Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Aramızda bazen savaşlar oldu, bazen ittifaklar ve dostluklar kuruldu. Bu, dış politikanın doğası gereğidir. Çünkü bir dış politika ne kadar bağımsız olarak oluşturulursa oluşturulsun, çıkar ilişkilerinin etkisinden kurtulamaz. Daha açık bir ifade ile dış politikanın temeli milli çıkarlara dayanır. Asırlardır aynı kıtada yaşayan Türklerle Rusların, bazı dönemlerde milli çıkarlarının çatışması, bazı dönemlerde ise örtüşmesi normaldir. O bakımdan, Türk-Rus ilişkileri sürekli değişiklik arz etmiştir. Milli çıkarlarımız, genelde Batılı emperyalist devletlerin bölgemizdeki sömürüsüne engel olma konusunda örtüşmüştür.
Günümüzde de böyle bir durum söz konusu. Herkesin bildiği ve gördüğü gibi, başını ABD’nin çektiği Batılı devletler, Suriye ve İran’ı hedef tahtasına koydular. Tabii ki, bu ülkeler ilk hedeftir. Onlardan sonra sıranın Türkiye ve Suudi Arabistan’a geleceği gün gibi aşikârdır. Hal böyle iken Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasını, akılla, mantıkla, tarihle, şuurla izah etmek mümkün değildir.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, ilk önce bir çıkar ilişkisi olarak başlamamış ve halen de öyle sürdürülmektedir. ABD ile ilişkilerin temeli atan İsmet Paşa, bunu itiraf etmiştir. Amerikalı bir gazeteciye, Cumhurbaşkanlığının son günlerinde şöyle demiştir: “Eğer Rusya gelip de aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu bir biçimde çözme teklifinde bulunsaydı bile ben Türk siyasetini Amerikan siyasetiyle el ele gitmeye devam etmesine taraftardım” (Bkz. M. Aydoğan, Bitmeyen Oyun s. 166). Böyle düşünenlerin ideali, hayali Türkiye’yi küçük Amerika yapmaktı. Ne yazık ki, bu anlayış hâlâ sürmektedir.
Hâlbuki Cumhuriyetimizin kurucuları, milli bağımsızlığımızda ve toprak bütünlüğümüzde gözü olmayan, iç işlerimize karışmayan devletlerle iyi ilişkiler kurmayı, dostluklar geliştirmeyi dış politikanın esası kabul etmişlerdi. Bu esastan hareketle 17 Aralık 1925 tarihinde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması” imzaladı.
Tarih tekerrür etti, yine Batılılar, Avrasya’ya, özellikle de Müslüman ülkelere saldırıyor ki, bu da Rusya’nın milli çıkarlarına ters düşüyor. Bir başka deyişle, Ruslarla milli çıkarlarımız tekrar örtüşmüş durumda. O halde en azından şimdilik birlikte hareket etme zorunluluğunu doğmuştur. Rus politikacılar, bu gerçeği ve Ortadoğu’da oynanan oyunları, maalesef Türk politikacılarından daha iyi okuyorlar. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bakınız ne diyor: “Dış güçler, İslâm dünyasını bölmeye çalışmamalı, aksine İslâm dünyasının hepimiz için güvenilir, istikrarlı ortaklar olması için çalışmalı. Çünkü İslâm dünyası olmadan uluslararası ilişkilerdeki mevcut sorunları çözmek, bugün karşı karşıya olduğumuz tehditlere karşı koymak ve gerekli karşılığı vermemiz imkânsız olur.”
Türkiye’nin yanında yer aldığı ABD ise şöyle diyor: “22 İslâm ülkesinin sınırları ve rejimleri değiştirilecektir.” Türkiye de bu ülkeler arasındadır. Askeri istihbaratta çalışmış, Pentagon’un strateji uzmanlarından emekli albay Ralph Peters, “Kan Sınırları-Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Olur?” başlıklı yazısında, “Avrupalıların, Ortadoğu’da çizdiği sınırların değişmesi gerektiğini” söylüyor. Peters’e göre sınırlar şöyle çizilmeli: İlkönce Irak üçe bölünmeli. Kürtlere, Türkiye’den, İran’dan ve Suriye’den toprak verilmeli. Sadece Kürtlere değil, Alevilere, Bahailere, Tarikatlara da devlet kurdurulmalı. Peters’in en ilginç önerisi ise, Mekke ve Medine’de Vatikan tipi kutsal bir devlettir. Peters, bir harita çiziyor ve o haritada ülkeleri kazananlar ve kaybedenler diye ikiye ayırıyor. Türkiye’yi de kaybedenlerin başında gösteriyor.
Bu açık söylemlere ve Türkiye’ye zarar veren eylemlere rağmen, Türkiye’yi idare edenler yine ABD’nin safında. ABD’nin, Türkiye’ye veya herhangi bir İslâm ülkesine bakışını ise, “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabından Brzezinski şöyle anlatıyor: “Müslüman âlemi içinde barışı sağlama işi Müslüman devletlere bırakılamaz. Ama bazı durumlarda, Batılı kuvvetlerin destek rolünü üstlenmesiyle, Müslüman kuvvetlerine cephede önemli bir rol öngörmek mümkün olabilir” (s.155).
İdarecilerimiz, işte bu rolü, ortaklık ve büyük bir lütuf kabul ediyorlar.
Yazıklar olsun!
Günümüzde de böyle bir durum söz konusu. Herkesin bildiği ve gördüğü gibi, başını ABD’nin çektiği Batılı devletler, Suriye ve İran’ı hedef tahtasına koydular. Tabii ki, bu ülkeler ilk hedeftir. Onlardan sonra sıranın Türkiye ve Suudi Arabistan’a geleceği gün gibi aşikârdır. Hal böyle iken Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasını, akılla, mantıkla, tarihle, şuurla izah etmek mümkün değildir.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, ilk önce bir çıkar ilişkisi olarak başlamamış ve halen de öyle sürdürülmektedir. ABD ile ilişkilerin temeli atan İsmet Paşa, bunu itiraf etmiştir. Amerikalı bir gazeteciye, Cumhurbaşkanlığının son günlerinde şöyle demiştir: “Eğer Rusya gelip de aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu bir biçimde çözme teklifinde bulunsaydı bile ben Türk siyasetini Amerikan siyasetiyle el ele gitmeye devam etmesine taraftardım” (Bkz. M. Aydoğan, Bitmeyen Oyun s. 166). Böyle düşünenlerin ideali, hayali Türkiye’yi küçük Amerika yapmaktı. Ne yazık ki, bu anlayış hâlâ sürmektedir.
Hâlbuki Cumhuriyetimizin kurucuları, milli bağımsızlığımızda ve toprak bütünlüğümüzde gözü olmayan, iç işlerimize karışmayan devletlerle iyi ilişkiler kurmayı, dostluklar geliştirmeyi dış politikanın esası kabul etmişlerdi. Bu esastan hareketle 17 Aralık 1925 tarihinde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması” imzaladı.
Tarih tekerrür etti, yine Batılılar, Avrasya’ya, özellikle de Müslüman ülkelere saldırıyor ki, bu da Rusya’nın milli çıkarlarına ters düşüyor. Bir başka deyişle, Ruslarla milli çıkarlarımız tekrar örtüşmüş durumda. O halde en azından şimdilik birlikte hareket etme zorunluluğunu doğmuştur. Rus politikacılar, bu gerçeği ve Ortadoğu’da oynanan oyunları, maalesef Türk politikacılarından daha iyi okuyorlar. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bakınız ne diyor: “Dış güçler, İslâm dünyasını bölmeye çalışmamalı, aksine İslâm dünyasının hepimiz için güvenilir, istikrarlı ortaklar olması için çalışmalı. Çünkü İslâm dünyası olmadan uluslararası ilişkilerdeki mevcut sorunları çözmek, bugün karşı karşıya olduğumuz tehditlere karşı koymak ve gerekli karşılığı vermemiz imkânsız olur.”
Türkiye’nin yanında yer aldığı ABD ise şöyle diyor: “22 İslâm ülkesinin sınırları ve rejimleri değiştirilecektir.” Türkiye de bu ülkeler arasındadır. Askeri istihbaratta çalışmış, Pentagon’un strateji uzmanlarından emekli albay Ralph Peters, “Kan Sınırları-Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Olur?” başlıklı yazısında, “Avrupalıların, Ortadoğu’da çizdiği sınırların değişmesi gerektiğini” söylüyor. Peters’e göre sınırlar şöyle çizilmeli: İlkönce Irak üçe bölünmeli. Kürtlere, Türkiye’den, İran’dan ve Suriye’den toprak verilmeli. Sadece Kürtlere değil, Alevilere, Bahailere, Tarikatlara da devlet kurdurulmalı. Peters’in en ilginç önerisi ise, Mekke ve Medine’de Vatikan tipi kutsal bir devlettir. Peters, bir harita çiziyor ve o haritada ülkeleri kazananlar ve kaybedenler diye ikiye ayırıyor. Türkiye’yi de kaybedenlerin başında gösteriyor.
Bu açık söylemlere ve Türkiye’ye zarar veren eylemlere rağmen, Türkiye’yi idare edenler yine ABD’nin safında. ABD’nin, Türkiye’ye veya herhangi bir İslâm ülkesine bakışını ise, “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabından Brzezinski şöyle anlatıyor: “Müslüman âlemi içinde barışı sağlama işi Müslüman devletlere bırakılamaz. Ama bazı durumlarda, Batılı kuvvetlerin destek rolünü üstlenmesiyle, Müslüman kuvvetlerine cephede önemli bir rol öngörmek mümkün olabilir” (s.155).
İdarecilerimiz, işte bu rolü, ortaklık ve büyük bir lütuf kabul ediyorlar.
Yazıklar olsun!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018