
Kıbrıs'ı, Ege'yi kaybetme noktasına gelmemiz, ekümenik bir devleti resmileştirme çabaları, Güneydoğunun elimizden çıkması, mevcut siyasi partiler için de bir şey ifade etmemekte, seçim arefesinde hepsi bir ağızdan AB türküleri söyleyebilmektedir.
Adeta gözleri kör olmuş, iradesini kaybetmiş bu AB'cilerin karşısında tek bir kişi var ki, onu takdir etmemek mümkün değil.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'den bahsediyorum.
Her konuşmasında olduğu gibi, Bağımsız Türkiye Partisi'nin İskenderun İstasyon Meydanındaki muhteşem mitinginde de AB'ye karşı olduğunu ve neden karşı olduğunu izah eden Sn. Baş'a bir kez daha hayran kaldım.
Konuşmasının, "AB'ye girmek demek, Türk Milletinin bağımsızlığını yok etmek demektir. Lozan'ı delmek demektir. Sevr'i hortlatmak demektir" sözleriyle başladığı AB ile ilgili bölümünde Kıbrıs, Ege, Güneydoğu, Patrikhane konularındaki AB'nin net tavrını delilleriyle ortaya koyarak açıkladı.
Bugün mevcut partilerin tamamı derken, Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in ve Bağımsız Türkiye Partisi'nin tek başına "AB'ye Hayır Mitingleri" düzenlemesi düşündürücüdür.
Bu sebeple Sn. Haydar Baş'ın ve Bağımsız Türkiye Partisi kadrolarının başlattığı Kuvay-ı Milliye Hareketi'nin tıpkı 1919'un şartlarını yaşayan ülkemizi o tarihlerde, "Elimde hiçbir maddi kuvvet yoktu. Yalnız, benim vicdanımı dolduran milletimin manevi gücü vardı. Ben, bu millete dayanarak yola çıktım" diyen Atatürk ve silah arkadaşlarıyla özdeşleştirilmesi gayet tabiîdir.
Bir tarafta bağımsızlık ve millet egemenliğini savunan BTP; diğer yanda ise milletin geleceğini ve bağımsızlığını AB'ye teslim eden AB'ci partiler...
Millet seçimlerde işte bu tercihi yapacaktır. Bence, oy'unu vereceği yeri çoktan kararlaştırmıştır.
İkinci Atatürk olarak gördüğüm Haydar Bey'e ve partisine, bizi bu badirelerden kurtaracak tek insana; her geçen gün yükselen siyasî kariyerinde başarılar diliyorum...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002