27 Mayıs 1960 plüralizm(çoğulculuk)’in geldiği son nokta idi. Çoğulcu diktanın Ulusal kurtuluş ve kuruluşun değerlerine, kendinden olmayanlara karşı reva görülen insanlık dışı eylemlerin bir bir sergilendiği unutulmaması gereken tarihlerden sadece biridir, 27 Mayıs. Kendinden olmayanların neredeyse vatan haini ilan edildiği ve kurulan Vatan Cepheleri ile yurttaşların Demokrat Partililer ve diğerleri olarak ikiye bölümlendiği olgulara dur diyen bir tarihtir. Dün gibi anımsıyorum, burunlu kamyonlara bindirilen sopalı Demokrat Partililer ötekilerin mahallelerini daha doğrusu gettolarını basarlardı. Herhangi bir neden gösterilmeden ve beis de görülmeden kafalar patlatılır, kollar-bacaklar kırılırdı. Kutuplaşmanın geldiği son nokta idi. İşte bu nedenle 27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke olarak yazılan bir tarih değil, tersine birlikte yaşayabilmeyi “Demokratik Akgünler”i müjdeleyen bir tarihtir. İddia edildiği gibi, Türkiye Cumhuriyet tarihinin, Türk demokrasi tarihinin en kara, en karanlık gününün yıl dönümü değil, aksine “Ordu-Millet-Gençlik” el ele vererek “ben yaptım oldu”culara dur diyen bir tarihtir. Geçmişteki olayları ve olguları günümüz değer yargılarıyla değerlendirmemek, sosyal bilimin altın kuralıdır. Tarih yazıcılığında hatta bütün sosyal bilimlerde geçerli olan bu kural her olguyu kendi “zaman” diliminde o zaman diliminin aktörleri ve ilintileriyle birlikte diyalektik bir biçimde değerlendirilmesini zorunlu kılar. Değerlendiriniz, kendi koşulları içersinde 27 Mayıs’ı, içinde halk olan bir hareket olduğunu siz de göreceksiniz. Çokça itham edildiği gibi 27 Mayıs gerçekten bir darbe(coup d’état) midir? Hiç de değil. Diktotaryaya karşı içinde mazlum halkın, gençliğin istemleri olan bir halk hareketidir. Denemesi bedava, açın pencereyi, dinleyin, eğer tank sesi duyarsanız o hareket, darbedir, ancak 27 Mayıs gibi ezilmiş halkın sesini duyarsanız o hareket bir ihtilaldır. Hiç kuşkunuz olmasın, 27 Mayıs bir ihtilaldır.
Doğrusunu söylemek gerekirse 27 Mayıs’a giden dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin pek bilincinde değildim, ortaokula yeni başlamıştım. Ne anlama geldiğini de bilmiyordum, ama bir şeyler döndüğünü de dün gibi anımsıyorum. Üniversite birinci sınıf talebesi olan ağabeyim anlatmıştı, Nisan ayı başlarında toplumsal gerginliğin boyutunu. Sonra da tramvay ile Beyazıt Meydanından geçerken 8 Nisan 1960 tarihinde İstanbul’da Beyazıt Mitingi’nde polisle çatışılan yerleri tek tek göstermişti, bir televizyon muhabiri titizliğiyle. 27-28 Nisan olaylarında polisin müdahalesi sonucu polis kurşunuyla Hakkın rahmetine kavuşan yurtsever gençlerimiz Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat’ın vurularak şehit düşüşlerini de bir bir anlatmıştı. Ürperdiğimi hatırlıyorum. Polis ile Üniversite gençliği arasında yaşanan gerginlik öyle bir safhaya ulaşmıştı ki Beyazıt Meydanı adeta bir savaş alanını andırıyordu. Adı kulaktan kulağa söylene, söylene “Hürriyet Meydanı” olmuştu, 27 Mayıs’tan sonra bu ad resmileşmişti. Ama ben çocukluğumda tramvayların döndüğü ışıl ışıl, asude Beyazıt Meydanını bir daha görememiştim. Ne yaptılarsa geri getirememişlerdi. Ya da ben öyle hissetmiştim. Ağabeyim anlatırken, bir yandan da o sıralarda dillerde pelesenk olan “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” sloganını söylediğimi hatırlıyorum. (Devam edecek…)
Doğrusunu söylemek gerekirse 27 Mayıs’a giden dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin pek bilincinde değildim, ortaokula yeni başlamıştım. Ne anlama geldiğini de bilmiyordum, ama bir şeyler döndüğünü de dün gibi anımsıyorum. Üniversite birinci sınıf talebesi olan ağabeyim anlatmıştı, Nisan ayı başlarında toplumsal gerginliğin boyutunu. Sonra da tramvay ile Beyazıt Meydanından geçerken 8 Nisan 1960 tarihinde İstanbul’da Beyazıt Mitingi’nde polisle çatışılan yerleri tek tek göstermişti, bir televizyon muhabiri titizliğiyle. 27-28 Nisan olaylarında polisin müdahalesi sonucu polis kurşunuyla Hakkın rahmetine kavuşan yurtsever gençlerimiz Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat’ın vurularak şehit düşüşlerini de bir bir anlatmıştı. Ürperdiğimi hatırlıyorum. Polis ile Üniversite gençliği arasında yaşanan gerginlik öyle bir safhaya ulaşmıştı ki Beyazıt Meydanı adeta bir savaş alanını andırıyordu. Adı kulaktan kulağa söylene, söylene “Hürriyet Meydanı” olmuştu, 27 Mayıs’tan sonra bu ad resmileşmişti. Ama ben çocukluğumda tramvayların döndüğü ışıl ışıl, asude Beyazıt Meydanını bir daha görememiştim. Ne yaptılarsa geri getirememişlerdi. Ya da ben öyle hissetmiştim. Ağabeyim anlatırken, bir yandan da o sıralarda dillerde pelesenk olan “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” sloganını söylediğimi hatırlıyorum. (Devam edecek…)
YeniMesaj / diğer yazıları
- Gaflette ısrar / 24.01.2015
- 'Namaz kılan kimse felaha ermiştir' / 10.11.2014
- Saftan Başbakan olur mu? / 06.03.2014
- Ulusal devlet üzerine / 03.03.2014
- Anne sütü / 08.02.2014
- Minik cerrahlar / 20.01.2014
- Doğal yaşam / 13.01.2014
- Basit ve sade / 12.05.2013
- Faiz sarmalı / 24.03.2013
- Topraklarımız elimizden alınıyor / 20.03.2013
- 'Namaz kılan kimse felaha ermiştir' / 10.11.2014
- Saftan Başbakan olur mu? / 06.03.2014
- Ulusal devlet üzerine / 03.03.2014
- Anne sütü / 08.02.2014
- Minik cerrahlar / 20.01.2014
- Doğal yaşam / 13.01.2014
- Basit ve sade / 12.05.2013
- Faiz sarmalı / 24.03.2013
- Topraklarımız elimizden alınıyor / 20.03.2013