“Ülkemin bir karış toprağını bile vermem” hatta bu ifadenin ardından “Gerekirse canımı göz kırpmadan veririm” der her vatansever. Bu ifadeyi hepimiz bir şekilde kullanmışızdır. Kime karşı? Ülkemiz topraklarında gözü olan devletlere karşı. Mesela istiklal savaşında “itilaf devletleri” diye adlandırdığımız Yunanistan, İngiltere, Fransa, gibi. Günümüze gelirsek; İsrail, ABD gibi bütün haçlı ittifaklarını bu kapsama rahatlıkla dâhil edebiliriz. Çünkü bunların gözü hala bizim topraklarımızda ve gözleri doymadığı gibi emelleri de hiç bitmedi. Tarih buna şahittir.
Şimdi Başbakan bu ifadeyi kullanıyor. Kime karşı? Dün masada müzakere ettiği terör örgütüne karşı. Aslında bu bir itiraftır. Hükümetin, teröre karşı mağlubiyetinin itirafıdır. Nasıl mı? Bitme noktasına getirilmiş bir terör örgütü, eğer koskoca Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütünlüğüne kastedecek seviyeye gelmiş ve ülkenin Başbakanı bu örgütün eylemlerine binaen “Ülkemin bir karış toprağını bile vermem” diyorsa bu terör örgütünün nasıl güçlendiğinin, ülkeyi yöneten anlayışın ise çaresizliğinin ifadesidir. Başbakan rahat olsun! Biz kimseye bir karış toprak vermeyiz.
PKK bu güce nasıl ulaştı? Eskiden kahpe pusular kuran bu örgüt, şimdi 20 gün ordumuza karşı, kendi topraklarımızda direnebiliyor. Eş zamanlı birçok noktaya saldırı yapabiliyor. Vekil, öğretmen, kaymakam, asker vs. kaçırabiliyor. Yol denetimleri, kimlik kontrolleri yapıyor.
Bu örgüt bu güce nasıl ulaştı? Kimden alıyor bu desteği? Erdoğan’ın yaptığı açılımlardan mı? Habur’daki mobil mahkemelerden mi? Gül’ün “Çok güzel günler göreceğiz” sözlerinden mi? Beşir Atalay’ın “En büyük Kürt partisi biziz” demeçlerinden mi?
Yoksa ABD ve AB’den mi? ABD ve AB çıkarları uğruna Malatya’ya yerleştirdiğimiz füze kalkanlarından rahatsız olan, güvenliklerini tehdit eden Rusya’dan mı? İran’dan mı? Kardeş Esad’ın, kalleş Esad olmasından sonra Suriye’de canlanan PKK vari yapılanmadan mı? Yoksa “ağabey” sıfatına layık görülen Barzani’den mi? Cevabı ben vereyim; “Z” şıkkı, hepsi.
“Analar ağlamasın” diye terör örgütünü muhatap alanlar milletimizden önce alkış, sonra oy aldılar ve Anadolu’yu, ağlayan analarla doldurdular.
Hükümet çaresizleri oynuyor. CHP’nin, MHP’nin yapması gerekeni Erdoğan ve hükümeti yapıyor. Nasıl mı? Ülkeyi kim yönetiyor? Ben mi? Başka bir partimi? Hayır. AKP yönetiyor. Ama her olayda muhalefet anlayışı ortaya koyuyor. İşte bu çaresizliğin, yenilmişliğin ifadesidir.
Açık konuşmak gerekirse bu taktiği iyi yapıyor. Erdoğan ve kurmayları nezaket ve siyaset dilini bırakıp, sokak üslubuyla olaylara yaklaşıyor, muhataplarına, eleştirenlere bu ağızla cevap veriyorlar.
Hepimizin başına gelmiştir! Büyük umutlarla ama yanlış yöntemlerle giriştiğimiz artı “akil insanlara” kulaklarımızı kapattığımız bir işin sonu hüsran olunca saldırganlaşırız. Hele hatayı, mağlubiyeti kabul etmediğimiz zaman mazeretlere, küfürlere, eleştirenleri aşağılamalara, onları küçük düşürücü söz ve fiillere girişiriz.
Dışişleri Bakanı, CHP Liderini “küfürbaz” olarak tanımlıyor. Hüseyin Çelik “İnekte de göz var!” diyerek muhalefete kendince hakaret ediyor. Aynı Hüseyin Çelik şehit olan Mehmet’ime de dil uzatıyor; “…PKK bomba patlattı diye, bir yeri bastı diye, birkaç Mehmet’i şehit etti diye örgütün her gün Türkiye’nin gündemini oluşturmasına müsaade etmemeliyiz. Bizim hassasiyetimiz budur.” Senin, benim kardeşimin şehit olması Türkiye’nin gündemi olamazmış! Hassasiyete bak!
Tabi baş ne tarafa dönerse ayaklar o tarafa yürür. Erdoğan bir CHP’ye yükleniyor, bir MHP’ye. Yandaş olmayan medya zaten hedef tahtasından hiç inmedi. Şimdi köşe yazarlarını değil patronları hedef aldı. Bu kalemlere nasıl izin verirsiniz, diye bana göre üstü kapalı tehditler gönderiyor. Ha bunları demokrasi adına, fikir özgürlüğü adına yaptığını duyarsanız, şaşırmayın…
Son olarak doğuda PKK’ya karşı verdiği mücadeleler ile tanınan ve silahlı kuvvetlerimize ait ne kadar hizmet madalyası varsa alan Osman Pamukoğlu’nu hedef aldı. “Seviyesizlikle” suçladı.
Pamukoğlu gereken cevabı hem askeri hem siyasi olarak verdi ve Erdoğan’ı er meydanına davet etti. Çıkar çıkmaz bilemiyorum! Ama şu bir gerçek ki, Türkiye’nin sorunu ağız dalaşı, kendi içinde kavga, paparazzi siyaset yapmak değildir.
Terör bu kadar canlanmışsa, dost komşumuz kalmamışsa, sap, saman ithal edecek duruma gelmişsek herkesin iyi düşünmesi lazım. Milletimizin artık işi ehline vermesi lazım. Yoksa gemi batıyor…
Şimdi Başbakan bu ifadeyi kullanıyor. Kime karşı? Dün masada müzakere ettiği terör örgütüne karşı. Aslında bu bir itiraftır. Hükümetin, teröre karşı mağlubiyetinin itirafıdır. Nasıl mı? Bitme noktasına getirilmiş bir terör örgütü, eğer koskoca Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütünlüğüne kastedecek seviyeye gelmiş ve ülkenin Başbakanı bu örgütün eylemlerine binaen “Ülkemin bir karış toprağını bile vermem” diyorsa bu terör örgütünün nasıl güçlendiğinin, ülkeyi yöneten anlayışın ise çaresizliğinin ifadesidir. Başbakan rahat olsun! Biz kimseye bir karış toprak vermeyiz.
PKK bu güce nasıl ulaştı? Eskiden kahpe pusular kuran bu örgüt, şimdi 20 gün ordumuza karşı, kendi topraklarımızda direnebiliyor. Eş zamanlı birçok noktaya saldırı yapabiliyor. Vekil, öğretmen, kaymakam, asker vs. kaçırabiliyor. Yol denetimleri, kimlik kontrolleri yapıyor.
Bu örgüt bu güce nasıl ulaştı? Kimden alıyor bu desteği? Erdoğan’ın yaptığı açılımlardan mı? Habur’daki mobil mahkemelerden mi? Gül’ün “Çok güzel günler göreceğiz” sözlerinden mi? Beşir Atalay’ın “En büyük Kürt partisi biziz” demeçlerinden mi?
Yoksa ABD ve AB’den mi? ABD ve AB çıkarları uğruna Malatya’ya yerleştirdiğimiz füze kalkanlarından rahatsız olan, güvenliklerini tehdit eden Rusya’dan mı? İran’dan mı? Kardeş Esad’ın, kalleş Esad olmasından sonra Suriye’de canlanan PKK vari yapılanmadan mı? Yoksa “ağabey” sıfatına layık görülen Barzani’den mi? Cevabı ben vereyim; “Z” şıkkı, hepsi.
“Analar ağlamasın” diye terör örgütünü muhatap alanlar milletimizden önce alkış, sonra oy aldılar ve Anadolu’yu, ağlayan analarla doldurdular.
Hükümet çaresizleri oynuyor. CHP’nin, MHP’nin yapması gerekeni Erdoğan ve hükümeti yapıyor. Nasıl mı? Ülkeyi kim yönetiyor? Ben mi? Başka bir partimi? Hayır. AKP yönetiyor. Ama her olayda muhalefet anlayışı ortaya koyuyor. İşte bu çaresizliğin, yenilmişliğin ifadesidir.
Açık konuşmak gerekirse bu taktiği iyi yapıyor. Erdoğan ve kurmayları nezaket ve siyaset dilini bırakıp, sokak üslubuyla olaylara yaklaşıyor, muhataplarına, eleştirenlere bu ağızla cevap veriyorlar.
Hepimizin başına gelmiştir! Büyük umutlarla ama yanlış yöntemlerle giriştiğimiz artı “akil insanlara” kulaklarımızı kapattığımız bir işin sonu hüsran olunca saldırganlaşırız. Hele hatayı, mağlubiyeti kabul etmediğimiz zaman mazeretlere, küfürlere, eleştirenleri aşağılamalara, onları küçük düşürücü söz ve fiillere girişiriz.
Dışişleri Bakanı, CHP Liderini “küfürbaz” olarak tanımlıyor. Hüseyin Çelik “İnekte de göz var!” diyerek muhalefete kendince hakaret ediyor. Aynı Hüseyin Çelik şehit olan Mehmet’ime de dil uzatıyor; “…PKK bomba patlattı diye, bir yeri bastı diye, birkaç Mehmet’i şehit etti diye örgütün her gün Türkiye’nin gündemini oluşturmasına müsaade etmemeliyiz. Bizim hassasiyetimiz budur.” Senin, benim kardeşimin şehit olması Türkiye’nin gündemi olamazmış! Hassasiyete bak!
Tabi baş ne tarafa dönerse ayaklar o tarafa yürür. Erdoğan bir CHP’ye yükleniyor, bir MHP’ye. Yandaş olmayan medya zaten hedef tahtasından hiç inmedi. Şimdi köşe yazarlarını değil patronları hedef aldı. Bu kalemlere nasıl izin verirsiniz, diye bana göre üstü kapalı tehditler gönderiyor. Ha bunları demokrasi adına, fikir özgürlüğü adına yaptığını duyarsanız, şaşırmayın…
Son olarak doğuda PKK’ya karşı verdiği mücadeleler ile tanınan ve silahlı kuvvetlerimize ait ne kadar hizmet madalyası varsa alan Osman Pamukoğlu’nu hedef aldı. “Seviyesizlikle” suçladı.
Pamukoğlu gereken cevabı hem askeri hem siyasi olarak verdi ve Erdoğan’ı er meydanına davet etti. Çıkar çıkmaz bilemiyorum! Ama şu bir gerçek ki, Türkiye’nin sorunu ağız dalaşı, kendi içinde kavga, paparazzi siyaset yapmak değildir.
Terör bu kadar canlanmışsa, dost komşumuz kalmamışsa, sap, saman ithal edecek duruma gelmişsek herkesin iyi düşünmesi lazım. Milletimizin artık işi ehline vermesi lazım. Yoksa gemi batıyor…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Kenan Evren dirildi de haberimiz mi? / 28.04.2025
- İstanbullular neden sokağa çıkıyor? / 27.04.2025
- Ekonominin kitabını yazdılar / 26.04.2025
- 23 yıllık iktidarın her daim mazereti olabilir mi? / 25.04.2025
- Çatlayan sadece fay hatları değil ar damarıdır / 24.04.2025
- Bizim 23 Nisan’dan anladığımız / 23.04.2025
- Türkiye’ye ‘Escobar sistemi’ kurmuşlar / 21.04.2025
- ‘Erdoğan Amca adım Danya Ebu Muhsin’ / 20.04.2025
- 2 bin değil 2 bin 600 yıldır yapılanamayanı yaptılar? / 19.04.2025
- Gazze’den tehciri, ‘hicret’ olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar / 18.04.2025
- İstanbullular neden sokağa çıkıyor? / 27.04.2025
- Ekonominin kitabını yazdılar / 26.04.2025
- 23 yıllık iktidarın her daim mazereti olabilir mi? / 25.04.2025
- Çatlayan sadece fay hatları değil ar damarıdır / 24.04.2025
- Bizim 23 Nisan’dan anladığımız / 23.04.2025
- Türkiye’ye ‘Escobar sistemi’ kurmuşlar / 21.04.2025
- ‘Erdoğan Amca adım Danya Ebu Muhsin’ / 20.04.2025
- 2 bin değil 2 bin 600 yıldır yapılanamayanı yaptılar? / 19.04.2025
- Gazze’den tehciri, ‘hicret’ olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar / 18.04.2025