Tefekkür ve Zikrullah
Dinin nihâî gâyesi, insanı Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına taşımaktır. Din, aslında bir caddedir. Kişi o caddeye girer, o caddeden Allah’a mi’rac eder. Bunun zâhirî boyutta ve amelî sahada en güzel tarafı da tefekkürdür
22.11.2024 08:38:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Dinin nihâî gâyesi, insanı Cenâb-ı Hakk'ın dergâhına taşımaktır. Din, aslında bir caddedir. Kişi o caddeye girer, o caddeden Allah'a mi'rac eder. Bunun zâhirî boyutta ve amelî sahada en güzel tarafı da tefekkürdür.
Ancak tefekkürün tefekkür olabilmesi için, bazı hazırlayıcı unsurlara ihtiyaç vardır. Bunlar olmadan tefekkür olmaz.
Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk, zikir ve tefekkür münasebetini şöyle beyan buyurur:
"Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar/zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler/tefekkür ederler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru!"
Bir insan Allah'ı ayakta, oturduğu, yattığı hâlde zikretmezse; bu insan ne kadar düşünürse düşünsün, onun o düşüncesine tefekkür değil, vehim denilir. Zikrederek düşünmenin adına da tefekkür denilir.
Çünkü zikirle birlikte Cenâb-ı Hakk'ın tecellisi insanın kalbine olur. O kalp âlemine gelen nuranî tecellilerle insan, iradesini ve aklını eline alır. Kâinatın malzemelerini değerlendirir. Ölçüsü, bakışı değişir. Zikrullah ile tefekkür edildiği zaman ne tefekkür edilirse edilsin, onda mutlaka yüzde yüz isabet kaydedilir.
Gerçek mânâda tefekkür ile zikir bir arada olduğu zaman İmam Ali'nin (k.v.) buyurduğu gibi: "Şüphesiz tefekkür insanı iyiliğe ve iyilikle amel etmeye çağırır."
Zikir olmadan ve Allah'ın rahmetinin nuranî tecellileri olmadan yapılan düşünce ise; bütün bu hikmetlerden, bu nimetlerden mahrum olduğu için, vehim mesâbesindedir.
O bakımdan tefekkür ile yapılan ibâdetlerin neticesinde mutlaka muhabbet vardır. Muhabbetin olduğu yerde mutlaka rahmet-i İlâhî ve kuldaki merhamet vardır. Yani bunlar birbirini tamamlar.
Cenâb-ı Hakk, "Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler/tefekkür ederler" buyuruyor. İnsan zikirden sonra, yerin ve göğün sırlarını düşünmek sûretiyle meselelerin hakikatlerine vâsıl olur. Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine nâil olur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Ancak tefekkürün tefekkür olabilmesi için, bazı hazırlayıcı unsurlara ihtiyaç vardır. Bunlar olmadan tefekkür olmaz.
Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk, zikir ve tefekkür münasebetini şöyle beyan buyurur:
"Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar/zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler/tefekkür ederler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru!"
Bir insan Allah'ı ayakta, oturduğu, yattığı hâlde zikretmezse; bu insan ne kadar düşünürse düşünsün, onun o düşüncesine tefekkür değil, vehim denilir. Zikrederek düşünmenin adına da tefekkür denilir.
Çünkü zikirle birlikte Cenâb-ı Hakk'ın tecellisi insanın kalbine olur. O kalp âlemine gelen nuranî tecellilerle insan, iradesini ve aklını eline alır. Kâinatın malzemelerini değerlendirir. Ölçüsü, bakışı değişir. Zikrullah ile tefekkür edildiği zaman ne tefekkür edilirse edilsin, onda mutlaka yüzde yüz isabet kaydedilir.
Gerçek mânâda tefekkür ile zikir bir arada olduğu zaman İmam Ali'nin (k.v.) buyurduğu gibi: "Şüphesiz tefekkür insanı iyiliğe ve iyilikle amel etmeye çağırır."
Zikir olmadan ve Allah'ın rahmetinin nuranî tecellileri olmadan yapılan düşünce ise; bütün bu hikmetlerden, bu nimetlerden mahrum olduğu için, vehim mesâbesindedir.
O bakımdan tefekkür ile yapılan ibâdetlerin neticesinde mutlaka muhabbet vardır. Muhabbetin olduğu yerde mutlaka rahmet-i İlâhî ve kuldaki merhamet vardır. Yani bunlar birbirini tamamlar.
Cenâb-ı Hakk, "Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler/tefekkür ederler" buyuruyor. İnsan zikirden sonra, yerin ve göğün sırlarını düşünmek sûretiyle meselelerin hakikatlerine vâsıl olur. Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine nâil olur." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)