Aslında ülkenin konuşulacak bir çok konusu olmasına rağmen yol gösteren, çözüm öneren, birlik ve beraberliği tarif eden bu aziz milletin önüne düşüp onunla yol yürüyecek olan doğru insanlar, doğru liderler ve doğru modeller ortaya çıkmadığı için ülkemiz Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra maalesef varlık ile yokluk arasında büyük bir mücadele içerisinde yaşamak zorunda bırakılmıştır.
İyi ama nasıl olmalı bu lider. Kurtuluş Savaşı henüz bitmiş, ülke bağımsızlığını kazanmış, ekonomik olarak gelişmek üzere köylüsü, çiftçisi, sanayicisi dört bir koldan yıkık bir ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak için gece gündüz hiç durmadan çalışmaya başlamışlar.
O hengame içerisinde Atatürk yurtdışında eğitim görmek ve tekrar dönüp ülkesine hizmet etmek üzere kabiliyetini gördüğü gençleri Avrupa'ya ilim tahsil etmek üzere göndermeye başlamıştır. İşte bizim hikayemiz bu gençlerden birinin hikayesidir.
Yanında annesi yok, babası yok, bütün yakınları Kurtuluş Savaşı'nda şehit olmuşlar. Ulu Önder'in kendisinde gördüğü kabiliyeti onun yurtdışında eğitim alarak ülkesine hizmet edebilecek bir geç olduğunu fark etmişti.
Öğretmenleri ile konuşup Sadi'yi yurtdışında okumak için ikna ettiler. O gün geldi Sadi'yi yurtdışına götürecek tren saati yaklaşmıştı. Sadi garda kendisini hiç bilmediği topraklara götürecek olan treni bekliyordu. Kimsesizliği ve çaresizliği onu bir anda tereddüde sevk etti. Gitmeli miydi acaba, başarabilir miydi, yalnız başına oralarda ne yapardı? "Yok yok ben yapamam, ben oralarda duramam, en iyisi döneyim vazgeçmeliyim yoksa çok geç olacak. Oralarda kimsesiz, sahipsiz sefil olacağım. Ben vatanımdan ayrılamam" deyip oturduğu banktan kalkıp valizini eline aldı, gerisingeri yürümeye başladı. Tam gardan çıkacakken trenin düdüğünü duydu. Tren gelmişti, kısa bir tereddüt geçirerek trenden uzaklaşmaya devam etti.
Çıkış kapısına geldiğinde kararını vermişti, gitmeyecekti. Bir başına oralarda ne yapardı. Tam karşısında gara doğru gelmekte olan bir zabit gördü. Birilerine sesleniyordu. "Sadi Irmak, Sadi Irmak, Sadi Irmak" diye kendisini arıyordu. Şaşırdı, kim arardı kendisini, ne için? Kimi kimsesi yoktu Sadi'nin. Sadi "benim" diye seslendi biraz da ürkerek. Zabit yanına geldi, elindeki zarfı Sadi'ye uzattı. "Bu sana, emanetini teslim ediyorum." Acil koduyla gönderilmiş belli ki Ankara'dan.
Sadi heyecanla zarfı açtı, beş satırlık bir mektupta şöyle yazıyordu: "Sevgili evladım Sadi. Almanya'ya gidiyorsun. Sana üstün muvaffakiyetler diliyorum. Seni oraya bir kıvılcım olarak gönderiyorum, ateş olarak dönmeni bekliyorum. Bu vatanın sana ve senin eğitimine ihtiyacı var. Gözlerinden öperim."
Altındaki imzayı görünce Sadi'nin içi burkuldu. "Yazıklar olsun bana" dedi. Döndü ve koşarak trene bindi. Kim miydi o mektubun yazanı? İmza, Mustafa Kemal Atatürk.
Sadi Irmak diyor ki, "ne zaman bir yeise düşsem bu mektubu açar Paşamın imzasına bakardım. İçim umutla dolar, aşkla çalışmaya devam ederdim. Ben bugün Başbakan olabildiysem bu, benim içime o kıvılcımı atan Mustafa Kemal Atatürk'ün sayesindedir."
Çocuklarına aşk ateşinin kıvılcımını, onlara hayallerinin yolunu açan adamın adıdır Atatürk. Biz boşuna demedik, "Var bi hayalimiz."
- İsrail'i dinleyin! / 05.08.2024
- Kontrol kayboldu mu? / 23.07.2024
- Tasarruf etmek zaruret midir? / 17.05.2024
- 31 Mart ne anlama geliyor? / 03.04.2024
- Beka meselesi / 06.03.2024
- Angara gerçeği! / 14.02.2024
- Beka meselesi! / 10.02.2024
- Bugünler de geçecek! / 07.02.2024
- Nereye gidiyoruz? / 27.01.2024