Her yazarın kendine göre bir 'dil'i; her yazıyı da anlaşılır kılan kendine has bir anlatımı vardır.
Yazarın sadece yazması yetmez. Hitap ettiği kitleye uygun bir dil kullanması; okuyucunun bulunduğu ortamı özümlemiş olması gerekir. Öyle yazarlar gelmiş geçmiştir ki, sayfalarca yazdıkları ve yayınladıkları halde okuyucu ile buluşamamışlardır. Okuyucu ile buluşmak ortak bir frekansı yakalamakla mümkündür. Okunmamak okurun cehaleti ile ilgili değildir. Aksine, hedef kitlenin beklentilerine cevap verememekten ibarettir. Çok bilimsel yazılar yazmak, azınlıktaki bir aydın kitlesini hedeflemeyi gerektirir. İleriki yıllarda; yapılan araştırmalarda kaynak arayışında faydalanılabilir olmak günümüzün değeri değildir.
Anadolu'yu gezerken derdimizi nasıl anlatacağımız konusunda çok sıkıntı çekmiştik. O zamanlar gerek konuşulan lehçenin, gerekse yerel deyimlerin bize ne kadar yabancı olduklarını fark etmiştik. Biz; bir sayfa yazarak his ve duygularımızı, olayları anlatmaya çalışırken, bir tek kelime veya bir kaç kelimeden oluşan cümle ile her şeyin ifade edildiğini görmüştük. Kiminde gülmüş, kiminde derin derin düşünmüştük.
* * *
En çarpıcı örnek; bir dağın yamacında sofrasına misafir olduğumuz, onun ekmeğini bizim ise çayımızı paylaştığımız, adını bile bilmediğimiz bir çobanın ayrılırken belirttiği sözler olmuştu. Memleket ve devraldığımız miras konularını konuşulurken büyük bir sessizlik içinde dinleyen çoban şu sihirli sözcükleri etmişti… "Bak oğul, buralarda kim eke, kim kotara… Kim yiye, kim bitire, diye bir söz vardır. Dünya malının kime değeceği, kimi terk edeceği hiç belli olmaz derler…"
Evet bu dünya öyle bir dünya idi. Ekini tarlaya ekersin ama büyüdüğünü görüp biçemezsin. Başkasına nasip olur. Biçip ambara koyarsın da; yemek kısmet olmaz. Bir hayırsızın eline düşer, satılır-savılır heder olur.
İnsan hayatı da öyle değil mi?
Sevgili Hüseyin BAŞ; hiç aklında yok iken bir anda görev başı yaptı. Partiye alışma dönemi bitti. Kamuoyunda ve sosyal medyada tanınmaya başladı. Her ne kadar yandaş medya ve karşı yandaş medya onun söylediklerinden uzak durmaya, söylemlerini bültenlerine almasa da bir kez dinleyenler onun ne demek istediğini anlıyor ve unutmuyorlar.
Her geçen gün daha da iyi olacak. İşi zor. Her kapıyı çalmak, yaşlıların öğütlerini; gençlerin dileklerini ve gelecekle ilgili kaygılarını dinlemek gibi bir ödevi var. Yaşlılar; başarıya giden yolun altın merdivenlerini; gençler ise nasıl bir Türkiye hayal ettiklerinin şifrelerini ona sunacaklar.
Bu kendini siyasetin dış odaklı lordları ve patronları olarak görenlerin ayakları yere basmaya başladığında vakit çok geç olacak.
* * *
Yaradan'ın bir planı vardır. Siz ne kadar bir kurgu hazırlasanız da onun çizgisinden sapamazsınız. Bazen mükâfat bela ile gelir, servet ise yoksullukla… Yeter ki hakkın ve haklının yolunda olun. En güçlü süvariyi bir taş götürür, en güçsüzü bir at en yüce dağlara taşır. İnanç ve azim başarıya giden en önemli unsurdur.
Yaşamın yönlendirmesinden ibarettir hayat… Siz hayatı yönlendiremezsiniz…
İnsan; kendisine çizilen rotadan çıkamayan bir gemi gibi dünya seyahatini tamamlamak zorundadır. Siz yanlış yapmayın, doğru bildiğiniz yolda yürümeye devam edin, kendi doğrularınızdan ödün vermeyin yeter.
En büyük fazilet, çıkılan yolda gösterilen sabır ve hoş görüdür. Sabır insanın yoksulluğundaki en önemli sınavdır. O sınavı geçemeyenler, sürekli olarak sınav tekrarına çağrılacaktır. Liderlik yolu, sadece kendisini düşünenler için değil, bir komşusunun aç olduğunu, diğer komşusunun tok olduğunu bilmekten, her ikisini birbirine yönlendirmekten geçtiğini bilmekten ibarettir.
O nedenle yazdıklarınıza dikkat edin. Yazının dilini çözün…. Yoksa anlatamazsınız, anlayamazsınız…
Yaşam çiçeğini soldurmadan, fazla besleyip çürütmeden doğru yolu bulmalısınız.
Bulanlara ne mutlu?
- Zalimler unutulur, mazlumlar anılır… / 18.04.2025
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025