Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. Mevlana
3-Hadisler, bu sûretle, bir mektepte okutulan konularla beraber kişinin bilgisinin artması, sınıfları geçip mezun olması gibi insanları olgunlaştıran ve ardarda gelen birer basamak taşıydılar. Bu mektepte ilerleyen insan veya bu mektepten mezun olmuş insan, ilk dönemlerinde dinlediği hadisler kendisine tekrar söylense o dönemde anlayamadığı daha derin inceliklere kendisini sevkedebiliyordu. Yani evvvelce kendisine yol aldıran hadis, değerini asla kaybetmediği gibi bulunduğu konuma da hitabediyor, yeniden terakkisine imkan veriyordu. Hz. Ali'nin (kv) "Fatiha Sûresini tefsir etseydim yedi merkebe yüklenir; gene de yetmezdi." sözünde aynı incelik vardır. Yedi âyetinin sekize çıkma ihtimali olmayan bir sûreden bu kadar ilim nasıl çıkar? İşte insan, kâmil olursa her kelimesinden, her bakışında binlerce mânâ çıkarır. Zira metin aynı metindir fakat mânâ çok derindir. İnsan mânâ eri olursa, insandaki bu mânâ ve keyfiyet Kur'an ve hadisteki derûnî mânâ ile birleşmiş ve maksat hasıl olmuş olur.
Görüldüğü üzere üç maddede özetlediğimiz bu mânâ ve ruh, İslâm'ın anlaşılıp yaşanmasında büyük bir önemi haizdir. Asr-ı saadetten bugüne her devirde bir kısım din büyüklerimiz dinin anayasası ve teminatı ölçü ve dengenin, halk arasında muamelat ve huzurun güvencesi olan zahir esaslara bağlılıktan asla taviz vermedikleri gibi, bu düsturların mânâ ve keyfiyetine ermek, bu mânevî havayı insanlığa teneffüs ettirmek ve de yine bu suretle zahirî düsturların bekasını temin etmiş olmak için bu düsturların ruh ve mânâsına da sahip çıkmışlardır. Misal vermek gerekirse Abdülkadir Geylâni Hazretleri dört mezhepten fetva veren bir insandı. Diğer yandan gönül ehli bir insan-ı kâmildi. Yaşadığı mânâ ve derinlikle yaptığı sohbetler beşbin tane Hristiyan ve Yahudinin, yetmiş bin tane şakinin hidayetine vesile olmuştu. Halbuki onun anlattığı, yorumladığı hadis ve âyetleri ezbere bilen ve anlatan milyonlarca âlim gelip geçmişti. Ne var ki anlatılanlar aynıydı ama anlatanın keyfiyeti farklıydı. Hz. Pir gibi büyük zatlar zâhir-bâtın dengesini çok iyi kurarak her iki sahada da büyük hizmetler vermişlerdir. İkisini, birbirinden ayrı ve bağdaşmaz gibi görüp ayrılığa düşen ve de taraf olan kimseler ise bilmeden fitneye vesile olmuşlardır. Daha kötüsü terakki edemeyen insanın dindeki terakkiden de bîhaber ve nasipsiz kalması söz konusu olmuştur.
3-Hadisler, bu sûretle, bir mektepte okutulan konularla beraber kişinin bilgisinin artması, sınıfları geçip mezun olması gibi insanları olgunlaştıran ve ardarda gelen birer basamak taşıydılar. Bu mektepte ilerleyen insan veya bu mektepten mezun olmuş insan, ilk dönemlerinde dinlediği hadisler kendisine tekrar söylense o dönemde anlayamadığı daha derin inceliklere kendisini sevkedebiliyordu. Yani evvvelce kendisine yol aldıran hadis, değerini asla kaybetmediği gibi bulunduğu konuma da hitabediyor, yeniden terakkisine imkan veriyordu. Hz. Ali'nin (kv) "Fatiha Sûresini tefsir etseydim yedi merkebe yüklenir; gene de yetmezdi." sözünde aynı incelik vardır. Yedi âyetinin sekize çıkma ihtimali olmayan bir sûreden bu kadar ilim nasıl çıkar? İşte insan, kâmil olursa her kelimesinden, her bakışında binlerce mânâ çıkarır. Zira metin aynı metindir fakat mânâ çok derindir. İnsan mânâ eri olursa, insandaki bu mânâ ve keyfiyet Kur'an ve hadisteki derûnî mânâ ile birleşmiş ve maksat hasıl olmuş olur.
Görüldüğü üzere üç maddede özetlediğimiz bu mânâ ve ruh, İslâm'ın anlaşılıp yaşanmasında büyük bir önemi haizdir. Asr-ı saadetten bugüne her devirde bir kısım din büyüklerimiz dinin anayasası ve teminatı ölçü ve dengenin, halk arasında muamelat ve huzurun güvencesi olan zahir esaslara bağlılıktan asla taviz vermedikleri gibi, bu düsturların mânâ ve keyfiyetine ermek, bu mânevî havayı insanlığa teneffüs ettirmek ve de yine bu suretle zahirî düsturların bekasını temin etmiş olmak için bu düsturların ruh ve mânâsına da sahip çıkmışlardır. Misal vermek gerekirse Abdülkadir Geylâni Hazretleri dört mezhepten fetva veren bir insandı. Diğer yandan gönül ehli bir insan-ı kâmildi. Yaşadığı mânâ ve derinlikle yaptığı sohbetler beşbin tane Hristiyan ve Yahudinin, yetmiş bin tane şakinin hidayetine vesile olmuştu. Halbuki onun anlattığı, yorumladığı hadis ve âyetleri ezbere bilen ve anlatan milyonlarca âlim gelip geçmişti. Ne var ki anlatılanlar aynıydı ama anlatanın keyfiyeti farklıydı. Hz. Pir gibi büyük zatlar zâhir-bâtın dengesini çok iyi kurarak her iki sahada da büyük hizmetler vermişlerdir. İkisini, birbirinden ayrı ve bağdaşmaz gibi görüp ayrılığa düşen ve de taraf olan kimseler ise bilmeden fitneye vesile olmuşlardır. Daha kötüsü terakki edemeyen insanın dindeki terakkiden de bîhaber ve nasipsiz kalması söz konusu olmuştur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.