Sayın Erdoğan bir vizyon açıkladı. Sağlık başlığında ise Sayın Erdoğan önündeki prompterde yazılı olanları okudu. Şöyle yazılmış:
"Sağlıkta, hastane yatak sayısını 164 binden 264 bine çıkardık. Toplamda 28 bin 987 yataklı 20 şehir hastanemizi tamamlayıp onları da hizmete sunduk.
Halen 15 bin 75 yatak kapasitesine sahip 13 şehir hastanemizin inşasına devam ediyoruz. Sağlık personeli sayımızı 1 milyon 350 bine çıkartarak, sağlık kuruluşlarımızı en modern araç-gereçlerle donatarak, milletimize en kaliteli hizmetin verilmesini sağladık."
Sayın Bakanım! Sağlık eşittir çok yataklı hastane yapmak, teknik cihazlarla donatmak mıdır?
Samimiyetle soruyorum, makamsız olarak herhangi bir kamu hastanesine ve polikliniğe gittiniz mi?
Kamu sağlığında (devlet hastanelerinde) neler oluyor? Doktorlar, hemşireler, sağlık personeli neler yapıyor, neler yaşıyor, hiç merak ettiniz mi?
Hepsinden önemlisi vatandaşın, sağlık kurumlarındaki hali nedir, ruh hali nasıldır, hiç araştırdınız mı?
Hastaneye gitmemek için direnen kişilerden birisiyim. Ama ağrılar direncimi kırdı. Dizlerde bağ kopma ve menüsküs ağrılarından ötürü ortopediye, boyun fıtığı şüphesiyle beyin ve sinir cerrahisi bölümlerine gittim.
Sayın Bakanım! Hani her yerde 'hastane kuyruklarını bitirdik', diyorlar ya! İnanmayın. Her kat, her bölüm insan kaynıyor.
Ekim ayında bu iki branş doktoru ile görüşmem, röntgen, mr, test vs. yönlendirmeleri için tam beş gün dolaştım.
Sayın Bakanım! Samimiyetle soruyorum: Sizde sağlıkçısınız ve 'ilişkimi kestim' dediğiniz malum özel hastanelere gitseydim aynı gün sonuç alır mıydım, alamaz mıydım?
Bakın neler oldu hastanede
Ekim başında İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi ortopediye gün buldum ve gittim.
Kocaman bina. Sor sor bulduk. O bölümde 9 kapı var ama herkes tek kapının önünde bekliyor. Bende beklemeye başladım. Randevu saati 1 saat geçtikten sonra doktorun huzuruna çıktım.
Neyin var? Omuzda… O benim işim değil. Beyin cerrahisine gideceksin. Dizler… Röntgen çektir, gel.
İndik röntgene. Mahşeri kalabalık abartılı olur. Ama en az 50 kişi kapı önünde bekliyor. Kimisi homurdanıyor, kimisi ise öyle sohbete dalmış ki, neden geldiğini unutmuş gibi.
Bekliyoruz. Gayet bakımlı, makyajlı bir teyze hastaneyi öve öve bitiremiyor. Yine dayanamadım. 'Teyze neyi bekliyorsunuz?' Doktor, bekliyorum. Demek ki beton değil insan lazımmış, deyince 'ben, sizinle muhatap olmuyorum' dedi.
Bekleyince sıra geliyor. Röntgen çekildi, doktorun odasına çıktık. Doktor yok. Nerede? Ameliyata gitti, yarın gelin.
Yarın oldu, gittik. Ekranda isim yazıyor ama gelen doktorun odasına giriyor. İtirazı çok olan birisi olarak Hocam 'hayırdır' dedim. 'Onlar özel hastam'. Biz neyiz!
Doktor röntgene baktı. Ameliyat olmaz. Kilo vereceksin, adımlarını dikkatli atacaksın.
Hocam, tedavisi yok mu? 'İğne tedavisi var. Ama SGK karşılamıyor'. Ne kadar? 'Biri 900 TL civarında'.
'Çilemse çekerim, kaderimse gülerim' deyip çıktım. Çile çekmek iyi de bu omuz ağrısı işimi etkilemeye başladı.
İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi'nin polikliniğine randevu buldum ve gittim. Semt polikliniği daha da kalabalık.
Doktorun kapısı yine kalabalık. Randevu 13:10. Doktor yok. Çalışana sordum. 'Gelir, gelir'. 14'te geldi.
Teknoloji yine devre dışı. İçerden isimle hasta çağrılıyor. Bir, iki derken 'hocam benim randevu saati geçeli bir saat oldu, çağırmadınız'.
İsim nedir, Akın Aydın. İsmin listede yok. Tansiyon 16'ya 9... Maili gösterdim. 'ha, varmış, bekle çağıracağım.'
Bekliyoruz… 13:10'daki randevuya 15'te girdim. 'Neyin var… MR çektir gel.'
Aşağıya indik. Bu kez MR randevu alma sırasına girdik. Sıra geldi. 'Sizin isminiz düşmemiş'. Bir daha doktorun yanına. 'Sistem gitti o yüzden'.
Yarım saatte sistemi bekle. Sistem geldi. 'Akın Bey 30 Ekim 23:10'da Samatya'da MR'ninz çekilecek'. Başka gün başka saat yok mu? Gece yarısı oraya nasıl gidelim? Maalesef…
Yaklaşık 4 saat sonra hastaneden çıktım ama klimalar çoktan çarpmıştı. Nezle olduk.
3 gün sonra gönül kardeşim Tolga ile Samatya'ya gittik. Gece yarısı ama ortalık insan kaynıyor. MR bölümüne geçtim. Kağıdı verdim. 'Biz, sizi çağıracağız'.
Yani yine bekle, dediler. Bekleme alanı içler açısı. 30'a yakın insan. Çoğu ayakta ve müthiş rahatsız edici bir koku.
İnsanları izlemeye başladım. 4 yaşlı erkek. Biri yatmış uyuyor. Diğerleri boş gözlerle bakıyor. Görevliye, kim bunlar… 'Evsizler, geceleri buraya sığınıyorlar'.
Bir taraftan üzüldüm diğer taraftan o kokudan iğrendim. Bir müddet sonra güvenlik geldi. Temizlikçileri çağırdı. Arka taraflara idrar yapılmış. Randevusu olmayanları dışarı çıkardı.
Bir tarafta vizyon açıklayan iktidar partisi diğer taraftan İstanbul'un göbeğinden sağlık ve insan manzaraları.
Neyse! 23'10'daki randevuya 25:55'te girmek nasip oldu. Hijyen sıfır. Ortalıkta kediler dolaşıyor. MR cihazına baş koyacaksın. Koyacağın yer sapsarı. Dışarıda insan dolu içeri de çalışan 3 kişi.
'Karışma Akın, karışma Akın, karışma Akın' telkiniyle çıkıp, gece yarısı eve geldim.
Evet, Sayın Bakanım! 'İlişiğimi kestim' dediğiniz özel hastanelere gitseydim bu kaderi yaşar mıydım?
Gerçi bu tablonun asıl sorumlusu da sizler değilsiniz. Bu kaderi, kendine layık gören insanımızdır.
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025