Bizim öğrencilik yıllarımızda Mehmed Akif'i anma programları daha çok mu, daha sık mı yapılırdı acaba?
Bundan ötürümüdür her Aralık ayı girince beraberinde, Milli Şairimiz de, ölümsüz eseri Safahat da girer gündemime. Başucu kitaplarımdan biri olan Safahat'ı bu ayda daha çok eskitmem bundan mıdır?
İstanbul'da Meltem Koleji'ndeki öğrencilerime; 63 yaşında vefat eden milli şairimizi 63. vefat yıldönümü diye anlattığımı dün kadar yakın hatırlıyorum.
Halbuki bu yıl 27 Aralık'ta 67. vefat yıldönümünü anacağımıza göre aradan koca bir dört yıl geçmiş. Bu vesile ile, her neredelerse öğrencilerimi ve öğretmen arkadaşlarımı hasretle selamlıyorum.
Vefatının ardından geçen 67 yıl boyunca/yedisini de geçelim/altmış yıl boyunca öğrenim çağındaki nesillere Mehmet Akif'in Safahat'ı satır satır, sayfa sayfa okutulup hazmettirilseydi, dilimiz bu kadar fakirleşmez, kısırlaşmazdı ve bugün muhatap olduğumuz bir çok tehlike karşısında daha diri daha bilinçli bir yetmiş milyon olurduk.
Safahat'ı hazmetmiş bir toplum olsaydık bugün İslam-terör yakıştırmaları, yapıştırmaları ve iftiraları yapılamazdı. Çünkü Safahat'ın her safhasında ve neredeyse her sayfasında haçlı teröründen gerçek sahneler var. Yine Safahat'ı iyice kavramış bir yetmiş milyon olsaydık, kilise-papaz-haç muhabbeti gençliğimiz arasında bu kadar rağbet görmezdi, haçlı dünyası yüzyıllardır yapamadığını gencecik Ayşelerimiz ve Ahmetlerimiz aracılığı ile yapamazdı. Üçüncü bin yılda Asya kıtasını Hristiyanlaştırmayı hedefleyen Papalık, en azından bizim ülkemizden gönüllü figüranlar bulamazdı. İncil dağıtımı için müsait bir zemin oluşturma planı olan dinlerarası diyalog çalışmaları bu topraklarda taraftar bulamazdı, İncil dağıtan Hasanlarla, Fatmalarla karşılaşmazdık.
Safahat'tan, sadece bir sahneyi seyredelim ve bakalım ki terör ne, terörist kim, canavarlığın boyutları nerelere ulaşmış?
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım;
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp da ümitsizliğimi yok edeyim bilmem ki?
Öyle korkunç çevremde dönen matem ki!..
Ah! Karşımda vatan namına bir Kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!
Bu ne sonsuz ayrılık, bu ne apaçık bir acı...
Ezilir göğün ruhu, parçalanır yerin kalbi!
Azıcık kurcala toprakları, bak ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar
Bereden kimliğinin rengi kaybolmuş yüzler!
Kim bilir hangi rezillikle oyulmuş gözler!
"Medeniyet" denilen vahşete lanet eder,
Tek parça haline gelmiş sırıtan dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerce beden!
Nice başlar, nice kollar ki ayrı bedeninden
Alınıp parçalanan çocuklar, beşiğinden;
Sonra bunca hayat, namusu yüzünden kurban edilen!
Bembeyaz saçları katranlara katmış dedeler!
Göğsü baltayla kesilmiş memesiz anneler!
Teki binlerce kesik gövdeye ait kümeler:
Saç, kulak, el , çene, parmak... Bütün insan yığınları!
Bakalım yavrusu uğrar mı deyip karnından
Canavarlar gibi şişlerle kazarmış nice can!
İşte bunlar o felakete uğramışlardır ki, düşün
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları zavallıların öyle büyük
Bir cinayet ki: cezalar ona nisbetle küçük!
Bundan ötürümüdür her Aralık ayı girince beraberinde, Milli Şairimiz de, ölümsüz eseri Safahat da girer gündemime. Başucu kitaplarımdan biri olan Safahat'ı bu ayda daha çok eskitmem bundan mıdır?
İstanbul'da Meltem Koleji'ndeki öğrencilerime; 63 yaşında vefat eden milli şairimizi 63. vefat yıldönümü diye anlattığımı dün kadar yakın hatırlıyorum.
Halbuki bu yıl 27 Aralık'ta 67. vefat yıldönümünü anacağımıza göre aradan koca bir dört yıl geçmiş. Bu vesile ile, her neredelerse öğrencilerimi ve öğretmen arkadaşlarımı hasretle selamlıyorum.
Vefatının ardından geçen 67 yıl boyunca/yedisini de geçelim/altmış yıl boyunca öğrenim çağındaki nesillere Mehmet Akif'in Safahat'ı satır satır, sayfa sayfa okutulup hazmettirilseydi, dilimiz bu kadar fakirleşmez, kısırlaşmazdı ve bugün muhatap olduğumuz bir çok tehlike karşısında daha diri daha bilinçli bir yetmiş milyon olurduk.
Safahat'ı hazmetmiş bir toplum olsaydık bugün İslam-terör yakıştırmaları, yapıştırmaları ve iftiraları yapılamazdı. Çünkü Safahat'ın her safhasında ve neredeyse her sayfasında haçlı teröründen gerçek sahneler var. Yine Safahat'ı iyice kavramış bir yetmiş milyon olsaydık, kilise-papaz-haç muhabbeti gençliğimiz arasında bu kadar rağbet görmezdi, haçlı dünyası yüzyıllardır yapamadığını gencecik Ayşelerimiz ve Ahmetlerimiz aracılığı ile yapamazdı. Üçüncü bin yılda Asya kıtasını Hristiyanlaştırmayı hedefleyen Papalık, en azından bizim ülkemizden gönüllü figüranlar bulamazdı. İncil dağıtımı için müsait bir zemin oluşturma planı olan dinlerarası diyalog çalışmaları bu topraklarda taraftar bulamazdı, İncil dağıtan Hasanlarla, Fatmalarla karşılaşmazdık.
Safahat'tan, sadece bir sahneyi seyredelim ve bakalım ki terör ne, terörist kim, canavarlığın boyutları nerelere ulaşmış?
Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım;
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp da ümitsizliğimi yok edeyim bilmem ki?
Öyle korkunç çevremde dönen matem ki!..
Ah! Karşımda vatan namına bir Kabristan
Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!
Bu ne sonsuz ayrılık, bu ne apaçık bir acı...
Ezilir göğün ruhu, parçalanır yerin kalbi!
Azıcık kurcala toprakları, bak ne çıkar:
Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar
Bereden kimliğinin rengi kaybolmuş yüzler!
Kim bilir hangi rezillikle oyulmuş gözler!
"Medeniyet" denilen vahşete lanet eder,
Tek parça haline gelmiş sırıtan dişler!
Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerce beden!
Nice başlar, nice kollar ki ayrı bedeninden
Alınıp parçalanan çocuklar, beşiğinden;
Sonra bunca hayat, namusu yüzünden kurban edilen!
Bembeyaz saçları katranlara katmış dedeler!
Göğsü baltayla kesilmiş memesiz anneler!
Teki binlerce kesik gövdeye ait kümeler:
Saç, kulak, el , çene, parmak... Bütün insan yığınları!
Bakalım yavrusu uğrar mı deyip karnından
Canavarlar gibi şişlerle kazarmış nice can!
İşte bunlar o felakete uğramışlardır ki, düşün
Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
Müslümanlıkları zavallıların öyle büyük
Bir cinayet ki: cezalar ona nisbetle küçük!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Mevcut manzara seni üzmüyorsa… / 11.04.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025