Bir hükümetin, bir millete yapacağı en büyük kötülük, onun umudunu kırması, güvenini yıkmasıdır. İşte bu hükümet, Türk milletine bunu yapmıştır. Onun içindir ki, 57. Hükümetin bütün yanlışlıkları, başarısızlıkları affedilse bile, bu yaptığı asla affedilmez. Halbuki demokratik ülkelerde, böyle bir durum ortaya çıkınca, hükümetler başarılı olsalar dahi hemen istifa ederler. Asırlar önce yaşamış filozof konfiçyüse sormuşlar: "Hükümetler ne yapmalı?". Demiş ki: "Halkı yedirip içirmeli, karnını doyurmalı. Bunu yapamazsa, halka mutlaka umut ve güven vermelidir". Bundan ötesi sorulmamış, çünkü bundan ötesi felakettir, hükümetlerin yapacağı iş değildir.
Gelelim, Türkiye'deki umut kırıcı, güven yıkıcı manzaraya. 2002 yılının ilk üç ayında borç faizi 16.5 katrilyon lira. Yılın üç ayında toplanan vergi 11.6 katrilyon lira. Yani toplanan vergiler, borcun faizini ödemeye yetmedi. "Vergiler yetmedi ama devletin diğer gelirleri de var" diyebilirsiniz. Onu da arz edelim. Yılın ilk üç ayında vergiler dahil devletin bütün gelirleri 15 katrilyon lira. Yine faizi karşılamıyor. Biraz daha devam edelim. Yılın ilk üç ayında bütçe açığı, 12.6 katrilyon lira. Halbuki 2002 yılında 26.9 katrilyon lira bütçe açığı, 42.7 katrilyon lira da faiz ödemesi öngörülüyordu. Neredeyse yılın ilk üç ayında öngörülen rakamların yarısına ulaşıldı. Manzara bu. Şimdi bu manzaraya bakıp da umutlu olmak, geleceğe güvenle bakmak, mümkün mü? Elbette değil. Bundan dolayı umutsuzluğun umuda, güvensizliğin güvene çevrilmesi için ne gerekiyorsa, bir an önce yapılmalıdır.
Bunu yapmayan veya yapamayan hükümet üyelerine samimi bir soru soralım: "Bu durumdan kurtulmak için bir planınız, bir programınız, dahası bir umudunuz var mı? Peki yoksa, niye oradasınız? Birileri sizi, ille de hükümet olacaksınız diye mahkum mu etti?". Hem çare bulma konumunda olacaksınız, hem de çaresiz oturup bekleyeceksiniz. Bu olacak iş mi? Daha kötüsü, çare ve yol gösterenleri, millete umut ve güven verenleri, mucizevi çözümler sunmakla suçlayacaksınız. Bunun anlamı "bu ülke kurtulmaz" demek değil mi?
Bir hükümetin borç faizlerini aksatmadan ödemeyi hedef alması, ufuksuzluğun, gayesizliğin en büyük göstergesidir. 57. Hükümet işte bunu yapmıştır. Yapmıştır da ne olmuş? Bu hedefine dahi ulaşamamıştır, ulaşmasına da imkân yoktur. Çünkü yatırım yapmayan, zorunlu devlet harcamalarını bile kısan, başka bir deyişle sürekli frene basan bir hükümetin yapacağı, sadece geri gitmektir. Bilmeyen bilenlere sorar, yapamayan yapılanlardan örnek alır. Bu da yok. Başka ülkeleri bir kenara bırakalım, hiç olmazsa ABD'den örnek alın. Ekonomisi kötüye giden ABD, 11 Eylül saldırısından sonra ne yaptı? Kamu harcamalarını kıstı mı, yoksa artırdı mı? ABD'de kamu harcamalarını kısmayı düşünen hiç olmadı ki. Çünkü kamunun piyasayı fonlaması konusunda görüş birliği vardı. Yalnız bunun hangi yolla yapılacağı tartışıldı. Kimisi piyasanın, vergi indirimi ile kimisi de kamu harcamalarının artırılması yoluyla fonlanmasını istedi. ABD yönetimi kamu harcamalırını artırmayı tercih etti. Bu yolla piyasaya 100 milyar dolar dolayında para sürüldü. Kamu harcamaları özel tüketimi tetikledi ve özel sektör de canlandı. Sonuç olarak, ekonominin kötüye gidişi önlenmiş oldu.
ABD böyle yaparken, 57. Hükümet ne yaptı? Çarpıcı bir örnek verelim. İç borcumuzun 26.4 katrilyon lirası Merkez Bankası'nadır. Ve buna faiz ödenmektedir. "Öyle iş olur mu? demeyin, oluyor ve ülke bu kafayla yönetiliyor. Devlet bir kurumundan borç alıp, ona faiz öder mi? Ödeniyor işte. Peki, bu borç niçin silinmiyor? Sebebi şu; Borç silinirse 26.4 katrilyon lira piyasada kalacaktır. Yani piyasaya para bombalanmış olacaktır. Piyasaya para sürülürse, enflasyon artarmış. Türkiye'deki enflasyonun, talep enflasyonu değil, maliyet enflasyonu olduğunu, herkesin anlayacağı bir dilde anlatan Prof. Dr. Haydar Baş'ı duymadınız mı? Siz isterseniz duymayın, millet çoktan duydu. Nasip olursa, mucizevi çözümler dediğiniz, bilimsel çözümlerin uygulanışına hep birlikte şahit olacağız.
Gelelim, Türkiye'deki umut kırıcı, güven yıkıcı manzaraya. 2002 yılının ilk üç ayında borç faizi 16.5 katrilyon lira. Yılın üç ayında toplanan vergi 11.6 katrilyon lira. Yani toplanan vergiler, borcun faizini ödemeye yetmedi. "Vergiler yetmedi ama devletin diğer gelirleri de var" diyebilirsiniz. Onu da arz edelim. Yılın ilk üç ayında vergiler dahil devletin bütün gelirleri 15 katrilyon lira. Yine faizi karşılamıyor. Biraz daha devam edelim. Yılın ilk üç ayında bütçe açığı, 12.6 katrilyon lira. Halbuki 2002 yılında 26.9 katrilyon lira bütçe açığı, 42.7 katrilyon lira da faiz ödemesi öngörülüyordu. Neredeyse yılın ilk üç ayında öngörülen rakamların yarısına ulaşıldı. Manzara bu. Şimdi bu manzaraya bakıp da umutlu olmak, geleceğe güvenle bakmak, mümkün mü? Elbette değil. Bundan dolayı umutsuzluğun umuda, güvensizliğin güvene çevrilmesi için ne gerekiyorsa, bir an önce yapılmalıdır.
Bunu yapmayan veya yapamayan hükümet üyelerine samimi bir soru soralım: "Bu durumdan kurtulmak için bir planınız, bir programınız, dahası bir umudunuz var mı? Peki yoksa, niye oradasınız? Birileri sizi, ille de hükümet olacaksınız diye mahkum mu etti?". Hem çare bulma konumunda olacaksınız, hem de çaresiz oturup bekleyeceksiniz. Bu olacak iş mi? Daha kötüsü, çare ve yol gösterenleri, millete umut ve güven verenleri, mucizevi çözümler sunmakla suçlayacaksınız. Bunun anlamı "bu ülke kurtulmaz" demek değil mi?
Bir hükümetin borç faizlerini aksatmadan ödemeyi hedef alması, ufuksuzluğun, gayesizliğin en büyük göstergesidir. 57. Hükümet işte bunu yapmıştır. Yapmıştır da ne olmuş? Bu hedefine dahi ulaşamamıştır, ulaşmasına da imkân yoktur. Çünkü yatırım yapmayan, zorunlu devlet harcamalarını bile kısan, başka bir deyişle sürekli frene basan bir hükümetin yapacağı, sadece geri gitmektir. Bilmeyen bilenlere sorar, yapamayan yapılanlardan örnek alır. Bu da yok. Başka ülkeleri bir kenara bırakalım, hiç olmazsa ABD'den örnek alın. Ekonomisi kötüye giden ABD, 11 Eylül saldırısından sonra ne yaptı? Kamu harcamalarını kıstı mı, yoksa artırdı mı? ABD'de kamu harcamalarını kısmayı düşünen hiç olmadı ki. Çünkü kamunun piyasayı fonlaması konusunda görüş birliği vardı. Yalnız bunun hangi yolla yapılacağı tartışıldı. Kimisi piyasanın, vergi indirimi ile kimisi de kamu harcamalarının artırılması yoluyla fonlanmasını istedi. ABD yönetimi kamu harcamalırını artırmayı tercih etti. Bu yolla piyasaya 100 milyar dolar dolayında para sürüldü. Kamu harcamaları özel tüketimi tetikledi ve özel sektör de canlandı. Sonuç olarak, ekonominin kötüye gidişi önlenmiş oldu.
ABD böyle yaparken, 57. Hükümet ne yaptı? Çarpıcı bir örnek verelim. İç borcumuzun 26.4 katrilyon lirası Merkez Bankası'nadır. Ve buna faiz ödenmektedir. "Öyle iş olur mu? demeyin, oluyor ve ülke bu kafayla yönetiliyor. Devlet bir kurumundan borç alıp, ona faiz öder mi? Ödeniyor işte. Peki, bu borç niçin silinmiyor? Sebebi şu; Borç silinirse 26.4 katrilyon lira piyasada kalacaktır. Yani piyasaya para bombalanmış olacaktır. Piyasaya para sürülürse, enflasyon artarmış. Türkiye'deki enflasyonun, talep enflasyonu değil, maliyet enflasyonu olduğunu, herkesin anlayacağı bir dilde anlatan Prof. Dr. Haydar Baş'ı duymadınız mı? Siz isterseniz duymayın, millet çoktan duydu. Nasip olursa, mucizevi çözümler dediğiniz, bilimsel çözümlerin uygulanışına hep birlikte şahit olacağız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018