Ümmeti gözetme görevi O’nundur
Resûlullah (s.a.a.), ümmeti gözetme görevini Hz. Ali’ye vermişti. Hilafet elinden alınmasına rağmen Emirü’l-Mü’minin Ali (a.s) her alanda İslâm’ın varlığını savunan örnek bir lider olarak temayüz etti
24.10.2024 11:03:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İmam Ali (a.s), hilafetin gaspıyla ilgili olarak şöyle buyurdu:
"Allah'a yemin ederim ki Arapların, Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra bu işi Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti'nden alacakları aklıma gelmezdi. O'ndan sonra bu işi benden başkasına vereceklerini düşünmezdim. Ancak insanların Ebu Bekir'e biat ettiklerini görünce, her şeyden elimi çektim. Sonra insanların İslâm'dan dönmeye başladıklarını ve Hz. Muhammed'in dininin ortadan kaldırılmasına dair çağrıların seslendirildiğini gördüm.
İslâm'a ve Müslümanlara yardım etmezsem, bunun İslâm'da birtakım gediklerin açılmasına ve İslâm'ın temellerinin yıkılmasına neden olmasından korktum.
O zaman uğrayacağım felâket, sizin şu velâyetinizi yitirmemden dolayı uğradığım felâketten daha büyük olurdu. Ki sizin velâyetiniz birkaç günlük bir metadır. O da serap gibi yok olur veya bulut gibi dağılır gider. Dolayısıyla bu olaylar karşısında çalışmalara başladım, bâtıl yok olup ortadan kalkıncaya ve din iyice yerleşip saldırılar karşısında güvencede oluncaya kadar faaliyetlerde bulundum." (Nehc'ül-Belâğa, Mektup: 62).
Resûlullah'ın (s.a.a) vefatından sonra meydana gelen bütün olaylar, hadiselerle dolu atmosfer, hakkından uzaklaştırılmış olmak, Müslümanların izlemekle yükümlü oldukları yoldan başka bir yola sevk edilmeleri gibi yoğun biçimde yaşanan durumlar karşısında Hz. Ali (a.s) bu ümmetin vasisi olduğunu, İslâmî risaletin tatbikiyle yükümlü kılındığını unutmadı.
Ebu Bekir'e biat edilmiş olması, İmam'ı, ümmetin idaresini doğrudan yürütmekten uzaklaştırmış ve onu yalnızlığa çekilmek zorunda bırakmıştı.
Beri taraftan Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendisine yönelik tavsiyeleri vardı. Ümmeti gözetme görevini ilâhî bir misyon olarak kendisine vermişti. Öte yandan Hz. Ali (a.s) İslâm risaletine büyük bir önem veriyordu. İslâm toplumunun parçalanmasından ve ortadan kalkmasından korkuyordu. Bu yüzden Emirü'l-Mü'minin (a.s) her alanda İslâm'ın varlığını savunan örnek bir lider olarak temayüz etti.
Bu nedenle Hz. Ali (a.s) isabetli, doğru görüşleriyle yol göstericilik işlevini görmeye başladı. Her fırsatta dinin sahih temellerini açıklıyor, zor zamanlarda devlet idaresini ele alanların karşısına çıkan zor problemlere dair gerçek çözümleri ortaya koyuyordu. İlâhî akidenin henüz bireylerin yüreklerinde tam anlamıyla kökleşmediği bir ümmete düşünsel rehberlik ediyordu.
Hz. Ali (a.s), Ebu Bekir zamanında ve diğer halifeler döneminde yargı, sosyal ve yönetim alanlarında İslâmî hayata dair hüküm ve fetvaların kriteriydi. Ali (a.s), bu zor zamanda kendisini destekleyen bir grup sahabiyle birlikte Medine'yi İslâm'dan dönen mürtedlerin saldırılarına karşı savunma görevini de yerine getirdi.
"Allah'a yemin ederim ki Arapların, Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra bu işi Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyti'nden alacakları aklıma gelmezdi. O'ndan sonra bu işi benden başkasına vereceklerini düşünmezdim. Ancak insanların Ebu Bekir'e biat ettiklerini görünce, her şeyden elimi çektim. Sonra insanların İslâm'dan dönmeye başladıklarını ve Hz. Muhammed'in dininin ortadan kaldırılmasına dair çağrıların seslendirildiğini gördüm.
İslâm'a ve Müslümanlara yardım etmezsem, bunun İslâm'da birtakım gediklerin açılmasına ve İslâm'ın temellerinin yıkılmasına neden olmasından korktum.
O zaman uğrayacağım felâket, sizin şu velâyetinizi yitirmemden dolayı uğradığım felâketten daha büyük olurdu. Ki sizin velâyetiniz birkaç günlük bir metadır. O da serap gibi yok olur veya bulut gibi dağılır gider. Dolayısıyla bu olaylar karşısında çalışmalara başladım, bâtıl yok olup ortadan kalkıncaya ve din iyice yerleşip saldırılar karşısında güvencede oluncaya kadar faaliyetlerde bulundum." (Nehc'ül-Belâğa, Mektup: 62).
Resûlullah'ın (s.a.a) vefatından sonra meydana gelen bütün olaylar, hadiselerle dolu atmosfer, hakkından uzaklaştırılmış olmak, Müslümanların izlemekle yükümlü oldukları yoldan başka bir yola sevk edilmeleri gibi yoğun biçimde yaşanan durumlar karşısında Hz. Ali (a.s) bu ümmetin vasisi olduğunu, İslâmî risaletin tatbikiyle yükümlü kılındığını unutmadı.
Ebu Bekir'e biat edilmiş olması, İmam'ı, ümmetin idaresini doğrudan yürütmekten uzaklaştırmış ve onu yalnızlığa çekilmek zorunda bırakmıştı.
Beri taraftan Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendisine yönelik tavsiyeleri vardı. Ümmeti gözetme görevini ilâhî bir misyon olarak kendisine vermişti. Öte yandan Hz. Ali (a.s) İslâm risaletine büyük bir önem veriyordu. İslâm toplumunun parçalanmasından ve ortadan kalkmasından korkuyordu. Bu yüzden Emirü'l-Mü'minin (a.s) her alanda İslâm'ın varlığını savunan örnek bir lider olarak temayüz etti.
Bu nedenle Hz. Ali (a.s) isabetli, doğru görüşleriyle yol göstericilik işlevini görmeye başladı. Her fırsatta dinin sahih temellerini açıklıyor, zor zamanlarda devlet idaresini ele alanların karşısına çıkan zor problemlere dair gerçek çözümleri ortaya koyuyordu. İlâhî akidenin henüz bireylerin yüreklerinde tam anlamıyla kökleşmediği bir ümmete düşünsel rehberlik ediyordu.
Hz. Ali (a.s), Ebu Bekir zamanında ve diğer halifeler döneminde yargı, sosyal ve yönetim alanlarında İslâmî hayata dair hüküm ve fetvaların kriteriydi. Ali (a.s), bu zor zamanda kendisini destekleyen bir grup sahabiyle birlikte Medine'yi İslâm'dan dönen mürtedlerin saldırılarına karşı savunma görevini de yerine getirdi.