Seyyid Kutub (1906–1966) Mısırlı bir din âlimi. İnancı uğruna ölüme: “Namazda Allah’ın birliğine şahadet eden parmağım, asla O’nun razı olmayacağı bir kararı onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır” sözleriyle koşmuş, idam edilmiş bir insan.
Seveni olur, sevmeyeni olur; o konular beni aşar. İnancı uğruna canını feda edebilmek, dile kolay.
Benim en fazla dikkatime takılan iki şey var.
Bir. 1906–1966 yılları arasında yaşamış bir insanın, İslam coğrafyasını bugün her açıdan haçlı işgaline hazırlamak için uydurulmuş “dinlerarası diyalog” fikrine o gün kaşı çıkması. El–Ezher Üniversitesi’nin Mısır’da olması “diyalog” sürecine etkisi nedir, bilinmeli.
İkinci husus ise daha da önemli.
Bugün bu süreci Müslüman kimlikleriyle “misyon “ edinenlerin referansı Said–i Nursî’dir. O, diyalog değil, “ehl–i kitapla ittifak” yapılmalı diyor.
“Şimdi ehl–i iman; değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyan dindar ruhanîlerle ittifak etmek ve medar–i ihtilaf mes’eleleri nazara almamak, niza etmemek gerekir. Çünkü küfr–ü mutlak hücum ediyor” (Emirdağ Lahikası–I s. 206. ayrıca Lem’alar, s. 151)
Hele bugün için hiç kıymet–i harbiyesi olmayan bir gerekçeyi içeren bu paragrafta geçen “küfr–ü mutlak” tamlamasından kastın ateizm ve materyalizm olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
Bugün “küfr-ü mutlak(!)” haçlıya engel olmaya çalışıyor, İslam coğrafyasını işgal etmemesi için.
İşte tam da burada hayretimi mucib olan şey; Merhum Kutub’un da aynı gerekçeleri İslamî ölçülerle reddetmesi ve bu gerekçeleri “budalaca” bulması.
Seyyid Kutub merhumun, küfr–ü mutlak/ateizm, materyalizm tehlikesine karşı İslam–ehl–i kitab ittifakına şiddetle karşı çıkarken tefsir ettiği ayetlerin, “diyalogcuların” çarpıttığı ayetlerle aynı olması da çok anlamı.
Merak edenler, söz konusu ayetlerin tamamını merhumun eseri ‘Fî–Zilâli’l Kur’an’dan (Kur’an’ın Gölgesinde) okusunlar.
Ben burada sadece Maide Sûresi 51–53. ayetleri aynen vereceğim.
51– Ey müminler Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.
52– Kalpleri hasta olanların “Başımıza bela gelir diye korkuyoruz “ diyerek onlara koştuklarını görürsün. Olur ki Allah yakında size fetih nasib eder ya da kendi tarafından sürpriz bir gelişme gösterir de o zaman bu kimseler kalplerinde gizli tuttukları duygulardan pişman olurlar.
53– O zaman müminler onlara “Bütün güçleri ile sizin yanınızda olacaklarına Allah adına yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların bütün çabaları boşa gitmiş ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.
Öncelikle müminler ile Yahudi ve Hıristiyanlar arasında, Allah’ın yasaklamayı uygun gördüğü dostluğun neyi ifade ettiğine değinmemiz yerinde olacaktır.
Bu dostluk, onların dinine tabi olmayı değil, onlarla işbirliği ve dayanışmayı ifade etmektedir. Zaten, din konusunda Müslümanların, Yahudilere ve Hıristiyanlara tabi olmaya eğilim duymaları gerçekten çok uzak bir ihtimaldir. Buradaki dostluktan kast olunan, karışık bir meseleydi. Müslümanlar, çıkarların ve güçlüklerin giriftliği, gerek İslâm öncesinde, gerekse Medine’de İslâm devletinin kuruluşunun ilk yıllarında kimi Yahudi gruplarla dostluk kurmuş olmaları gibi olgulardan yola çıkarak, bu tür ilişkilerin kendileri için bir sakıncası olmayacağını düşünüyorlardı. Ancak, Medine’de Müslümanlar ile Yahudiler arasında herhangi bir dayanışma, işbirliği ve dostluğun olamayacağı apaçık ortaya çıkınca Allah, Müslümanları onlarla dostluktan men etti ve kendilerinden onlarla dostluklarını kesmelerini istedi...
İslâm’ın, tüm hakları garanti altına alınmış olarak İslâm toplumunda yaşamakta olan kitap ehline karşı (zimmî meselesi. M.K.) hoşgörülü davranılmasını ve onlara iyilik yapılmasını isteyen buyrukları ile dostluğun sadece Allah, peygamberi ve Müslümanlara özgü kılınmasını isteyen buyruklarını birbirine karıştırmaktadırlar. Onlar Kur’an’da kitap ehline ilişkin yapılan tespitleri unutmaktadırlar. Onlar Kur’an’da belirtildiği üzere, onlar İslâm toplumuna karşı savaşma noktasında birbirlerinin dostudurlar. Bu, onlar için sabitleşmiş bir olgudur. Onlar, ne Müslüman’dan hoşlanırlar, ne de onun dini olan İslâm’dan. Müslüman’dan, kendi dinini terk edip onların dinine geçmedikçe de hoşlanmayacaklardır. Onlar, İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaşmakta son derece ısrarlıdırlar. Onların bu noktada içlerinde gizledikleri öfke ve kin, ağızlarından çıkan sözlerdekinden çok daha büyüktür... Burada ele aldığımız ayetlerin bitimine dek, onların nitelikleri dile getirilmektedir. (Devamı var)
Seveni olur, sevmeyeni olur; o konular beni aşar. İnancı uğruna canını feda edebilmek, dile kolay.
Benim en fazla dikkatime takılan iki şey var.
Bir. 1906–1966 yılları arasında yaşamış bir insanın, İslam coğrafyasını bugün her açıdan haçlı işgaline hazırlamak için uydurulmuş “dinlerarası diyalog” fikrine o gün kaşı çıkması. El–Ezher Üniversitesi’nin Mısır’da olması “diyalog” sürecine etkisi nedir, bilinmeli.
İkinci husus ise daha da önemli.
Bugün bu süreci Müslüman kimlikleriyle “misyon “ edinenlerin referansı Said–i Nursî’dir. O, diyalog değil, “ehl–i kitapla ittifak” yapılmalı diyor.
“Şimdi ehl–i iman; değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyan dindar ruhanîlerle ittifak etmek ve medar–i ihtilaf mes’eleleri nazara almamak, niza etmemek gerekir. Çünkü küfr–ü mutlak hücum ediyor” (Emirdağ Lahikası–I s. 206. ayrıca Lem’alar, s. 151)
Hele bugün için hiç kıymet–i harbiyesi olmayan bir gerekçeyi içeren bu paragrafta geçen “küfr–ü mutlak” tamlamasından kastın ateizm ve materyalizm olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
Bugün “küfr-ü mutlak(!)” haçlıya engel olmaya çalışıyor, İslam coğrafyasını işgal etmemesi için.
İşte tam da burada hayretimi mucib olan şey; Merhum Kutub’un da aynı gerekçeleri İslamî ölçülerle reddetmesi ve bu gerekçeleri “budalaca” bulması.
Seyyid Kutub merhumun, küfr–ü mutlak/ateizm, materyalizm tehlikesine karşı İslam–ehl–i kitab ittifakına şiddetle karşı çıkarken tefsir ettiği ayetlerin, “diyalogcuların” çarpıttığı ayetlerle aynı olması da çok anlamı.
Merak edenler, söz konusu ayetlerin tamamını merhumun eseri ‘Fî–Zilâli’l Kur’an’dan (Kur’an’ın Gölgesinde) okusunlar.
Ben burada sadece Maide Sûresi 51–53. ayetleri aynen vereceğim.
51– Ey müminler Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.
52– Kalpleri hasta olanların “Başımıza bela gelir diye korkuyoruz “ diyerek onlara koştuklarını görürsün. Olur ki Allah yakında size fetih nasib eder ya da kendi tarafından sürpriz bir gelişme gösterir de o zaman bu kimseler kalplerinde gizli tuttukları duygulardan pişman olurlar.
53– O zaman müminler onlara “Bütün güçleri ile sizin yanınızda olacaklarına Allah adına yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların bütün çabaları boşa gitmiş ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.
Öncelikle müminler ile Yahudi ve Hıristiyanlar arasında, Allah’ın yasaklamayı uygun gördüğü dostluğun neyi ifade ettiğine değinmemiz yerinde olacaktır.
Bu dostluk, onların dinine tabi olmayı değil, onlarla işbirliği ve dayanışmayı ifade etmektedir. Zaten, din konusunda Müslümanların, Yahudilere ve Hıristiyanlara tabi olmaya eğilim duymaları gerçekten çok uzak bir ihtimaldir. Buradaki dostluktan kast olunan, karışık bir meseleydi. Müslümanlar, çıkarların ve güçlüklerin giriftliği, gerek İslâm öncesinde, gerekse Medine’de İslâm devletinin kuruluşunun ilk yıllarında kimi Yahudi gruplarla dostluk kurmuş olmaları gibi olgulardan yola çıkarak, bu tür ilişkilerin kendileri için bir sakıncası olmayacağını düşünüyorlardı. Ancak, Medine’de Müslümanlar ile Yahudiler arasında herhangi bir dayanışma, işbirliği ve dostluğun olamayacağı apaçık ortaya çıkınca Allah, Müslümanları onlarla dostluktan men etti ve kendilerinden onlarla dostluklarını kesmelerini istedi...
İslâm’ın, tüm hakları garanti altına alınmış olarak İslâm toplumunda yaşamakta olan kitap ehline karşı (zimmî meselesi. M.K.) hoşgörülü davranılmasını ve onlara iyilik yapılmasını isteyen buyrukları ile dostluğun sadece Allah, peygamberi ve Müslümanlara özgü kılınmasını isteyen buyruklarını birbirine karıştırmaktadırlar. Onlar Kur’an’da kitap ehline ilişkin yapılan tespitleri unutmaktadırlar. Onlar Kur’an’da belirtildiği üzere, onlar İslâm toplumuna karşı savaşma noktasında birbirlerinin dostudurlar. Bu, onlar için sabitleşmiş bir olgudur. Onlar, ne Müslüman’dan hoşlanırlar, ne de onun dini olan İslâm’dan. Müslüman’dan, kendi dinini terk edip onların dinine geçmedikçe de hoşlanmayacaklardır. Onlar, İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaşmakta son derece ısrarlıdırlar. Onların bu noktada içlerinde gizledikleri öfke ve kin, ağızlarından çıkan sözlerdekinden çok daha büyüktür... Burada ele aldığımız ayetlerin bitimine dek, onların nitelikleri dile getirilmektedir. (Devamı var)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Müslim Karabacak / diğer yazıları
- Ana-baba hakları-2 / 30.04.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024
- Ana-baba hakları -1 / 25.04.2024
- Müşriklerle hicv / 21.04.2024
- Kıyas önemlidir.... / 14.04.2024
- Kur'anı doğru anlamak / 13.04.2024
- Şimdi sırada "Dinsel Dönüşüm" var / 07.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -5 / 03.04.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -4 / 27.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -3 / 26.03.2024
- Ramazanda; Dua... Dua...Dua.. -2 / 21.03.2024