"Milli Mücadelede Fetva Savaşları" başlıklı yazımız, bazılarını haddinden fazla sinirlendirmiş. Bu yazıda, tarihi bir belgeyi ortaya koyduk ve günümüze ışık tutacak değerlendirmelerde bulunduk. Daha doğrusu, Muharrem Bayraktar'ın gazetemizde yayınlanan "Bir Başka Açıdan Said-i Nursi" başlıklı yazısından alıntılar yaptık ve onu teyit eden belgeler sunduk. Yani ikimiz de tarihi şahit tuttuk, tarihi kaynak gösterdik. Yaptığımız sadece bu.
Böyle yazılara verilecek cevap, aynı düzeyde, aynı tarihi belgelere dayanmalıydı. Bize saldıran yazarlar ise, bu yola hiç girmediler. Düpedüz hakaret yolunu seçtiler. "Provakatör, vicdansız, hasetçi, haset genine sahip, haset cinneti geçiren" sıfatlarını yakıştırdılar ve yaptığımıza da, "saçmalık, pislik atmak, çamur sıvamak" deyip geçtiler. Kendilerince cevap verdiler ve işi bitirdiler.
Peki, biz ne yaptık, onlar ne yaptılar? Gelin, ona bakalım. Biz, Said-i Nursi'nin Teali-i İslam Cemiyeti'nin yönetim kurulu üyesi olduğunu ve o cemiyetin, altında Said-i Nursi'nin de imzası bulunan bir bildiriyi 16 Eylül 1919 tarihli İkdam Gazetesi'nde yayınladığını yazdık. (Bk. Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk, Din ve Din Adamları, S. 122-123). (Bk. Yücel Özkaya, Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı ve Zararlı Dernekler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı:10, S. 179-180).
Söz konusu bildiride, Kuva-yı Milliye hareketi, "çapulcu ve eşkıya isyanı" olarak tanımlanıyor ve Anadolu halkına, ona katılmama, destek vermeme çağrısı yapılıyordu. Bildiri, o dönemde çok etkili olmuş, Anadolu'da yer yer isyanlar ve Kuva-yı Milliye hareketinden kopmalar başlamış. Ankara müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi), başta olmak üzere, birçok din adamının karşı çıkışıyla, Kuva-yı Milliye hareketi, bozguna uğratılmaktan kurtuldu. Bu, tarihi bir gerçektir. Bunu yalanlamaya çalışan yazarlardan biri diyor ki: "Said-i Nursi, Milli Mücadelenin ilk günlerinde İstanbul'da bulunuyordu". Niçin, bulunduğunu da, Said-i Nursi, şöyle izah ediyormuş: "Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede hoşuma gitmiyor".
Nasıl oluyor? Milli Mücadele hareketi Anadolu'da başlamamış mıydı? Milli Mücadeleye katılmak isteyenler, İstanbul'dan Anadolu'ya geçerken, Said-i Nursi, neden Anadolu'dan İngilizlerin işgali altında bulunan İstanbul'a gitmiş? Sahiden, İstanbul siperin önü, Anadolu arkası mıydı? Sayın yazar, ne derse desin, isterse, bize yakıştırdığı sıfatlara bir yenisini daha eklesin, açık söyleyeyim, bu sorulara mantıklı bir cevap bulamıyorum.
Hakaret etmeyi cevap vermek zanneden yazarlar, "Milli Mücadeleye karşı olan yalnız Said-i Nursi mi idi? Merhum İnönü bile Amerikan mandacılığını savunanlardandı, sonradan Milli Mücadeleye katıldı" deseydiler ve böyle bir savunma yapsaydılar, daha gerçekçi olurdu. Halbuki onlar, tarihe yalan söyletmek istiyorlar. İşte, bu olmaz. Tarih yalan kaldırmaz ve asla affetmez.
Maalesef, o dönemde birçok aydınımız, Milli Mücadeleye karşı çıkmıştı. Onlardan biri de Halide Edip idi. Sultan Ahmet Meydanı'nda halkı coşturan, daha sonra da Ankara'ya geçen ve bu nedenle de bir Kahraman gibi algılanan Halide Edip, 10 Ağustos 1920 tarihinde Atatürk'e bir mektup yazdı. Ve bu mektupla, Sivas Kongresi'nden bağımsızlık kararı çıkmasını engellemeye çalıştı. Mektubun bir yerinde şöyle diyordu: " Kendimizi Amerika'ya müracaata mecbur görüyoruz. Sergüzeşt (macera) ve cidal (kavga, savaş) devri bitmiştir" (Bk. Çetin Yetkin, Karşı Devrim, s.53).
Takdim ettiğimiz bu tarihi belgeler, o kadar şaşılacak şeyler değil. Çünkü, İstiklal Mücadelesinde kiminin İngiliz, kiminin de Amerikan mandacılığını savunduğu bilinmektedir. Bütün bunlara karşı, bir avuç diyebileceğimiz vatansever, Kuva-yı Milliye hareketini başlatmış ve başarıya ulaşmıştır. Asıl şaşılacak hali şimdi yaşıyoruz. Zira aramızda, bunca kan dökerek, can vererek kazandığımız istiklalimizi devretmekten söz edenler var. Bu çağdaş mandacılara sessiz kalanların, geçmişteki mandacıları kınamaya hiç ama hiç hakkı yoktur. Bu hak, "yeniden Kuva-yı Milliye" diyenlerindir.
Böyle yazılara verilecek cevap, aynı düzeyde, aynı tarihi belgelere dayanmalıydı. Bize saldıran yazarlar ise, bu yola hiç girmediler. Düpedüz hakaret yolunu seçtiler. "Provakatör, vicdansız, hasetçi, haset genine sahip, haset cinneti geçiren" sıfatlarını yakıştırdılar ve yaptığımıza da, "saçmalık, pislik atmak, çamur sıvamak" deyip geçtiler. Kendilerince cevap verdiler ve işi bitirdiler.
Peki, biz ne yaptık, onlar ne yaptılar? Gelin, ona bakalım. Biz, Said-i Nursi'nin Teali-i İslam Cemiyeti'nin yönetim kurulu üyesi olduğunu ve o cemiyetin, altında Said-i Nursi'nin de imzası bulunan bir bildiriyi 16 Eylül 1919 tarihli İkdam Gazetesi'nde yayınladığını yazdık. (Bk. Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk, Din ve Din Adamları, S. 122-123). (Bk. Yücel Özkaya, Ulusal Bağımsızlık Savaşı Boyunca Yararlı ve Zararlı Dernekler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı:10, S. 179-180).
Söz konusu bildiride, Kuva-yı Milliye hareketi, "çapulcu ve eşkıya isyanı" olarak tanımlanıyor ve Anadolu halkına, ona katılmama, destek vermeme çağrısı yapılıyordu. Bildiri, o dönemde çok etkili olmuş, Anadolu'da yer yer isyanlar ve Kuva-yı Milliye hareketinden kopmalar başlamış. Ankara müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi), başta olmak üzere, birçok din adamının karşı çıkışıyla, Kuva-yı Milliye hareketi, bozguna uğratılmaktan kurtuldu. Bu, tarihi bir gerçektir. Bunu yalanlamaya çalışan yazarlardan biri diyor ki: "Said-i Nursi, Milli Mücadelenin ilk günlerinde İstanbul'da bulunuyordu". Niçin, bulunduğunu da, Said-i Nursi, şöyle izah ediyormuş: "Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede hoşuma gitmiyor".
Nasıl oluyor? Milli Mücadele hareketi Anadolu'da başlamamış mıydı? Milli Mücadeleye katılmak isteyenler, İstanbul'dan Anadolu'ya geçerken, Said-i Nursi, neden Anadolu'dan İngilizlerin işgali altında bulunan İstanbul'a gitmiş? Sahiden, İstanbul siperin önü, Anadolu arkası mıydı? Sayın yazar, ne derse desin, isterse, bize yakıştırdığı sıfatlara bir yenisini daha eklesin, açık söyleyeyim, bu sorulara mantıklı bir cevap bulamıyorum.
Hakaret etmeyi cevap vermek zanneden yazarlar, "Milli Mücadeleye karşı olan yalnız Said-i Nursi mi idi? Merhum İnönü bile Amerikan mandacılığını savunanlardandı, sonradan Milli Mücadeleye katıldı" deseydiler ve böyle bir savunma yapsaydılar, daha gerçekçi olurdu. Halbuki onlar, tarihe yalan söyletmek istiyorlar. İşte, bu olmaz. Tarih yalan kaldırmaz ve asla affetmez.
Maalesef, o dönemde birçok aydınımız, Milli Mücadeleye karşı çıkmıştı. Onlardan biri de Halide Edip idi. Sultan Ahmet Meydanı'nda halkı coşturan, daha sonra da Ankara'ya geçen ve bu nedenle de bir Kahraman gibi algılanan Halide Edip, 10 Ağustos 1920 tarihinde Atatürk'e bir mektup yazdı. Ve bu mektupla, Sivas Kongresi'nden bağımsızlık kararı çıkmasını engellemeye çalıştı. Mektubun bir yerinde şöyle diyordu: " Kendimizi Amerika'ya müracaata mecbur görüyoruz. Sergüzeşt (macera) ve cidal (kavga, savaş) devri bitmiştir" (Bk. Çetin Yetkin, Karşı Devrim, s.53).
Takdim ettiğimiz bu tarihi belgeler, o kadar şaşılacak şeyler değil. Çünkü, İstiklal Mücadelesinde kiminin İngiliz, kiminin de Amerikan mandacılığını savunduğu bilinmektedir. Bütün bunlara karşı, bir avuç diyebileceğimiz vatansever, Kuva-yı Milliye hareketini başlatmış ve başarıya ulaşmıştır. Asıl şaşılacak hali şimdi yaşıyoruz. Zira aramızda, bunca kan dökerek, can vererek kazandığımız istiklalimizi devretmekten söz edenler var. Bu çağdaş mandacılara sessiz kalanların, geçmişteki mandacıları kınamaya hiç ama hiç hakkı yoktur. Bu hak, "yeniden Kuva-yı Milliye" diyenlerindir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018