Yağmur, çamur, sıcak, soğuk, gece, gündüz demeden Anadolu'yu karış karış dolaşan kuvay-ı milliye kadrosu, Yalovalılarla gerçekleştirdiği buluşmada, Türkiye'deki siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel krizlerden 24 saatte nasıl çıkılacağını gösteren reçeteler sundu. Farkında bile olmadığımız hazinelerden istifadenin anahtarını gösterdi
İSTANBUL (YENİ MESAJ)- 7 Nisan'da, Trabzon'da 60 bin kişinin katıldığı mitingle başlayan, 20 Mayıs'ta İstanbul'da Çağlayan ve 10 Haziran'da Ankara'da Tandoğan meydanını yüzbinlerin katılımıyla ayyıldızlı bayrakla gelincik tarlasına dönüştüren kuvay-ı milliye hareketinin, ayağında demir çarık önderiyle il il Anadolu'yu karış karış dolaşarak esnaf, sanayici, işadamı, bürokrat, siyasetçilerle biraraya gelme toplantıları bütün hızı ve coşkusuyla devam ediyor. Bu çerçevedeki son toplantıya deprem bölgesindeki illerimizden Yalova ev sahipliği yaptı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen Yalova meydanındaki güzide bir restaurantı tıklım tıklım dolduran Yalovalılar, kuvay-ı milliye kadrosu ve önderi Prof. Dr. Haydar Baş ile biraraya gelmenin mutluluğunu yaşadılar. Ülkenin içinde bulunduğu krizden de öte çöküşe "dur" diyecek bir kadronun varlığına ve somut çözüm önerilerine tanık olunca da gelecek için umutla doldular. Ve kuvay-ı milliye kadrosu ile mimarını ayakta alkışladılar.
ÇARE İNSANIN İMARINDAN GEÇMEKTE
Kuvay-ı milliye kadrosunun Yalovalılarla buluşma toplantısında bir konuşma yapan Prof. Dr. Haydar Baş, iki yıl önce meydana gelen deprem münasebetiyle dar-ı bekaya irtihal eden Yalovalılara Allah'tan sağanak sağanak rahmet, yakınlarına da başsağlığı diledikten sonra, "Yalova, merhum Atatürk'ün de gönlündeki mübarek bir yerdir. Onun gönlünde olan milletin ve elbette ki bizim gönlümüzdedir" diyerek, Türkiye'nin problemini teşhis ile meseleye girdi. Prof. Dr. Haydar Baş, ülkemizin hastalığının teşhisini şöyle koydu:
"Ülkemizde çok problem var ama asıl problem bizim insanımızdadır. İnsanımızın maddesi de hastalanmış, manası da hastalanmış durumdadır. İnsanımız dengesini kaybetmiştir. Bir manada insanımız çürümüştür. Onun için onu nereye koyuyorsan hayırlı bir netice alamıyorsun. Allıyorsun, pulluyorsun, gayret gösteriyorsun, siyaset meydanına götürüyorsun, bir de bakıyorsun fos çıkıyor. İktisadi, hukuki sahada değerlendiriyorsunuz, yine istediğiniz neticeyi alamıyorsunuz. Kısaca bu tohumu hangi toprağa atarsanız atın, çürük olduğu için netice vermiyor. O halde insanımızı kendi yararına, milletinin yararına, hak hesabına kazanmadıktan sonra yapacağımız bütün işler yok olmaya mahkumdur."
TÜRK KİMLİ?İ BİR ŞEREFTİR
Bu teşhiste herkesin ittifak etmesi gerektiğini, tedavinin de bu teşhisin beraberinde geleceğini belirten Prof. Dr. Haydar Baş, bu çürük tohumu ıslah etmenin yolunun da Türk milli eğitiminden, yediden yetmişe milli bir duruşla kazanmaktan geçtiğini söyleyerek şöyle devam etti:
"Batının kendine mahsus bir insan modeli vardır. Mesela Fransız delikanlısının modeli İngilizinkine benzemez. İngiliz modeli bir delikanlı İtalyan'a hiç benzemez. Nüans farklarıyla da olsa hepsinin birbirinden ayrı yanları vardır. Onun için Avrupalıya bir millet demek de çok zordur. Ama onları bir mefkure etrafında birleştiren bir teslis akaidi olduğu için de o katı kuralların verdiği bir birliktelik vardır. Bu birliktelik zaman zaman bu aziz milletin karşısına çıkmıştır. Haçlı seferleri bunun en bariz örneklerinden bir tanesidir. Demek istediğim her milletin kendine has bir insan modeli vardır. Fakat bu millet, delikanlısını, hanımefendisini neye göre yetiştireceğini bilmiyor. Onun için oğullarımız, kızlarımız, kendinden başka her şeye benziyor. Bu kimlik modeli olmayınca, siyasetçi, aydın vs, 'Bizden adam olmaz. İngiliz gibi olmak lazım. Politikada, Amerikasız iş mi olur?' demeye başlıyorlar. Ben şahsen bu sözlere taaccüp ediyorum. Ben, Türk oğlu Türk'üm. Benim üstüme, ne akıl, ne zekâ, ne fikir vardır. Ben aynı zamanda Kürdüm, Lazım, Çerkezim, Boşnağım. Ama benim üst kimliğim Türk kültürüdür. Karadeniz'e gidip, 'selamün aleyküm' deyip kapıyı çaldığımızda, ev sahibi, 'hoş geldiniz' der. Buyur eder. Oturtur. Yedirir. İçirir. Kayseri'ye, İzmir'e gidin, aynı karşılamayı görürsünüz. Demek ki benim adetim, örfüm, geleneğim, Türkte de, Lazda da, Kürtte de, Çerkezde de, Arapta da aynıdır. O halde bunlar, bir millet değil de nedir? Ama bizi bir birimize düşürmek isteyenler var. Bunların oyunlarına gelirsek Allah belamızı verir. Biz, üst kimliğimiz, Türk kimliğimiz ile anılıyoruz. Bu bir şereftir. Tarihte hiç bir millet yoktur ki bizim kadar adil, haysiyetli, şerefli, merhametli, yardımsever, sabır ehli, kanaat ehli olsun. İşte en güzel vasfımız olan bu güzellikleri elimizden aldılar. Doğudaki farklı, Batıdaki farklı, Güneydeki farklı, dediler. Ayıkmaz isek bütün musibetler kapıdan teker teker girer ve hiç bir güç buna mani olamaz."
KRİZDEN ÇIKIŞIN ANAHTARI
Memleketi içinde bulunduğu ekonomik krizden kurtarmaya muktedir olup bundan hiç kimsenin şüphesinin olmaması gerektiğini, bu konudaki tezlerinin dünya çapında tezler olduğu için Batılının kendine 20'yi aşkın ödül vermeye mecbur kaldığını belirterek konuşmasını sürdüren Prof. Dr. Baş, kurtuluşun anahtarının elimizde olduğunu rahmetli babası ile arasındaki bir anekdotu aktararak ve merhum Atatürk döneminden örnekler vererek şöyle anlattı:
"Rahmetli babam hasta oldu. Doktor, 'Haydar Bey! Dikkat et. Bu hastalarda tansiyon birden yükselir. Felç olur. Perhizine dikkat etsin' dedi. Ben de babamla anlaşma yaptım. 'Sakın dediğimin dışında yemek yeme' dedim. Bir gün 'Oğlum. Ben ne yaptım biliyor musun? Ben kebap yedim' dedi. Baktım ki morali yıkılacak. 'İyi ki yedin. Benim listede de bugün kebap vardı. Ama bugün rastladı. Sonra rastlamayabilir. Sakın benden habersiz yeme' dedim. O heyecanla eve gittik. Anahtar arıyor. Ben de arıyorum. Ama bulamıyoruz. En az on dakika aradık. En sonunda 'Anahtar elimde imiş' dedi. Türkiye'nin çözümü elimizdedir. Anahtar elimizdedir. Bu milletin her şeyi kaynaktır. Ama milli bir duruş lazımdır."
"1923 ila 1938 yılları arası, merhum Atatürk'ün dönemini hatırlayalım. Bir toplu iğne dahi yoktu. Öyle bir tavır koydu ki İngiliz'i, Fransız'ı adam etti. Delikanlı gibi devlet adamlığı yaptı. Türk'ü dünya tanıdı. Uşaklık yapmadı. Baş eğmedi. Dimdik durdu. 'Yediden yetmişe herkes çalışacak' dedi. Şimdi biz, bunu terk ettik. Kredi, borç almak, bir faziletmiş gibi takdim ediliyor. Ondan sonra da milletin karşısına geçiyorlar, göğüslerini gere gere anlatıyorlar. Hiç kimse de 'sen ne diyorsun?' demiyor. O günün şartlarında, öyle bir çalışma oldu ki duyun-u umumiyeden kalan borçlar ödendi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti uçak imal etti. 1938 yılında, Belçika'ya ihraç ettik. Ankara Mamak'ta merhumun talimatıyla gaz maskesi fabrikası kuruldu. 2. Dünya Savaşında gaz maskesinin tamamını dünyaya biz ihraç ettik. Aynı anlayış bugüne kadar devam etmiş olsaydı, atom başlıklı füzeyi Türkiye Cumhuriyeti yapabilir miydi, yapamaz mıydı? Şimdi ise 'IMF diyecek ben yapacağım' diyorlar. IMF, hiç bir zaman bizim için hayırlı rüya görmez."
KANA İHTİYACI OLANDAN KAN ALMAYA KALKILIRSA
Mevcut uygulamalarla enflasyonu düşürmenin mümkün olmadığını, Türkiye'de yaşananın maliyet enflasyonu olmasına rağmen talep enflasyonu reçetesi uygulandığını, kana muhtaç vücuttan kan almak suretiyle insanı ölüme mahkum etme misali, ekonomideki kan sayılan paranın piyasadan çekilmesi gibi büyük bir yanlış yapıldığını söyleyen Prof. Dr. Baş, enflasyondan kurtuluşun, vergileri, hammadde-enerji girdilerini, kredi faizlerini vs. düşürmekten, ülkenin sırtındaki 60 milyar dolarlık faiz yükünü kaldırmaktan ve kuyudatta olmayan 30 milyar dolarlık gelir karşılığı emisyon hacmini genişletmekten geçtiğinin altını çizerek şunları söyledi:" ' Elimizde kaynak yok ki bu maliyetleri düşürelim' denilirse, 'Hortumlamaya nasıl buluyorsan buna da bulacaksın' derim. Faiz giderlerini sıfırladığın, emisyonu genişlettiğin zaman herkesin cebi para ile dolar. Türkiye para cennetine döner. Ama o yapıldığı zaman bazı patronlar var ki bugünkü gibi zengin olamazlar. Bazıları var ki bugünkü gibi hortumlayamazlar. Sırf o beyefendilerin keyfi yerine gelsin diye maalesef bu işlerin önü kapalı olur. Bilmediklerinden dolayı değil işte birkaç kişinin keyfi yerinde olsun diye bütün bu işler ihmal edilir."
HAZİNEDEN İSTİFADE
ETMENİN SIRRI
Tarım, hayvancılık, ormancılık, denizcilik, madencilik alanında Türkiye'nin çok ciddi kaynakları olduğunu, 2 trilyon dolarlık altın, 750 milyar dolarlık bor rezervimiz bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Baş, "Buna rağmen biz, öyle bir duruma geldik ki, mağaranın içine girip, hazineye garkolup da, şifresi 'açıl susam açıl'ı unutan haramiler gibiyiz" dedi. Prof. Dr. Haydar Baş, bu hazinelerden istifade etmemizin en önemli şartının birlik ve beraberlik olduğunu belirterek sözlerini şöyle tamamladı:
"Bütün bunları yapabilmemiz için birlik ve beraberlik şarttır. Bir ailede bile karı ile koca, çocuk ile baba arasında kavga olduğu zaman huzur olmaz. Bir millet, bir devlet de büyük bir ailedir. Her gün kavganın anlamı nedir? Buna dur demenin zamanı geldi, geçti. Bu birliği Fuzuli Leyla vü Mecnun hikayesinde şöyle sembolize eder: Mecnun Leyla'ya aşıktır. Durumu Leyla'ya iletirler. O da, 'Madem beni bu kadar seviyor. Kolunu kessin bana göndersin' der. Mecnun'a istek iletilir. Tam kolunu keseceği zaman vazgeçer. 'Bende Leyla'ya verecek kol yok' der. Mecnun'un bu tavrı Leyla'ya iletildiğinde bu kez üzülen Leyla olur. 'Hani beni çok seviyordu. Bir kolunu bile benden esirgedi' der. Haber Mecnun'a gelince, 'Ben Leyla'dan kolumu esirgemedim. Tam keseceğim zaman bir de baktım ki kol Leyla'nın kolu. Kimin kolunu kesip kime göndereyim?' cevabını verir. İşte biz birbirimizde böyle fani olmalıyız. Bu sırrı yakaladığımız zaman, yani ben, 'bu kol Yalovalının koludur' dediğim, Yalovalı da aynı şekilde cevap verdiği aşamayacağımız hiç bir problem olmaz."
DEVLETİ KÜÇÜLTME TUZA?I
"Birlik derken, bir kurumumuzun, Türk Silahlı Kuvvetlerinin üzerinde çok fitneler, dedikodular çıkartılıyor. Bize, 'devleti küçültün, orduyu küçültün" telkin ediyorlar. Amerika dendiği zaman hatıra Pentagon gelir. Pentagon'un, ABD silahlı kuvvetlerinin 1 trilyon dolar bütçesi var. Bizde ise bu bütçe 10-12 milyar dolar civarında. Onun için Amerikalı geliyor, eli cebinde, ukala ukala seninle konuşuyor. Arkasındaki silahlı kuvvetleri çok güçlü de ondan konuşuyor. Biz de elimizi cebimize koyarak hakikaten delikanlı gibi durmak istiyorsak, bizi güçlü kılacak o iradeyi güçlü tutmamız lazımdır. Milletleri güldüren silahlı kuvvetleridir. Bize, 'Devleti küçültün' diyorlar. Ama, Amerika'da kamu harcamaları bütçenin % 40'dır. İngiltere'de bu oran % 45, Fransa'da % 40, Almanya'da % 40'dır. Türkiye'de ise % 25. Devleti küçültmek demek ne demektir? 'Askeri gücünü, emniyet güçlerini zayıflatacaksın' demektir. Devleti içte ve dışta koruyan, huzurunu, mutluluğunu temin eden güçleri zayıflatacaksın, diyorlar. Halbuki bizde devlet babadır. Devlet babayı çok daha güçlü hale getirmek lazımdır. Dikkat ederseniz devlet ile milleti, sivil ile askeri karşı karşıya getirmeye çalışan iradeler var. Burada kim kârlı çıkar? Millet kârlı çıkmaz. Onun için biz ölsek de kalsak da bu kurumlarla bir ve beraber olmamız gerekiyor. Eğer bu anlayışla hareket edersek aramızdaki problemlerin tamamı çözülür."
İSTANBUL (YENİ MESAJ)- 7 Nisan'da, Trabzon'da 60 bin kişinin katıldığı mitingle başlayan, 20 Mayıs'ta İstanbul'da Çağlayan ve 10 Haziran'da Ankara'da Tandoğan meydanını yüzbinlerin katılımıyla ayyıldızlı bayrakla gelincik tarlasına dönüştüren kuvay-ı milliye hareketinin, ayağında demir çarık önderiyle il il Anadolu'yu karış karış dolaşarak esnaf, sanayici, işadamı, bürokrat, siyasetçilerle biraraya gelme toplantıları bütün hızı ve coşkusuyla devam ediyor. Bu çerçevedeki son toplantıya deprem bölgesindeki illerimizden Yalova ev sahipliği yaptı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen Yalova meydanındaki güzide bir restaurantı tıklım tıklım dolduran Yalovalılar, kuvay-ı milliye kadrosu ve önderi Prof. Dr. Haydar Baş ile biraraya gelmenin mutluluğunu yaşadılar. Ülkenin içinde bulunduğu krizden de öte çöküşe "dur" diyecek bir kadronun varlığına ve somut çözüm önerilerine tanık olunca da gelecek için umutla doldular. Ve kuvay-ı milliye kadrosu ile mimarını ayakta alkışladılar.
ÇARE İNSANIN İMARINDAN GEÇMEKTE
Kuvay-ı milliye kadrosunun Yalovalılarla buluşma toplantısında bir konuşma yapan Prof. Dr. Haydar Baş, iki yıl önce meydana gelen deprem münasebetiyle dar-ı bekaya irtihal eden Yalovalılara Allah'tan sağanak sağanak rahmet, yakınlarına da başsağlığı diledikten sonra, "Yalova, merhum Atatürk'ün de gönlündeki mübarek bir yerdir. Onun gönlünde olan milletin ve elbette ki bizim gönlümüzdedir" diyerek, Türkiye'nin problemini teşhis ile meseleye girdi. Prof. Dr. Haydar Baş, ülkemizin hastalığının teşhisini şöyle koydu:
"Ülkemizde çok problem var ama asıl problem bizim insanımızdadır. İnsanımızın maddesi de hastalanmış, manası da hastalanmış durumdadır. İnsanımız dengesini kaybetmiştir. Bir manada insanımız çürümüştür. Onun için onu nereye koyuyorsan hayırlı bir netice alamıyorsun. Allıyorsun, pulluyorsun, gayret gösteriyorsun, siyaset meydanına götürüyorsun, bir de bakıyorsun fos çıkıyor. İktisadi, hukuki sahada değerlendiriyorsunuz, yine istediğiniz neticeyi alamıyorsunuz. Kısaca bu tohumu hangi toprağa atarsanız atın, çürük olduğu için netice vermiyor. O halde insanımızı kendi yararına, milletinin yararına, hak hesabına kazanmadıktan sonra yapacağımız bütün işler yok olmaya mahkumdur."
TÜRK KİMLİ?İ BİR ŞEREFTİR
Bu teşhiste herkesin ittifak etmesi gerektiğini, tedavinin de bu teşhisin beraberinde geleceğini belirten Prof. Dr. Haydar Baş, bu çürük tohumu ıslah etmenin yolunun da Türk milli eğitiminden, yediden yetmişe milli bir duruşla kazanmaktan geçtiğini söyleyerek şöyle devam etti:
"Batının kendine mahsus bir insan modeli vardır. Mesela Fransız delikanlısının modeli İngilizinkine benzemez. İngiliz modeli bir delikanlı İtalyan'a hiç benzemez. Nüans farklarıyla da olsa hepsinin birbirinden ayrı yanları vardır. Onun için Avrupalıya bir millet demek de çok zordur. Ama onları bir mefkure etrafında birleştiren bir teslis akaidi olduğu için de o katı kuralların verdiği bir birliktelik vardır. Bu birliktelik zaman zaman bu aziz milletin karşısına çıkmıştır. Haçlı seferleri bunun en bariz örneklerinden bir tanesidir. Demek istediğim her milletin kendine has bir insan modeli vardır. Fakat bu millet, delikanlısını, hanımefendisini neye göre yetiştireceğini bilmiyor. Onun için oğullarımız, kızlarımız, kendinden başka her şeye benziyor. Bu kimlik modeli olmayınca, siyasetçi, aydın vs, 'Bizden adam olmaz. İngiliz gibi olmak lazım. Politikada, Amerikasız iş mi olur?' demeye başlıyorlar. Ben şahsen bu sözlere taaccüp ediyorum. Ben, Türk oğlu Türk'üm. Benim üstüme, ne akıl, ne zekâ, ne fikir vardır. Ben aynı zamanda Kürdüm, Lazım, Çerkezim, Boşnağım. Ama benim üst kimliğim Türk kültürüdür. Karadeniz'e gidip, 'selamün aleyküm' deyip kapıyı çaldığımızda, ev sahibi, 'hoş geldiniz' der. Buyur eder. Oturtur. Yedirir. İçirir. Kayseri'ye, İzmir'e gidin, aynı karşılamayı görürsünüz. Demek ki benim adetim, örfüm, geleneğim, Türkte de, Lazda da, Kürtte de, Çerkezde de, Arapta da aynıdır. O halde bunlar, bir millet değil de nedir? Ama bizi bir birimize düşürmek isteyenler var. Bunların oyunlarına gelirsek Allah belamızı verir. Biz, üst kimliğimiz, Türk kimliğimiz ile anılıyoruz. Bu bir şereftir. Tarihte hiç bir millet yoktur ki bizim kadar adil, haysiyetli, şerefli, merhametli, yardımsever, sabır ehli, kanaat ehli olsun. İşte en güzel vasfımız olan bu güzellikleri elimizden aldılar. Doğudaki farklı, Batıdaki farklı, Güneydeki farklı, dediler. Ayıkmaz isek bütün musibetler kapıdan teker teker girer ve hiç bir güç buna mani olamaz."
KRİZDEN ÇIKIŞIN ANAHTARI
Memleketi içinde bulunduğu ekonomik krizden kurtarmaya muktedir olup bundan hiç kimsenin şüphesinin olmaması gerektiğini, bu konudaki tezlerinin dünya çapında tezler olduğu için Batılının kendine 20'yi aşkın ödül vermeye mecbur kaldığını belirterek konuşmasını sürdüren Prof. Dr. Baş, kurtuluşun anahtarının elimizde olduğunu rahmetli babası ile arasındaki bir anekdotu aktararak ve merhum Atatürk döneminden örnekler vererek şöyle anlattı:
"Rahmetli babam hasta oldu. Doktor, 'Haydar Bey! Dikkat et. Bu hastalarda tansiyon birden yükselir. Felç olur. Perhizine dikkat etsin' dedi. Ben de babamla anlaşma yaptım. 'Sakın dediğimin dışında yemek yeme' dedim. Bir gün 'Oğlum. Ben ne yaptım biliyor musun? Ben kebap yedim' dedi. Baktım ki morali yıkılacak. 'İyi ki yedin. Benim listede de bugün kebap vardı. Ama bugün rastladı. Sonra rastlamayabilir. Sakın benden habersiz yeme' dedim. O heyecanla eve gittik. Anahtar arıyor. Ben de arıyorum. Ama bulamıyoruz. En az on dakika aradık. En sonunda 'Anahtar elimde imiş' dedi. Türkiye'nin çözümü elimizdedir. Anahtar elimizdedir. Bu milletin her şeyi kaynaktır. Ama milli bir duruş lazımdır."
"1923 ila 1938 yılları arası, merhum Atatürk'ün dönemini hatırlayalım. Bir toplu iğne dahi yoktu. Öyle bir tavır koydu ki İngiliz'i, Fransız'ı adam etti. Delikanlı gibi devlet adamlığı yaptı. Türk'ü dünya tanıdı. Uşaklık yapmadı. Baş eğmedi. Dimdik durdu. 'Yediden yetmişe herkes çalışacak' dedi. Şimdi biz, bunu terk ettik. Kredi, borç almak, bir faziletmiş gibi takdim ediliyor. Ondan sonra da milletin karşısına geçiyorlar, göğüslerini gere gere anlatıyorlar. Hiç kimse de 'sen ne diyorsun?' demiyor. O günün şartlarında, öyle bir çalışma oldu ki duyun-u umumiyeden kalan borçlar ödendi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti uçak imal etti. 1938 yılında, Belçika'ya ihraç ettik. Ankara Mamak'ta merhumun talimatıyla gaz maskesi fabrikası kuruldu. 2. Dünya Savaşında gaz maskesinin tamamını dünyaya biz ihraç ettik. Aynı anlayış bugüne kadar devam etmiş olsaydı, atom başlıklı füzeyi Türkiye Cumhuriyeti yapabilir miydi, yapamaz mıydı? Şimdi ise 'IMF diyecek ben yapacağım' diyorlar. IMF, hiç bir zaman bizim için hayırlı rüya görmez."
KANA İHTİYACI OLANDAN KAN ALMAYA KALKILIRSA
Mevcut uygulamalarla enflasyonu düşürmenin mümkün olmadığını, Türkiye'de yaşananın maliyet enflasyonu olmasına rağmen talep enflasyonu reçetesi uygulandığını, kana muhtaç vücuttan kan almak suretiyle insanı ölüme mahkum etme misali, ekonomideki kan sayılan paranın piyasadan çekilmesi gibi büyük bir yanlış yapıldığını söyleyen Prof. Dr. Baş, enflasyondan kurtuluşun, vergileri, hammadde-enerji girdilerini, kredi faizlerini vs. düşürmekten, ülkenin sırtındaki 60 milyar dolarlık faiz yükünü kaldırmaktan ve kuyudatta olmayan 30 milyar dolarlık gelir karşılığı emisyon hacmini genişletmekten geçtiğinin altını çizerek şunları söyledi:" ' Elimizde kaynak yok ki bu maliyetleri düşürelim' denilirse, 'Hortumlamaya nasıl buluyorsan buna da bulacaksın' derim. Faiz giderlerini sıfırladığın, emisyonu genişlettiğin zaman herkesin cebi para ile dolar. Türkiye para cennetine döner. Ama o yapıldığı zaman bazı patronlar var ki bugünkü gibi zengin olamazlar. Bazıları var ki bugünkü gibi hortumlayamazlar. Sırf o beyefendilerin keyfi yerine gelsin diye maalesef bu işlerin önü kapalı olur. Bilmediklerinden dolayı değil işte birkaç kişinin keyfi yerinde olsun diye bütün bu işler ihmal edilir."
HAZİNEDEN İSTİFADE
ETMENİN SIRRI
Tarım, hayvancılık, ormancılık, denizcilik, madencilik alanında Türkiye'nin çok ciddi kaynakları olduğunu, 2 trilyon dolarlık altın, 750 milyar dolarlık bor rezervimiz bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Baş, "Buna rağmen biz, öyle bir duruma geldik ki, mağaranın içine girip, hazineye garkolup da, şifresi 'açıl susam açıl'ı unutan haramiler gibiyiz" dedi. Prof. Dr. Haydar Baş, bu hazinelerden istifade etmemizin en önemli şartının birlik ve beraberlik olduğunu belirterek sözlerini şöyle tamamladı:
"Bütün bunları yapabilmemiz için birlik ve beraberlik şarttır. Bir ailede bile karı ile koca, çocuk ile baba arasında kavga olduğu zaman huzur olmaz. Bir millet, bir devlet de büyük bir ailedir. Her gün kavganın anlamı nedir? Buna dur demenin zamanı geldi, geçti. Bu birliği Fuzuli Leyla vü Mecnun hikayesinde şöyle sembolize eder: Mecnun Leyla'ya aşıktır. Durumu Leyla'ya iletirler. O da, 'Madem beni bu kadar seviyor. Kolunu kessin bana göndersin' der. Mecnun'a istek iletilir. Tam kolunu keseceği zaman vazgeçer. 'Bende Leyla'ya verecek kol yok' der. Mecnun'un bu tavrı Leyla'ya iletildiğinde bu kez üzülen Leyla olur. 'Hani beni çok seviyordu. Bir kolunu bile benden esirgedi' der. Haber Mecnun'a gelince, 'Ben Leyla'dan kolumu esirgemedim. Tam keseceğim zaman bir de baktım ki kol Leyla'nın kolu. Kimin kolunu kesip kime göndereyim?' cevabını verir. İşte biz birbirimizde böyle fani olmalıyız. Bu sırrı yakaladığımız zaman, yani ben, 'bu kol Yalovalının koludur' dediğim, Yalovalı da aynı şekilde cevap verdiği aşamayacağımız hiç bir problem olmaz."
DEVLETİ KÜÇÜLTME TUZA?I
"Birlik derken, bir kurumumuzun, Türk Silahlı Kuvvetlerinin üzerinde çok fitneler, dedikodular çıkartılıyor. Bize, 'devleti küçültün, orduyu küçültün" telkin ediyorlar. Amerika dendiği zaman hatıra Pentagon gelir. Pentagon'un, ABD silahlı kuvvetlerinin 1 trilyon dolar bütçesi var. Bizde ise bu bütçe 10-12 milyar dolar civarında. Onun için Amerikalı geliyor, eli cebinde, ukala ukala seninle konuşuyor. Arkasındaki silahlı kuvvetleri çok güçlü de ondan konuşuyor. Biz de elimizi cebimize koyarak hakikaten delikanlı gibi durmak istiyorsak, bizi güçlü kılacak o iradeyi güçlü tutmamız lazımdır. Milletleri güldüren silahlı kuvvetleridir. Bize, 'Devleti küçültün' diyorlar. Ama, Amerika'da kamu harcamaları bütçenin % 40'dır. İngiltere'de bu oran % 45, Fransa'da % 40, Almanya'da % 40'dır. Türkiye'de ise % 25. Devleti küçültmek demek ne demektir? 'Askeri gücünü, emniyet güçlerini zayıflatacaksın' demektir. Devleti içte ve dışta koruyan, huzurunu, mutluluğunu temin eden güçleri zayıflatacaksın, diyorlar. Halbuki bizde devlet babadır. Devlet babayı çok daha güçlü hale getirmek lazımdır. Dikkat ederseniz devlet ile milleti, sivil ile askeri karşı karşıya getirmeye çalışan iradeler var. Burada kim kârlı çıkar? Millet kârlı çıkmaz. Onun için biz ölsek de kalsak da bu kurumlarla bir ve beraber olmamız gerekiyor. Eğer bu anlayışla hareket edersek aramızdaki problemlerin tamamı çözülür."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.