Erbabınca malum olduğu üzere bu cinasın tamamı şöyledir:
"Yarasızlar yarasızlar
Yel vurur yara sızlar
Yaralının halinden
Ne bilsin yarasızlar."
Güzel Türkçemizin balı-kaymağı mesabesindeki cinaslar, aynı kelimenin farklı anlamlarda kullanılması halk ozanlarımızın dilinde daha bir dile gelir, daha bir güzelleşir.
Cinasların anonim olanları olduğu gibi bizzat şairi belli olanları da vardır.
Merhum halk ozanımız Reyhani, dörtlükler arasında, sazının perdesini ve ses tonunu değiştirerek söylediği şu dizelerin tadına doyum olmazdı:
"Dağlar beni dağlar beni
Konuk etmez dağlar beni
Derinlerde bir yaram var
Günden güne dağlar beni."
Dinleyenler çok iyi hatırlayacaklardır, merhum Çobanoğlu şu dizeleri en yüksek perdeden hep söylerdi:
"Geçti benden geçti benden
Ok değdi geçti benden
Ben merde köprü oldum
Namert de geçti benden."
Âşık Erol Ergani'den dinlemiştim, o da çok dokunaklı söyler cinasları:
"Dünyasına dünyasına
Kim doymuş dünyasına
Dünya benim diyenin
Gitmiştik dün yasına."
"Türkçe'nin Sırları" adlı kitabında Nihat Sami Banarlı'nın anonim olarak verdiği bir örneği hatırlıyorum, şöyleydi:
"Düşte gör
Hayalde gör düşte gör
Sen beni dost bilmedin
Bir zalime düş de gör."
Bugün sözü şiirden, cinastan açtık, elbette boşuna değil, merhum Ali Gedik Hocamızın vefatının beşinci yıl dönümü. Benim gibi, binlerce seveni, öğrencisinin sosyal medyadaki paylaşımları, gazetemizin logonun üstünden verdiği haber yaramızı, hasretimizi tazeledi, o güzel insanı yeniden Fatihalarla yâd ettik.
Ali Gedik Hocamızın vefatının ardından yazdığım uzunca şiire şöyle başlamıştım:
"Gönüllerde yangın gözlerde yaş var
Yolcu Ali Hoca müthiş telaş var
Sanki bulutlar da kara bağlamış
Mahzunlar içinde can Haydar Baş var
Yazık ki ayrılık vaktine geldik
Uçtu aramızdan can Ali Gedik
Şehitlik tepesi kıpır kıpırdı
Kubbeyi zemini tüm hüzün sardı
Edirne'den Kars'a vatanın kalbi
Karadeniz gibi çırpındı durdu
O gün o tepede engin bir göldük
Dostlara yürüdü can Ali Gedik."
En yakınımızdaki canlar birer birer gitmeye devam etti, ardından annemi yolcu ettik ve yine kaleme kâğıda sarıldık ve sevdiklerimizle hüznümüzü paylaşarak azaltmaya çalıştık:
Ana bugün bayram, geldik yanına
Öpmek istiyoruz ellerin nerde?
"Çoluk-çocuğunla nice bayramlar..."
Hani demiyorsun dillerin nerde?
Biraz sevinseydik sanki uçardın
Basardın bağrına sevgi saçardın
Bayramlarda hep rengarenk açardın
Solmuş mu çiçekler güllerin nerde?
Rızkımızı dağdan taştan dererdin
Saçımızı sevgi ile tarardın
Her bayram mutlaka çorap örerdin
Hani ipliklerin tellerin nerde?
Ablamlar ararsa nerde diyelim?
Düştü bir dermansız derde diyelim
Sesi duyulmayan yerde diyelim
Hasretle yanmışsan küllerin nerde?
Her dem kapımızda bacamızdasın
Her dem kalbimizde canımızdasın
Çok yakınımızda yanımızdasın
Gelmek istiyoruz yolların nerde?
Torunların gelmiş görememişsin
"Berhudar olasız" diyememişsin
Neden bayramlığın giyememişsin
Hani yeşillerin alların nerde?
Aradan fazla geçmedi, 2013 yılının Nisan ayına geldiğimizde daha 11 yaşında beşinci sınıf öğrencisi Ali Haydar'ımızı kara toprağa teslim ettik ve şiirler şiirler?
Ali Haydar'ımı rüyamda gördüm
Baba ciğerlerim yandı diyordu
Yüzümü yüzüne gözüne sürdüm
Şimdi ağrılarım dindi diyordu
Elbet O'ndan başka ne kuvvet ne güç
Davet yücelerden gerisi bir hiç
Nisan'ın ikisi iki bin on üç
Vuslata erdiğim gündü diyordu
Bitmiş tabiatta kışın uykusu
Dört bir yanda dirilişin yankısı
Şefkatli annemin güzel kokusu
Mezara toprağa sindi diyordu
Ağzım susuzluktan pişmiş idi ya
Kollarım yanıma düşmüş idi ya
El ve ayaklarım şişmiş idi ya
Şimdi tüm şişlerim indi diyordu
Girişli çıkışlı fani handasın
Saparsan Tevhitten hep ziyandasın
Ey Aziz Karaca imtihandasın
Sırtına sarp dağlar bindi diyordu.
İnişli-çıkışlı fani handa imtihanımız devam ederken, yeğenin vefatının üçüncü yılı dolmadan amcasını, kardeşim Muhlis'i geçtiğimiz Ocak ayının 19'unda ebedi âleme yolcu ettik.
Bunca acının ardından ciltlerce şiir yazsan ne yazar, bizimkisi kalemin ucunda teselli aramak:
Aylardan Ocak gam kucak kucak
Hava müthiş soğuk gözyaşı sıcak
Kervanda heyecan kervanda telaş
Acep armağanı kime sunacak?
Aylardan Ocak gam kucak kucak
Ayrılık ateşi san ki yakacak
Kar beyaz kefenle karın altına
Kardeşim toprağa nasıl konacak
Aylardan ocak gam kucak kucak
Vücut soğumamış daha sımsıcak
Öylesine sıcak öyle canlı ki
Dokunsan bu yana dönüp bakacak!
Aylardan Ocak gam kucak kucak
Kardeş acısı bu tümden sarsacak
Ey Aziz Karaca imtihandasın
Düşün senin sonun nasıl olacak?
Zannediyorum ki söze; "Yarasızlar yarasızlar/Yel vurur yara sızlar/Yaralının halinden/Ne bilsin yarasızlar" diye başlamamızın sebebi bir nebze anlaşılmıştır.
"Yarasızlar yarasızlar
Yel vurur yara sızlar
Yaralının halinden
Ne bilsin yarasızlar."
Güzel Türkçemizin balı-kaymağı mesabesindeki cinaslar, aynı kelimenin farklı anlamlarda kullanılması halk ozanlarımızın dilinde daha bir dile gelir, daha bir güzelleşir.
Cinasların anonim olanları olduğu gibi bizzat şairi belli olanları da vardır.
Merhum halk ozanımız Reyhani, dörtlükler arasında, sazının perdesini ve ses tonunu değiştirerek söylediği şu dizelerin tadına doyum olmazdı:
"Dağlar beni dağlar beni
Konuk etmez dağlar beni
Derinlerde bir yaram var
Günden güne dağlar beni."
Dinleyenler çok iyi hatırlayacaklardır, merhum Çobanoğlu şu dizeleri en yüksek perdeden hep söylerdi:
"Geçti benden geçti benden
Ok değdi geçti benden
Ben merde köprü oldum
Namert de geçti benden."
Âşık Erol Ergani'den dinlemiştim, o da çok dokunaklı söyler cinasları:
"Dünyasına dünyasına
Kim doymuş dünyasına
Dünya benim diyenin
Gitmiştik dün yasına."
"Türkçe'nin Sırları" adlı kitabında Nihat Sami Banarlı'nın anonim olarak verdiği bir örneği hatırlıyorum, şöyleydi:
"Düşte gör
Hayalde gör düşte gör
Sen beni dost bilmedin
Bir zalime düş de gör."
Bugün sözü şiirden, cinastan açtık, elbette boşuna değil, merhum Ali Gedik Hocamızın vefatının beşinci yıl dönümü. Benim gibi, binlerce seveni, öğrencisinin sosyal medyadaki paylaşımları, gazetemizin logonun üstünden verdiği haber yaramızı, hasretimizi tazeledi, o güzel insanı yeniden Fatihalarla yâd ettik.
Ali Gedik Hocamızın vefatının ardından yazdığım uzunca şiire şöyle başlamıştım:
"Gönüllerde yangın gözlerde yaş var
Yolcu Ali Hoca müthiş telaş var
Sanki bulutlar da kara bağlamış
Mahzunlar içinde can Haydar Baş var
Yazık ki ayrılık vaktine geldik
Uçtu aramızdan can Ali Gedik
Şehitlik tepesi kıpır kıpırdı
Kubbeyi zemini tüm hüzün sardı
Edirne'den Kars'a vatanın kalbi
Karadeniz gibi çırpındı durdu
O gün o tepede engin bir göldük
Dostlara yürüdü can Ali Gedik."
En yakınımızdaki canlar birer birer gitmeye devam etti, ardından annemi yolcu ettik ve yine kaleme kâğıda sarıldık ve sevdiklerimizle hüznümüzü paylaşarak azaltmaya çalıştık:
Ana bugün bayram, geldik yanına
Öpmek istiyoruz ellerin nerde?
"Çoluk-çocuğunla nice bayramlar..."
Hani demiyorsun dillerin nerde?
Biraz sevinseydik sanki uçardın
Basardın bağrına sevgi saçardın
Bayramlarda hep rengarenk açardın
Solmuş mu çiçekler güllerin nerde?
Rızkımızı dağdan taştan dererdin
Saçımızı sevgi ile tarardın
Her bayram mutlaka çorap örerdin
Hani ipliklerin tellerin nerde?
Ablamlar ararsa nerde diyelim?
Düştü bir dermansız derde diyelim
Sesi duyulmayan yerde diyelim
Hasretle yanmışsan küllerin nerde?
Her dem kapımızda bacamızdasın
Her dem kalbimizde canımızdasın
Çok yakınımızda yanımızdasın
Gelmek istiyoruz yolların nerde?
Torunların gelmiş görememişsin
"Berhudar olasız" diyememişsin
Neden bayramlığın giyememişsin
Hani yeşillerin alların nerde?
Aradan fazla geçmedi, 2013 yılının Nisan ayına geldiğimizde daha 11 yaşında beşinci sınıf öğrencisi Ali Haydar'ımızı kara toprağa teslim ettik ve şiirler şiirler?
Ali Haydar'ımı rüyamda gördüm
Baba ciğerlerim yandı diyordu
Yüzümü yüzüne gözüne sürdüm
Şimdi ağrılarım dindi diyordu
Elbet O'ndan başka ne kuvvet ne güç
Davet yücelerden gerisi bir hiç
Nisan'ın ikisi iki bin on üç
Vuslata erdiğim gündü diyordu
Bitmiş tabiatta kışın uykusu
Dört bir yanda dirilişin yankısı
Şefkatli annemin güzel kokusu
Mezara toprağa sindi diyordu
Ağzım susuzluktan pişmiş idi ya
Kollarım yanıma düşmüş idi ya
El ve ayaklarım şişmiş idi ya
Şimdi tüm şişlerim indi diyordu
Girişli çıkışlı fani handasın
Saparsan Tevhitten hep ziyandasın
Ey Aziz Karaca imtihandasın
Sırtına sarp dağlar bindi diyordu.
İnişli-çıkışlı fani handa imtihanımız devam ederken, yeğenin vefatının üçüncü yılı dolmadan amcasını, kardeşim Muhlis'i geçtiğimiz Ocak ayının 19'unda ebedi âleme yolcu ettik.
Bunca acının ardından ciltlerce şiir yazsan ne yazar, bizimkisi kalemin ucunda teselli aramak:
Aylardan Ocak gam kucak kucak
Hava müthiş soğuk gözyaşı sıcak
Kervanda heyecan kervanda telaş
Acep armağanı kime sunacak?
Aylardan Ocak gam kucak kucak
Ayrılık ateşi san ki yakacak
Kar beyaz kefenle karın altına
Kardeşim toprağa nasıl konacak
Aylardan ocak gam kucak kucak
Vücut soğumamış daha sımsıcak
Öylesine sıcak öyle canlı ki
Dokunsan bu yana dönüp bakacak!
Aylardan Ocak gam kucak kucak
Kardeş acısı bu tümden sarsacak
Ey Aziz Karaca imtihandasın
Düşün senin sonun nasıl olacak?
Zannediyorum ki söze; "Yarasızlar yarasızlar/Yel vurur yara sızlar/Yaralının halinden/Ne bilsin yarasızlar" diye başlamamızın sebebi bir nebze anlaşılmıştır.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Yapma hacım, ters köşeye yatma hacım / 17.12.2024
- Yalanın para etmediği güne kadar… / 16.12.2024
- Soykırımcı İsrail’e Suriye ödülü / 13.12.2024
- Dumura uğratılmış duygular yüzünden… / 12.12.2024
- Hanım yaparsa kaza hizmetçi yaparsa ceza / 07.12.2024
- Fazla söze ne hacet? / 06.12.2024
- Soru dağları kardan olsaydı… / 05.12.2024
- Haramilere haramdan bahsetmek beyhudedir / 03.12.2024
- Hüzün Irmağı / 30.11.2024
- Çayırhan’da bir Genel Başkan: Hüseyin Baş / 27.11.2024
- Yalanın para etmediği güne kadar… / 16.12.2024
- Soykırımcı İsrail’e Suriye ödülü / 13.12.2024
- Dumura uğratılmış duygular yüzünden… / 12.12.2024
- Hanım yaparsa kaza hizmetçi yaparsa ceza / 07.12.2024
- Fazla söze ne hacet? / 06.12.2024
- Soru dağları kardan olsaydı… / 05.12.2024
- Haramilere haramdan bahsetmek beyhudedir / 03.12.2024
- Hüzün Irmağı / 30.11.2024
- Çayırhan’da bir Genel Başkan: Hüseyin Baş / 27.11.2024