"Öğrenci" denildiği zaman eğitim-öğretim (talim-terbiye) akla geliyor. Yani aileden okula, Millî Eğitimden-Başbakanlığa, Cumhurbaşkanına kadar sorumluluk zinciri vardır.
Ayrıca, vakıflar, dernekler, radyo TV'ler, gazete, dergi, kaset, CD, video... gibi kuruluşlar, yayınlar karşısında "öğrenci"yi koyduğunuz zaman acaba ne ile karşılaşırız?
Öğrencinin ahlâkı, inancı, ilmi, sevgisi, terbiyesi, başarısı için bütün bu sorumluluk zincirinde olanlar ve sesli, görüntülü yayınlar yapanlar öğrencinin ilmi, aklî gelişmesi, kendisine, ailesine, vatanına faydalı olması için neler yaptığını, yapması gerektiğini hesap ediyorlar mı? Bir bütünlük ve başarıda devamlılık görülüyor mu?
Veli-idare ilişkisi sağlıklı gelişiyor mu?
Çocukluğumuzda yere bir çizgi çizer, iki tarafından bir ipi çekerdik. İp kimin tarafına çekilirse çocuklar yanardı. Yani kim güçlü olursa çocuklar o tarafa yıkılırdı.
Maalesef milleti idare etme sanatı olan siyaseti icra makamına gelenler eğitim ve öğretimi yap-boz tahtasına, çizgi oyununa çevirdiler. Her seçimde çocuklar bir tarafa yıkılıyorlar.
Araştırma, ilimde yarışma, her dalda ihtisaslaşma, millî ve manevî değerler bütünlüğünde faziletli, huzurlu, gayretli adımların parıltılarını kim sağlar?
Bakın bir yazarımız ne diyor: "... Bir roman okurken utandığımı, utanma duygumun rencide olduğunu hiç hatırlamıyorum."
Yazı yazdığı gazate de utandığını hiç hatırlamaz.
Gazete sahibi hayasızlıktan para kazanmayı prensip edindiğinden TV'lerinde de utanma yoktur. Hatta "utanan" haya sahibi olan (ayak altı kültüründe) çağdışıdır, gericidir.
Haya, iffet kelimeleri bu milletin süsü ve ziynetidir.
Avrupa'da bu ziynet yok olmuş, parçalanmıştır. Bugün bunun sonuçlarını bir insan olarak bu satırlara yazmayı bile içime sindiremiyorum.
Elbette hayvan hislerinden de aşağı heves peşinde koşanlar insanlık, edep, haya çizgisinde hele ilahî ölçülere uyarak yaşamaya çalışanları hor görecekler.
Bugün maalesef para, şöhret, makam, hırs, haset, gıybet, fenalık, nefsin çirkin arzularına mahkumiyet... yüzünden çocukları, gençleri, ihtiyarları, bunların vaktini, sıhhatini, imkânlarını çalan, israf eden simsarlar karşısında hâlâ tedbirleri yetersiz.
Daha ne zamana kadar gencecik çiçeklerimiz solacak, kırılacak, anadan, babadan koparılacak.
Özgürlüğün, çağdaşlığın, akılcılığın, ilerlemenin çarpıtıldığı, zulme, hiyanete alet edildiği bu dönemde kültürümüz-folkloromuza, utanma duygumuza sahip olacağımız değerlerimize ihtiyaç vardır.
Çocuğun eline yanlışı ver, sonra da niye yanlış yaptın diye hesap sor. Böyle bakış açısı bize ne getirir? Önce önüne zehri koy, sonra soy.
Bir hatırlatmada bulunmak isterim.
Bugün en zor şartlarda bile ayakta durabilen bu millet TV'lerin, gazatelerin ahlaksızlık furyasından, uyuşturucu bağımlılığından ayakta durmuyor.
Bu millet şeref ve haysiyetine, devlete bağlılığına, yardımlaşmaya, utanma ve saygısına, ilahî korkuya karşı mesuliyetine düşkün olduğu için ayakta durabiliyor. İlginçtir bu saydığım bizi biz yapan değerlere, bizi özümüzle ayakta tutan bu bağlara düşmanlık, laubalilik, saygısızlıkla saldırganlık sadece maddî kazanç hırsıyla mı sınırlıdır? Belki de dış bağlantı ve desteklerle bu plan yürümektedir.
Zira toprağı para olarak görenler, "vatan, edep, saygı, kültür, tarih" kavramlarından paraların şakırtısını duyarlar.
Topyekün milletin karakterine seslenecek, kültürü, ahlâkı, sevgisi çağlamış millete hayırlı fikir, hizmet, his, güven, başarı bırakabilenlere ne mutlu...
Ayrıca, vakıflar, dernekler, radyo TV'ler, gazete, dergi, kaset, CD, video... gibi kuruluşlar, yayınlar karşısında "öğrenci"yi koyduğunuz zaman acaba ne ile karşılaşırız?
Öğrencinin ahlâkı, inancı, ilmi, sevgisi, terbiyesi, başarısı için bütün bu sorumluluk zincirinde olanlar ve sesli, görüntülü yayınlar yapanlar öğrencinin ilmi, aklî gelişmesi, kendisine, ailesine, vatanına faydalı olması için neler yaptığını, yapması gerektiğini hesap ediyorlar mı? Bir bütünlük ve başarıda devamlılık görülüyor mu?
Veli-idare ilişkisi sağlıklı gelişiyor mu?
Çocukluğumuzda yere bir çizgi çizer, iki tarafından bir ipi çekerdik. İp kimin tarafına çekilirse çocuklar yanardı. Yani kim güçlü olursa çocuklar o tarafa yıkılırdı.
Maalesef milleti idare etme sanatı olan siyaseti icra makamına gelenler eğitim ve öğretimi yap-boz tahtasına, çizgi oyununa çevirdiler. Her seçimde çocuklar bir tarafa yıkılıyorlar.
Araştırma, ilimde yarışma, her dalda ihtisaslaşma, millî ve manevî değerler bütünlüğünde faziletli, huzurlu, gayretli adımların parıltılarını kim sağlar?
Bakın bir yazarımız ne diyor: "... Bir roman okurken utandığımı, utanma duygumun rencide olduğunu hiç hatırlamıyorum."
Yazı yazdığı gazate de utandığını hiç hatırlamaz.
Gazete sahibi hayasızlıktan para kazanmayı prensip edindiğinden TV'lerinde de utanma yoktur. Hatta "utanan" haya sahibi olan (ayak altı kültüründe) çağdışıdır, gericidir.
Haya, iffet kelimeleri bu milletin süsü ve ziynetidir.
Avrupa'da bu ziynet yok olmuş, parçalanmıştır. Bugün bunun sonuçlarını bir insan olarak bu satırlara yazmayı bile içime sindiremiyorum.
Elbette hayvan hislerinden de aşağı heves peşinde koşanlar insanlık, edep, haya çizgisinde hele ilahî ölçülere uyarak yaşamaya çalışanları hor görecekler.
Bugün maalesef para, şöhret, makam, hırs, haset, gıybet, fenalık, nefsin çirkin arzularına mahkumiyet... yüzünden çocukları, gençleri, ihtiyarları, bunların vaktini, sıhhatini, imkânlarını çalan, israf eden simsarlar karşısında hâlâ tedbirleri yetersiz.
Daha ne zamana kadar gencecik çiçeklerimiz solacak, kırılacak, anadan, babadan koparılacak.
Özgürlüğün, çağdaşlığın, akılcılığın, ilerlemenin çarpıtıldığı, zulme, hiyanete alet edildiği bu dönemde kültürümüz-folkloromuza, utanma duygumuza sahip olacağımız değerlerimize ihtiyaç vardır.
Çocuğun eline yanlışı ver, sonra da niye yanlış yaptın diye hesap sor. Böyle bakış açısı bize ne getirir? Önce önüne zehri koy, sonra soy.
Bir hatırlatmada bulunmak isterim.
Bugün en zor şartlarda bile ayakta durabilen bu millet TV'lerin, gazatelerin ahlaksızlık furyasından, uyuşturucu bağımlılığından ayakta durmuyor.
Bu millet şeref ve haysiyetine, devlete bağlılığına, yardımlaşmaya, utanma ve saygısına, ilahî korkuya karşı mesuliyetine düşkün olduğu için ayakta durabiliyor. İlginçtir bu saydığım bizi biz yapan değerlere, bizi özümüzle ayakta tutan bu bağlara düşmanlık, laubalilik, saygısızlıkla saldırganlık sadece maddî kazanç hırsıyla mı sınırlıdır? Belki de dış bağlantı ve desteklerle bu plan yürümektedir.
Zira toprağı para olarak görenler, "vatan, edep, saygı, kültür, tarih" kavramlarından paraların şakırtısını duyarlar.
Topyekün milletin karakterine seslenecek, kültürü, ahlâkı, sevgisi çağlamış millete hayırlı fikir, hizmet, his, güven, başarı bırakabilenlere ne mutlu...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Feyyaz İnanç / diğer yazıları
- ‘Işıkları açın’ / 07.05.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021
- Kulluğun gerçek tarifi / 06.05.2021
- Asli ihtiyaçlar / 30.04.2021
- Mecnun’un Leylası / 29.04.2021
- Rahman Suresi-II / 21.04.2021
- Rahman Suresi / 19.04.2021
- 14 Nisan / 15.04.2021
- İmam Muhammed Et-Takî’nin (a.s) Öğütleri / 14.04.2021
- Sağlam kale Ehl-i Beyt / 12.04.2021
- Bizi deryaya salan / 08.04.2021