Özgül AYDIN
Yazımızın dünkü bölümünde bahsettiğimiz plan ve projelerin yerli işbirlikçileri de diyebileceğimiz medyatik teologlarımız, taklid etmeyi çağdaş Türk insanına yakıştıramıyorlar. Bunun insanı sınırladığını, hatta küçülttüğünü iddia ediyorlar. Taklidin aşka vesile olduğu gerçeği zaten hiç gündem edilmiyor ve ilerlemeye, hatta İslam'ın özünü anlamaya mani olduğu gerekçesiyle insanımızı Peygamberimizin taklidinden yani sünnetten uzaklaştırmaya çalışıyorlar.
Biz Yeni Mesaj ailesi olarak bu söylemlerin altındaki gerçek maksadı zaten biliyoruz ama "çamur at, tutmazsa izi kalır" taktiği sonucu bulanan fikirleri arıtmak yine bize düşüyor.
Taklid etmek ihtiyacı, esasen acıkmak gibi, susamak gibi insan fıtratında varolan bir melekedir. Bu ihtiyacı meşru yollarla karşılamak ise insanın görevidir. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, insan acıktığında mutlaka bir şey yemek zorundadır. Açlık had safhaya ulaşırsa, insan nefsi yiyeceği şeyin helal, haram, temiz, pis vs. olduğunu düşünmeyecek, her nasıl olursa olsun birşey yemek isteyecektir. İnsanın görevi ise bedenini helal ve temiz lokmalarla beslemektir. Tıpkı bunun gibi, insan birini-birilerini taklid etmek mecburiyetindedir. Nefis özellikle çocukluk ve ilk gençlik yaşlarında taklid ettiği kişinin iyi mi kötü mü, inançlı mı, inançsız mı olduğuna bakmaz, önüne kim koyulursa onu taklid eder. Peki bu kaçınılmaz bir gerçek ise, insanın kendi iradesiyle, hem dünya hem de ahiret hayatını mamur etmek üzere, yaradılmışların en şereflisi, Allah'ın sevgilisi, alemlere rahmet Hz. Muhammed'i taklid etmesi en akıllıca davranış olmayacak mıdır? Daha önce saydığımız komik gerekçelerle Hz. Muhammed'i taklid etmemize engel olmaya çalışan Haçlılar ve yerli işbirlikçileri, bizi kendi halimize bırakmamakta, önümüze kendi insan tiplerini örnek olarak koymaktadırlar. "Daha fazlasını iste" "Sınırsız özgürlük iste" "Ben buna değerim" sloganlı reklam flimlerini hatırlayın ki bunlar bize alternatif olarak sunulan ve yazık ki toplumumuzca çabuk kabul gören insan tipleridir. Keza modern yaşamın vazgeçilmez bir parçası hatta modernleşmenin mihenk taşı kabul edilen "moda" da aynı şekilde birilerini taklid etmekten başka birşey değildir.
Milletimiz üzerine oyun oynayanların sünnet konusunda bu kadar hassas olmaları boşuna değildir. Çünkü o sünnette kendilerini -inançsız oldukları için- komplekse kapılmalarına sebeb olan ölçüler vardır.
Mesela Allah'ın Resûlü ashabına bir yandan ısrarla tevazuu emredip onları kibirden sakındırırken, öte yandan inançsızlara karşı kibirlenmenin sadaka vermek gibi sevap olduğunu bildirmiştir. Onlar tırnaklarını sırayla kestikleri için Peygamberimiz sıraya uymadan kesmiş, onlar kabirlerinin başında ayakta duruyorlar diye o oturmuş ve ümmetine bunu emretmiştir. O'nun, kendilerine benzememek için gösterdiği bu hassasiyet, onları psikolojik olarak çok etkilemiş, belki de hiçbir savaşla sağlanamayacak derecede yıpranmalarına ve aşağılık hissine kapılmalarına neden olmuştur. Bunun içindir ki İngiliz Sömürgeler Bakanlığı 1710 yılında Osmanlı topraklarına gönderdiği casuslarına, müslümanların zihninden bu düşünceleri cesinin çıkarmak için uğraşmalarını emretmiştir.
Netice-i kelam Sevgili Peygamberimizi taklit etmek suretiyle sünneti yaşamak biz mü'minler için bir kurtuluş vesilesi, aynı zamanda bir şeref bir onur ve bahsettiğimiz bu şartlar altında kutsal bir vazifedir. Sünnetin büyüğü küçüğü, önde geleni, arkada kalanı vs. yoktur. Önemli olan "O'na aşık olmak, O'nda yok olmak, O'nu severek Allah'ın sevgi ve rızasını kazanmak" gibi halis niyetler tutarak kalbini, fikrini ve amelini nefsinin ve şeytanın şerrinden muhafaza edebilmektir.
Yazımızın dünkü bölümünde bahsettiğimiz plan ve projelerin yerli işbirlikçileri de diyebileceğimiz medyatik teologlarımız, taklid etmeyi çağdaş Türk insanına yakıştıramıyorlar. Bunun insanı sınırladığını, hatta küçülttüğünü iddia ediyorlar. Taklidin aşka vesile olduğu gerçeği zaten hiç gündem edilmiyor ve ilerlemeye, hatta İslam'ın özünü anlamaya mani olduğu gerekçesiyle insanımızı Peygamberimizin taklidinden yani sünnetten uzaklaştırmaya çalışıyorlar.
Biz Yeni Mesaj ailesi olarak bu söylemlerin altındaki gerçek maksadı zaten biliyoruz ama "çamur at, tutmazsa izi kalır" taktiği sonucu bulanan fikirleri arıtmak yine bize düşüyor.
Taklid etmek ihtiyacı, esasen acıkmak gibi, susamak gibi insan fıtratında varolan bir melekedir. Bu ihtiyacı meşru yollarla karşılamak ise insanın görevidir. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, insan acıktığında mutlaka bir şey yemek zorundadır. Açlık had safhaya ulaşırsa, insan nefsi yiyeceği şeyin helal, haram, temiz, pis vs. olduğunu düşünmeyecek, her nasıl olursa olsun birşey yemek isteyecektir. İnsanın görevi ise bedenini helal ve temiz lokmalarla beslemektir. Tıpkı bunun gibi, insan birini-birilerini taklid etmek mecburiyetindedir. Nefis özellikle çocukluk ve ilk gençlik yaşlarında taklid ettiği kişinin iyi mi kötü mü, inançlı mı, inançsız mı olduğuna bakmaz, önüne kim koyulursa onu taklid eder. Peki bu kaçınılmaz bir gerçek ise, insanın kendi iradesiyle, hem dünya hem de ahiret hayatını mamur etmek üzere, yaradılmışların en şereflisi, Allah'ın sevgilisi, alemlere rahmet Hz. Muhammed'i taklid etmesi en akıllıca davranış olmayacak mıdır? Daha önce saydığımız komik gerekçelerle Hz. Muhammed'i taklid etmemize engel olmaya çalışan Haçlılar ve yerli işbirlikçileri, bizi kendi halimize bırakmamakta, önümüze kendi insan tiplerini örnek olarak koymaktadırlar. "Daha fazlasını iste" "Sınırsız özgürlük iste" "Ben buna değerim" sloganlı reklam flimlerini hatırlayın ki bunlar bize alternatif olarak sunulan ve yazık ki toplumumuzca çabuk kabul gören insan tipleridir. Keza modern yaşamın vazgeçilmez bir parçası hatta modernleşmenin mihenk taşı kabul edilen "moda" da aynı şekilde birilerini taklid etmekten başka birşey değildir.
Milletimiz üzerine oyun oynayanların sünnet konusunda bu kadar hassas olmaları boşuna değildir. Çünkü o sünnette kendilerini -inançsız oldukları için- komplekse kapılmalarına sebeb olan ölçüler vardır.
Mesela Allah'ın Resûlü ashabına bir yandan ısrarla tevazuu emredip onları kibirden sakındırırken, öte yandan inançsızlara karşı kibirlenmenin sadaka vermek gibi sevap olduğunu bildirmiştir. Onlar tırnaklarını sırayla kestikleri için Peygamberimiz sıraya uymadan kesmiş, onlar kabirlerinin başında ayakta duruyorlar diye o oturmuş ve ümmetine bunu emretmiştir. O'nun, kendilerine benzememek için gösterdiği bu hassasiyet, onları psikolojik olarak çok etkilemiş, belki de hiçbir savaşla sağlanamayacak derecede yıpranmalarına ve aşağılık hissine kapılmalarına neden olmuştur. Bunun içindir ki İngiliz Sömürgeler Bakanlığı 1710 yılında Osmanlı topraklarına gönderdiği casuslarına, müslümanların zihninden bu düşünceleri cesinin çıkarmak için uğraşmalarını emretmiştir.
Netice-i kelam Sevgili Peygamberimizi taklit etmek suretiyle sünneti yaşamak biz mü'minler için bir kurtuluş vesilesi, aynı zamanda bir şeref bir onur ve bahsettiğimiz bu şartlar altında kutsal bir vazifedir. Sünnetin büyüğü küçüğü, önde geleni, arkada kalanı vs. yoktur. Önemli olan "O'na aşık olmak, O'nda yok olmak, O'nu severek Allah'ın sevgi ve rızasını kazanmak" gibi halis niyetler tutarak kalbini, fikrini ve amelini nefsinin ve şeytanın şerrinden muhafaza edebilmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.